Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Gündem yıldırım hızı ile değişiyor ülkemizde. Birinin üzerinden gün geçmeden diğeri başlıyor. Sanki özellikle programlanmış gibi? Özgecan’ın acısını daha hakkıyla kavrayamamışken. Ardından Ege Üniversitesinde karşıt görüşlü öğrenciler tarafından katledilen pırlanta gibi Fırat Çakıroğlu gencimizi toprağa verdik. Yasa büründük yeniden. “İçimiz acıyor” derken önceki gece Malatya’da eğitim uçuşu esnasında düşen uçakta dört yiğidimizi daha şehit verdik. Anneler daha Suriye’de Türk topraklarında Süleyman Şah türbesinin intikali esnasında şehit olan teğmene ağlamaya yeni başlamışken geçenlerde İskenderun Sarıseki mıntıkasında bir tır, okul servis aracına çarptı. Minnacık bir öğrencimizi elimizden aldı. Gizem daha çok küçüktü, bütün düşlerini birlikte alıp gitti, ardından gözü yaşlı bir anne ve kardeşler ve arkadaşlar bırakarak. Tır sürücüsü nerde? Belli değil.
Ve tamda o mıntıkada geçen yıl arkadaşımın arabasını aldı altına yine o Tırlardan biri. Allah’tan arkadaşım ağır gidiyordu ve o uykulu tır sürücüsü de hızlı değildi, arkadaşımı arabası ile metrelerce sürükledi. Karşıdan gelen araçların onu uyarmasına kadar… Arkadaşım mucize eseri yara almadı ancak araba haşat oldu.
Ve gaz kaçağı yüzünden zehirlenerek yaşamlarını yitirenlerin sıra, sıra tabutları özellikle o minik tabut yüreklerimizi parçaladı. Çoktan beri “yeter artık” diye haykırmamıza neden oluyor bütün bunlar. Ancak bağırsakta yırtınsak ta olanlar oluyor! Bir el basmış düğmeye korku filmi dönmeye devam ediyor. Biz elimiz böğrümüzde yüreğimiz paramparça boş gözlerimiz tv ekranında “paramparça” dizisini izlemeye mahkum edilmişiz sanki? Belki bu bizi, siyasilerin mecliste birbirlerini dövmeleri, birbirlerine verip veriştirmelerini düşünmekten ve dillerindeki, garabet ve üslup bozukluğu yüzünden çıldırma noktasına gelmekten koruyor!?
Biz bütün yaşamını yitirenler bu genç insanlara ve şehitlerimize Tanrı’dan rahmet diliyoruz ve ailelerine başsağlığı. Onların acısı her zaman hepimizin acısı olmuştur şimdide öyle..
Yağmurla Gelen Şubat Güneşi
Ve sevgili okuyucularım “YAĞMURLA GELEN ŞUBAT GÜNEŞİ” adlı kitabım çıktı. Bugün, yarın gibi kitapçılarda yerini alacak Allah izin verirse. Işık kitap evinde bulabilirsiniz. Ve belki azıcık kendimi sosyal sıkıntılardan kurtarmayı becerebilirsem sizinle Işık kitapevinde buluşmaktan onur duyarım. Ancak şimdi bir tek nefeslik mutluluk duymuyorum; heyecanda, sevinçte! Çünkü yaşananlar, gerçekten kişisel olarak sevinç duymama izin vermiyor. Arkadaşım “geceni gündüzüne kattın, yazarken üzüldün, kahroldun ama yinede sonunda amacına ulaştın bunun keyfini çıkar” diyor. Ama demekle olsaydı. Peynir gemisi yürürdü.
Mahmut Şirin
Ve gündem hızla değişiyorken, suç duyuruları da durmuyor hatta sürekli artıyor. Özgecan kardeşimiz için. Başına gelenleri yazmaya, elim ve yüreğim elvermiyor artık. Ancak ölümüne ve ardından gelen söylemlere tepkiler çığ gibi artıyor. CHP gençlik kolları eski başkanı Sayın Mahmut Şirin tepki verenlerden yalnızca biri. Kendince sanatçı olan, cicilerden biri için, savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. O zatın adını anıp ona buradan bir paye vermek istemiyorum. Mahmut Şirin çocukluğundan beri CHP’ye gönül vermiş, CHP gençlik kolları başkanlığını uzun yıllar başarı ile gerçekleştirmiş. CHP içinde çeşitli görevler yapmış ve hala CHP için çalışmalarını aktif bir şekilde sürdüren genç bir arkadaş. Laikliğe inanan, yobazlığı ve bağnazlı kabul etmeyen, Atatürk ilke ve inkılâplarına gönülden inanan ve sahip çıkan bir arkadaş… Suç duyurusunun sonucu ne olursa olsun o savaşması gereken davada sonuna kadar savaşmayı ilke edinmiş. Gelecek vaat eden genç bir insan. Doğrusu kadın olarak onun bu hassasiyetine teşekkür etmek bir borç. Keşke herkes, aslında anası, bacısı kızı için aynı tepkileri gösterebilse.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman. Yase
& & & & &
Gül Bahçesi
Zamanın birinde bir kasabada yaşayan dünyalar güzeli bir kız varmış… Bu kız öyle güzelmiş ki çok uzak şehirlerden ve ülkelerden çok zengin, çok yakışıklı, asil pek çok delikanlı onu görmeye gelirmiş… Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice şövalyeyi reddeden güzel kız kimseleri beğenmezmiş… Bu arada aynı kasabada yaşayan ve bu kıza aşık olan genç bir delikanlı da bu kızı istemiş… Ama kız onu da reddetmiş… Aradan uzun yıllar geçmiş.. Bizim delikanlı kasabadan ayrılmış… Kendine başka bir hayat kurmuş ve evlenmiş, çoluk çocuğa karışmış.. Bir gün yolu bir zamanlar yaşadığı güzel, küçük kasabaya düşmüş.. Orada tanıdık birine rastladığında aklına bir zamanlar orada yaşayan dünyalar güzeli kız gelmiş ve ona ne olduğunu sormuş.. Yaşlı adam önünde gül bahçesi olan bir evi göstererek kızın evlendiğini söylemiş… Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmiş olan kızın kocasını pek merak etmiş.. Bir gün gizlenip kocasını evden çıkarken görmüş.. Kızın kocası şişman, kel ve çirkin mi çirkin bir adammış.. Üstelik zengin bile değilmiş.. Çok merak eden adam kocası gittikten sonra evin kapısını çalmış.. Kız kapıyı açınca kendini tanıtmış ve neden böyle bir adamla evlenmiş olduğunu sormuş.. Kız da ona arkasındaki gül bahçesinden en güzel gülü koparıp getirirse cevabı vereceğini bu arada tek şartının bahçede ilerlerken geriye dönmemesi olduğunu söylemiş.. Adam da bunun üzerine yüzlerce güzel gülün olduğu bahçede ilerlemeye başlamış.. Birden çok güzel sarı bir gül görmüş.. Tam ona doğru eğilirken biraz ilerde kocaman pembe bir gül gözüne çarpmış.. Tam ona uzanırken daha ilerde muhteşem güzellikte kırmızı bir gül goncası görmüş.. Derken bir de bakmış ki bahçenin sonuna gelmiş ve mecburen oradaki bir gülü koparıp kıza götürmüş… Bahçenin en güzel gülünü getirmesini beklerken kız bir de ne görsün yaprakları solmuş cılız bir gül.. Bunun üzerine adama dönen kız şöyle demiş: “Bak gördün mü? Her zaman daha iyisini bulmak isterken ömür geçer ve sen en kötüsüne razı olmak zorunda kalırsın.. Bu yüzden gençlik elden gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi öğrenmek gerekir..”
Günün Şiiri
Türkülerle Yürümek
Coşkunun yağız atları dörtnala damarlarımda
Sarışın elleriyle yüzümü okşuyor akşam
Yağmurlu düşlere doğru yürüyoruz
Sırtımda cop böğrümde sevda yarası
Çiğ düşmüş yapraklara sevgiye ve güzel günlere
Karanlık geçiyor yüzümüzden – açlık
Sevişen kaplumbağaların çığlığını duyuyoruz
Bir türkünün ezgisine uyuyoruz
Evlerinin önü üzüm asması
Yarimin giydiği hürriyet basması
Gözlerimiz gözlerimiz bir çift mavzer namlusu
Yürüyoruz böceklerin karanlığından
Kozasını delen kelebeklerin dünyasına
Ağlamak benim insan yanımdır
Sırtımda cop böğrümde sevda yarası
İnceden ince daha söyleyemediğim bir sızı
Yürüyoruz buğulu bir fotoğrafa ve güzel günlere
Bir motor gürültüsü bir tren sesi – ayrılık
Çatlayan tohumun sesini duyuyoruz
Bir türkünün ezgisine uyuyoruz
Gün olur devran döner
Ben de sararım yari
Gözlerimizde sarı başakları umudun gözlerimizde keder
Yürüyoruz denizlerin ve bulutların üzerinden
Bütün duvarların tel örgülerin
Doğal ve yapay sınırları üzerinden
Üzerinden bütün ten renklerinin bütün kan renklerinin
Ağlayan bir gelinin rüyasına ve güzel günlere
Bahçemde bir gül kızarıyor
Sırtımda cop böğrümde sevda yarası
Doğan günün sevincini duyuyoruz
Bir türkünün ezgisine uyuyoruz
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
İnsanın insanın yüreği yumruğu kadar
Yürüyoruz yürüyoruz yürüyoruz
Aydın HATİPOĞLU
Günün Fıkrası
Yaşlı bir adam elinde bastonla bir otobüse binmiş. Fakat oturacak bir yer bulamamış. Bunun üzerine ilerdeki bir delikanlının yanına gitmiş belki bana yer verir diye ama ne mümkün. Adam ayakta zor duruyor, otobüs hareket ettikçe bastonu sağa sola kayıyor. Durumu gören çocuk adama bakıp; “-Amca Bastonunun altına lastik takarsan kaymaz” demiş. Adam istifini bozmadan; “Zamanında o lastiği baban taksaydı şimdi orada ben oturuyor olacaktım!!!”
Günün Sözü
Bir düşmanı bağışlamak, bir dostu bağışlamaktan daha kolaydır.
Mme. Dorothee Deluzy