BM, 2014 İnsani Gelişme Raporuna göre, “91 gelişmekte olan ülkede yaşayan yaklaşık 1,5 milyar insan, sağlık, eğitim ve yaşam standartları alanlarında tekrar eden yoksunluklar nedeniyle yoksulluk içinde yaşıyor. Yaklaşık 800 milyon insan da, herhangi bir zorluğun ortaya çıkması durumunda yoksulluğun pençesine düşme riski altında bulunuyor.”
“Bu olaylar biz insanlık ailesini şoke ediyor. Nasıl böyle şeyler oluyor? Dünyada herkese yetecek yiyecek var. Kaldı ki tarih boyunca insanlık hiçbir zaman birbirine yardım etmekten vazgeçmemiştir!” Bu cümleler de BM Genel Sekreteri Ban Kimoon’un, açlıktan ölmek üzere olanlara yardım için gerekli 2 milyar doları bulamamanın hayal kırıklığıyla yazdığı “Somali, Açlığın Korkunç Yüzü!” adlı makalesinden..
Özetle, 7 milyar nüfuslu Dünyada şu anda 12 milyara yetecek gıda üretimi yapılmasına rağmen, milyarlarca insan açlık sınırında yaşıyor.
“Dünyada kişi başına düşen gıda tüketiminin en yüksek olduğu ABD’de insanlar zayıflama rejimleri ve reçeteleri için yılda 35 milyar dolar harcıyorlar. Böyle bir düzende yanlış bir şeyler olmadığını kim iddia edebilir?” Bu bilgi de Alan Durning’in, Tüketim Toplumu adlı kitabının önsözünden..
“Onların tokluğu bizim açlığımızdır!” Bu cümle ise, Mike Haynes’in, “Kapitalizmin Yüzyılı” adlı makalesinden..
“ABD’deki genetiği değiştirilmiş “tohum” patenti üzerinden tekelleşen şirketler; “ne üretilecek, nerede üretilecek, ne kadar üretilecek, kaça üretilecek” sorularının yanıtlarını; patentleyip paketleyerek “dünya üretimine el koyuyor!” Küresel üretim sorununu, “bırakınız ihtirasla yapsınlar” çerçevesinde çözmüş gibi görünen liberal piyasa iktisadı; genetiği değiştirilerek raf ömrü uzadıkça insan ömrünü kısaltan paketlenmiş gıdalarını dayattığı toplumlara, “bırakınız ihtirasla alsınlar” bireyciliğini kamçıladığı reklamlarla hallediyor!” Bu haber de, NTV’nin belgesel kuşağından..
Yazıyı buraya kadar okuduysanız şayet, her ramazanda iftar vakti gökyüzünde yıldızlanan “Ey oruç; tut bizi!” mahya cümlesi, ışımıştır mutlaka sizin de gözlerinizde..
“Orucun Arapçası savm’dır, anlamı da tutmak’tır” diyor, Dücane Cündioğlu, “Orucunu açarken tutabilir misin?” adlı makalesinde ve devam ediyor: “Nefsi tutmaktır, tutulması gereken ne varsa ondan; yiyecekten, içecekten, şehvetten, öfkeden, kinden, nefretten, hasedden, sevgisizlikten, hayvanlıktan!”
Ali Ünal, “tutmayın kimseyi, bırakın yapsınlar” türü obez rejimleri eleştirdiği “Yeşeren Ümitler” adlı makalesinde, “İnsan, maddî tatminle baş başa bırakıldığında yedikçe acıkan, içtikçe susayan doymak bilmez bir varlık haline gelir” diyor ve ekliyor: “Bütün hayatı, bir türlü elde edemediği, etmesi mümkün olmayan bir tatminin peşinde koşmaktan ibaret olur. Bu da, ihtiyaçları sürekli arttırır ve artık insan, ihtiyaçlar bataklığında çırpınır durur. Liberal kapitalizm tam da budur. Bu, bencilliği doğurur; kaynaklar üzerinde sürekli çatışmayı; çatışma rekabeti getirir. Baştan sona yardımlaşma manzumesi olan hayatı bir çatışmadan ibaret gösterir. Ki bu da, kuvveti öne çıkarır ve hakkı kuvvete verir, kuvvete tapınmaya ve adaleti ihmale yol açar; insanı insanın kurdu yapar. Bu da emperyalizmin ta kendisidir.”
Bir ramazan iklimiyle insanlığımıza serilmiş, Tanrısal bir büyük sofradır dünyamız.. “Tanrı, ihtiyaçtan münezzehtir. Eğer Tanrı’ya yaklaşmak istiyorsan ihtiyaçlarını en aza indir!” diyor hikmet sahibi bilgeler.. Ve fakat ah! İhtiyaçlarımızı en aza indirmenin iradi duyumu olan Ramazan’da, ihtiyaçları çoğaltan tüketim toplumunun mabetleri alışveriş merkezlerinde, “metasal soğukluğu” nefesleyerek nefsi “açlığı” doyurmanın peşinden “hararetle” koşuşturmalarımıza atıfla ah! Gazetelerin “lezzet” sayfalarından, televizyonların “mutfak” ekranlarına, sıcak yemek kovuşturmalarımıza atıfla ah! Ah, insanlığımızın kurak sofralar trajedisine! Ah Ramazan’ın sıcak özüne yabancılaşan soğukluğumuza..
“Aç olmakla değil ama, bile isteye aç kalmakla varoluş arasındaki güçlü bağlantı, çağdaşlarımız tarafından görülemiyor ne yazık ki” diyor Cündioğlu da, Ramazan iklimini paylaştığı söz konusu makalesinde.. “Tüketim toplumunda açlığın faziletlerinden konuşulabilir mi?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Ey talib, sorduğun için söylüyorum: Orucu ne kadar ve nasıl tuttuğun çok önemli değil, asıl önemli olan, orucu nasıl açtığın. Sen, Muhammed’in yetimlerinden ol, orucunu, asıl açarken tut!”
Ramazan iklimini paylaştığınız iftar sofralarınız bereketli olsun..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com