Özledimmm…

0
61

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen bir şarkıyla uyanırız hiç ilgisi olmayan, ne sözlerini biliyoruz önceden, ne tınısını. Ama nasıl oluyorsa oluyor adını, tınısını ve sözlerini bilmediğiniz o şarkıyla uyanıyoruz? Avaz, avaz söylemek istiyoruz.

Küçükken, kardeşimle radyoculuk oynardık. Bazen spiker, bazen ses sanatçısı, bazen yorumcu olurduk. Ve radyomuzun sesi en yüksek perdeden yankılardı arka bahçede. Sesimiz akardı su gibi. Hiç şaşmazdı sözler, makamlar!!! Şimdi o zamanları çok özlüyorum. Arka bahçemizi ve kardeşimi ve avaz, avaz şarkı söylemeyi…

Özellikle şimdi, içimden avaz, avaz söylemek geliyorken ve kendimi tutmakta zorlanıyorken! Köpeklerimiz vardı ve kedilerimiz. Onları da özlüyorum. Tasma muhabbeti varken en üst perdeden. Tasmasızdı hepsi. Teklifsizdi inip çıkmaları iki taraflı merdivenlerden.

Tavuklarımız vardı her gün yumurtlayan ve yumurtadan çıkmalarını beklediğimiz civcivlerimiz vardı. Kuluçka günlerini sayardık. Tam 21 gün. O gün okula gitmezdik eğer tatil değilse. Ya da geç giderdik. Yumurtayı kırıp teker, teker çıkışlarını izlerdik. Islak, yapış, yapış ve minnacık… Asla dokunamazdık anneleri tetikte olurdu. Normal zamanlarda olmadığı gibi…

Onları beslerdik ilerleyen zaman içinde, anneleri emanet etmeyi öğrenmiş olsa da yine en ufak bir şeyde  tırnaklarını ve gagasını hazır tutardı…

Ve ağaçlarımız vardı çiçeklerimiz. Ve bize bunları sevmeyi, korumayı, saygı göstermeyi öğreten büyüklerimiz vardı. Şarkımıza asla karışmayan… Pamuk var şimdi öğrencilerimle gelen onunda tasması yok. Ona “kızım” diyor Can, sevgiyle bakıyor yüzüne. Onlarda şarkı söylemek istiyorlar mı merak ediyorum? (soracağım geldiklerinde)

Acaba kapımın önünden geçip giden insanların içinden şarkı söylemek geliyor mu? Biraz önce kapıdan başını uzatan ve garip, garip sorgulayan her şeyi inanılmaz gibi süzen, buz gibi soğuk cümleler kuran, siyah gözlüklü, siyah kot pantolonlu ve lacivert penye bluz giyen, saçları arkada gelişi güzel toplanmış genç hanım hiç ömründe şarkı söylemiş mi?

Ya tam şu anda arabasını kapının önüne park eden yakışıklı? Acaba bir şarkı mırıldanıyor olabilir mi  içinden şimdi? Belki!!! İnşallah!!!  Herkes şarkı söylesin istiyorum… Biz küçük olmaktan çıktığımız da artık özeldi minik hayatlarımız.

Odalarımız ayrılmış ama kilitsiz kapılar. (şimdiye dek kilitlemem kapımı). Kimse kimsenin odasına girmezdi patadak. Saygısızlıktı öyle pat kapı girmek, şunu bunu karıştırmak. Nettik, hiç sağa sola kaykılmadan konuşurduk. Haksızlığa karşı koymayı, insanları ve hayvanları aşağılamamayı, ayırmamayı, şu bu o diye… Bize kimse öğretmedi. Büyüklerimiz yapmıyordu, bizde yapmadık. Bütün bunları yapanları gördükçe aynen civcivlerini korumaya alan tavuğumuz gibi tırnaklarımızı hazır tutardık. Vicdanımız vardı.

Ve şarkı söylemeyi özlüyorum, radyoculuk oynamayı, kardeşimi ve eski evimi ve çocukluğumu ve çocukken sevdiğim her şeyi.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte. Geçmişten bir yazı paylaştım özlemle dilerim şarkımız hiç tükenmesin… Yase

& & & & &

Sedef Çiçeği

Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bıkkın bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına: -“Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?” Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra kısılmış sesiyle konuşmaya başladı: -“Bu adam 50 yıldır bezdirdi hayattan…” Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu, mahkeme salonunda. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti: “Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim. O bilmez. 50 yıl önceydi, o çiçeği bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş doğmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye. 50 yıl oldu, bu adam bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Ben, böyle bir adamla 50 yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu, her şeyimi verdim. Ondan hiçbir şey görmedim. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim. Onsuz daha iyiyim, yemin ederim.”

Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu: -“Askerliğimi Reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin, görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Eşimi de orada tanıdım. Sedefleri de. Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, boyun ağrısı nedeniyle, onu doktora götürdüm. Doktor çok uzun süre uyanmadan yatarsa, boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın, gezinsin dedi. O Doktoru pek dinlemedi. Lafım geçmedi. O günlerde, tesadüf, bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona: “Gece çiçek sularsan geçer”, dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını, yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki.” dedi adam. “Her gece, o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef, gece sulanmayı sevmez, hakim bey.”

sedef çiçeği ile ilgili görsel sonucu

Günün Şiiri

Seni Saklayacağım
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya…
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım…
Anlayacaksın.
Özdemir ASAF

& & & & &

Nazlı

Üç kız salonda oturmuş konuşuyorlardı. Güneş’e içten içe aşık olan Eda, Nazlı’nın gelişi ile serseme dönmüştü. Uzun boylu, uzun siyah saçlı, iri şehla gözlü, yüzünde duygu olabilecek hiçbir iz taşımayan ultra makyajlı çok güzel kız henüz 19 yaşındaydı. Bu yüzünden ne düşündüğünü anlamanın olanaksız olduğu güzel modern kız kendisinde olan uç sayılabilecek duygularından habersizdi. Gelecek günlerde bu duyguların ayrımına varacaktı. Şu anda hissettiği şey müthiş bir kıskançlıktı. Ancak görünüşte Nazlı’nın gelişinden rahatsızlık duymamış gibiydi. Salondaki koltuklardan birine bacaklarını üst üste atmış elinde ders kitabı görünüşte ders çalışıyordu.

Diğer kızlardan biri 20, diğeri 21 yaşındaydı. Her iki kızda Nazlı’nın gelişinden kuşkulanmıştı. Yıldırım onlara Güneş’in arkadaşı geliyor dediğinde hiç şaşırmamışlardı. Hepsinin arkadaşları, yakınları sık sık onları ziyaret edip eğlenmek için gelirlerdi Kıbrıs’a. Ancak onlar bir dolu valiz, çantayla gelirlerdi. Ancak Nazlı’nın elinde el çantasından başka bir şey yoktu ve geziye gelmiş gibi değildi. Aslında ne olduğunu da anlayamamışlardı, korkuyla kasılmış yarı deli bir kız, top gibi düşmüştü minnacık salona… Çölden gelmiş gibi “su” demişti yalnızca, suyu üzerine başına dökerek içmiş sonrada kendini Güneş’in olduğunu söyledikleri odaya atamıştı.

Kızlardan Selin, kuşku ve kurgu üzerine koşullanmıştı, sarı saçlarının bukle bukle sırtına döküldüğü çıtı pıtı bir kızdı. İyi kalpli, iyi huylu ancak kuşku ve kurgular yüzünden hep huzursuzdu. Antakya’dan gelmişti Kıbrıs’a, ailenin tek ve sevgili kızıydı, iki erkek kardeşi vardı, kardeşten çok babalık yaparlardı ona. Selin de bundan hiç rahatsızlık duymazdı, korunup kollanmak istediği şeydi! Varlıklı, yokluk nedir bilmeyen, eczacılık okuyan çalışkan bir öğrenciydi.

“Güneş, kız mı kaçırmış?” diye tatlı bir sesle ilk konuşan oldu. Eda oturduğu koltukta diklenerek “nerden çıkarıyorsun kaçırdığını canım?” dedi. Arkası Yarın

Günün Fıkrası

Yolcular uçağın yanında otobüsten inmişler.. Bavullarını gösteriyorlar. Bir bakmışlar uçak şirketinin minibüsü yanlarında durmuş. İçinden kaptan pilotla, yardımcı pilot inmişler. Yolcular fena halde şaşırmışlar. Nasıl şaşırmasınlar. Kaptan pilotun elinde bir beyaz baston, kolunda üç noktalı bant… Yardımcı pilotun elinde bir köpek taşması, tasmanın ucunda bir köpek.. Sağa sola çarparak öyle ilerliyorlar uçağa. Günlerden bir nisan değil ama, “Şaka herhalde” demiş yolcular, doluşmuşlar uçağa. Uçak pistte hızla ilerlemeye başlamış. Yolcuların gözleri camda, uçak hızlanmış. Yolcular endişelenmeye başlamışlar. Uçak daha hızlanmış. Pistin sonu hızla yaklaşmaya başlamış. Uçak iyice hızlanmış.. Bazı yolcular paniklemiş dua etmeye başlamışlar. Uçak son hıza ulaşmış. Bu arada pistin sonuna da ulaşmış. 10 metre sonra betonun bitip çimlerin başladığını gören yolcular dehşet içinde çığlığı basmışlar. Tam o anda da kaptan pilot levyeyi sonuna kadar çekmiş. Uçak tam pist biterken tekerleklerini yerden kesmiş, havalanmış. Kaptan pilot arkasına yaslanmış. Derin bir nefes almış ve yardımcı pilota dönmüş: “Biliyor musun?” demiş, “Bir gün çığlık atmayacaklar ve hepimiz öleceğiz!”

Günün Sözü

-Küle döndüysen, yeniden güle dönmeyi bekle. Ve geçmişte kaç kere küle dönüştüğünü değil, kaç kere yeniden küIIerin arasından doğrulup yeni bir gül olduğunu hatırla.

-Ey Müslüman, edep nedir diye sorarsan biI ki edep, her edepsizin edepsizIiğine katlanmaktır.

-Sen bana kendi gözünle bakma, benim gözümle bak da biri iki görme! Bana, bir an olsun benim gözümle bak da varlıktan öte bir meydan gör!
Mevlana

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here