“Ramazan’ın, sahurdan iftara, iftardan sahura fikrin en yoğunluğuna düşünülmesi anlamıyla efkâr içerdiği” cümlesiyle bitirmiştim bir önceki yazıyı.. Dücane Cündioğlu’nun iki makalesinden aktarmalarla tasvir etmek istiyorum bu yazıda söz konusu o efkârı..
“Erbabı görüyor olmalı, Ramazan günlerini ‘oruc’un hakikatinden mahrum bir surette geçirmekle kalmıyor; kendimizi esrarından da uzak tutuyoruz” cümlesiyle başlıyor Cündioğlu, “Orucunu açarken tutabilir misin?” başlıklı makalesine.. Ve devam ediyor: “Orucun Arapçası ‘savm’dır, anlamı da tutmaktır. Nefsi tutmaktır, tutulması gereken ne varsa, ondan: yiyecekten, içecekten, şehvetten, öfkeden, kinden, nefretten, hasedden, sevgisizlikten, hayvanlıktan…”
Bu nefsi olgu, yaratılışındaki tabiat anlamıyla fıtratında var elbette insanın.. Ki, bu bağlamda mesela; nefislerini tutulması gereken ne varsa ondan tutarken Adem ve eşinin, sırrından uzak tutulduğu yasak meyveyle iftar edince açığa çıktığını düşünebiliriz yaratılıştaki bu fıtri gerçeğin.. Ragıp, “Müfredat” adlı lügatinde, “uzunlamasına yarılmak” olarak tanımlıyor kelimenin “FTR” kökünü.. “Yarılma, kimi zaman bozmak, kimi zaman da düzelmek yoluyla olur” diyor ve ekliyor. “İftar, orucu bozmaktır.” (Çıra Y. s.801)
Oruçlu zamanı yarıp çıkmak tanımıyla “İftar için sofra açmak” deyimindeki açmak eyleminin “yemek ihtiyaçlı” nefsi açlıkla ilgisi var elbette.. Ve fakat ramazanda açtığımız ve eş dost, hısım akraba, konu komşuyla birlikte ezan sesini beklediğimiz iftar sofralarının nefhasal açlıkla bir ilişkisinin olduğu da muhakkak.. Necip Fazıl’ın, “Sofra” adlı şiirinde; “Doymayan nefs, gözünü kara toprak doyursun! Soframıza açlığı besleyenler buyursun!” dizeleriyle kastettiği açlıkla yani.. İyi de, manevi açlığımızı beslemek şöyle dursun, maddi açlığımızı sürekli kamçılayarak bir ihtiras haline getirenler kimler? Yanıtı, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkeli serbest piyasa arenasında.. Nefsi arzuların dizginini serbest bırakan kapitalist tüketim toplumlarında.. Alan Durning, Tüketim Toplumu adlı kitabının önsözünde şöyle diyor.. “Dünyada kişi başına düşen gıda tüketiminin en yüksek olduğu ABD’de insanlar zayıflama rejimleri için yılda 35 milyar dolar harcıyorlar. Böyle bir düzende yanlış bir şeyler olmadığını kim iddia edebilir?”
İhtiyaçlarımızı en aza indirmenin iradi duyumu olan ramazanda, ihtiyaçları çoğaltan ‘tüketim toplumunun modern mabetleri alışveriş merkezlerinde’ “nefsi açlığı” doyurmanın peşinden koşuşturmalarımıza atıfla, “Ey Oruç, Tut bizi!” diyerek tutup kaldırabilmek maddi nefsimizi, mana nefhamızın üzerinden! Peki nasıl? Efkâr ile elbette.. Cündioğlu, “Bir şey öğretmeyen iftarlar” başlıklı makalesinde şu cümlelerle tasvir ediyor söz konusu o efkârı.. “Kur”an-ı Kerim Ramazan ayında nâzil olmaya başladı; Ramazan ayının bir gecesinde… mübarek bir gecede… kadir gecesinde…” Devamında, “Peki niçin Ramazanda insandan nefsini tutması, dizginlemesi isteniyor?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Düşünme/akletme yetisini faaliyete geçirip hiç değilse Kur’an’ın inişini anmak suretiyle “Hira’da Efendimizin yaptığı gibi” vaktini biraz da tefekkür ve tezekküre sarfetsin diye…”
‘Efkârımızın tercümanı’ Cündioğlu; “Ramazan ayı, en çok yediğimiz, içtiğimiz ve fakat buna mukabil en az düşündüğümüz, tefekkür ve tezekkürden en uzak olduğumuz bir ay… Aç kalmakla düşünme yetisi harekete geçenlerin değil, körelenlerin vakti nasıl öldüreceklerini bilmedikleri bir ay… bir eğlence dönemi… sanki insan maddeye, tüketmeye, açgözlülük yapmaya davet edilmiş gibi…” diyor ve şu cümlelerle bitiriyor söz konusu makalesini: “İnsana bilmediğini öğreten bir rabbin adı hürmetine oturduğunuz iftar ve sahur sofralarından kalkarken, lütfen daima kendinize sorunuz, “Ben şimdi ne öğrenmiş oldum?” diye. Ve unutmayınız ki o mübarek gece, o kadir gecesi, bilmediğinizi öğrendiğiniz veya öğreneceğiniz gecedir. O hâlde her geceyi mübarek bir gece, kadir gecesi yapmak sizin elinizde.” ( 07 Ekim 2007 Yeni Şafak)
“Aç olmakla değil ama, bile isteye aç kalmakla varoluş arasındaki güçlü bağlantı, çağdaşlarımız tarafından görülemiyor ne yazık ki” diyor, “Orucunu açarken tutabilir misin?” adlı makalesinde Cündioğlu.. (Yeni Şafak, 06 Eylül 2008) Devamında; “Tüketim toplumunda açlığın faziletlerinden konuşulabilir mi?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Ey talib, sorduğun için söylüyorum: Orucu ne kadar ve nasıl tuttuğun çok önemli değil, asıl önemli olan, orucu nasıl açtığın. Sen, Muhammed’in yetimlerinden ol, orucunu, asıl açarken tut!”
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com