Yakıcı güneş altında saatlerce uyuyakalmanın mahmurluğu ile gözlerimi açtım. Yaklaşık benden 100 metre ötede kıyıya yakın bir yerde beyaz tüllerle kaplı bir çardak yükselmişti. Ortasında ihtişamlı bir masa ve etrafında yine beyaz tüllerle kaplı sandalyeler… Büyük vazolar içinde devasa çiçekler… Hemen önünden başlayarak yola kadar uzanan kırmızı bir halı… Her iki kenarında cam fanuslar ve içinde yanan mumlar… Belli aralıklarla dizilmiş kemaniler… Mutluluğa şahit olmak isteyen dostlar… Nikâh memuru daha neler-neler…
Sahilde kıyılacak nikâh alanına dikkat kesiliyorum kırmızı halının ucunda kuğular gibi bir gelin. Bu kadarı fazla dedim, annem bana sürpriz nikâh düzenleyecek kadar gözünü karartmış olamaz dedim. Rüya tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Uyanmalıyım diye mırıldandığımı fark ettim. Doğruldum gözlerimi ovuşturdum, etrafıma bakındım. Hayır, her şey gerçekti.
Neyse ki ceketini giydikten sonra gelinin elini tutan damadı görünce şoktan çıkmıştım. Gelinle damat misafirlerin alkışları arasında kırmızı halıdan çardağa doğru yürüyor. Kemanlar Farid Farjad çalıyor. Havada aşk kokusu var ama damadın suratı öyle demiyor. Daha çok bu organizasyonda koyacağı masraftan olsa gerek, bir an önce bitsin de gidelim modunda. Haksız da değil sanki! “Ömrümde kaç defa evlenecem ki?” kamçısıyla ev kurma, eşyadır, takıdır, kuaförü, fotoğrafçısı, düğün salonu, organizasyonu, balayı derken her şeyin en iyisi alındı. Daha evlenmeden borç batağına saplandı. Neden? Çünkü hayatlarında bir defa evleniyorlar ve her şeyin eeennn iyisi olmalı. Neden çünkü kızımız en iyilerine layık.
Neyse nikâha dönüyorum, nikâh memurunun evlilik akdini okuması, damadın böğründen kopan evet-evet cevabı, atılan imzalar derken, patlayan havai fişekler, alkışlar eşliğinde misafirlerini selamlayan çiftler. Havai fişekler diniyor, yükselen müzik sesi ile birlikte çiftler ayakkabılarını çıkarıp kumun üzerinde çalışılmış dans figürlerini sergilemeye başlıyor. Tam bir Latin düğünü gibiydi. Fakat unuttukları bir şey vardı; özümüz. Bir düğün davulsuz olmaz. Demeye kalmadan kesilen keman sesleri, yankılanan zılgıtlar ve akabinde patlayan davullar. En az damat kadar mutlu Tahir ve Cemil abi ve ardından gelen 9 davulcu daha. Üşenmeden saydım; 11 davulcu… Çok da abartmaya gerek yok, muhtemelen kaynanasının adağı var 11 davulcu diye…
Tüm bu olanları uzaktan izlerken yakın zamanda evlenen arkadaşım geldi aklıma. Maddi durumu gayet iyi olan Süleyman, şatafatlı bir düğün yapmak yerine sade bir kutlama ile nikâh kıyıp eşi ile dünya turuna çıkmıştı. Tabi Süleyman bu tavrı ile Ziyagil ailesi ile birlikte beni de hayal kırıklığına uğratmıştı. Unvanına daha da önemlisi Ziyagil ailesine yakışır bir düğünü çok görmüştü.
Cehalet işte ya da cimrilik! Hâlbuki şöyle 11 papyonlu davulcu eşliğinde düğün salonuna görkemli bir giriş yapabilirdi. Yeri göğü inleten havai fişekler altında aylarca çalışarak öğrendiği Latin dans figürlerini Muhittin amcasına, Gülsüm teyzesine, mahallenin bakkalı Doğan’a, berberi Cem’e ve annesinin gün arkadaşlarına sergileyebilirdi. Hatta eşinin kuzeni Saciye ablanın kına gurubunda alnının ortasına kırmızı nokta koyup Hint müziği eşliğinde Kathak dansı yapmasını görebilirdi.
Bu kadar mı? Değil elbette. Mesela kat-kat yükselen düğün pastasının önünde garsonun ‘abi bıçak kesmiyor’ cilvesini, baldızının abartılı makyajının üstünde yükselen topuzuna rağmen memnuniyetsizliğini ve en önemlisi de yıllardır görmediği uzaktan akrabalarının kabilece gelip takacakları çeyrek altından da olmuştu.
Fakat o, herhangi bir amaca hizmet etmeyen bu şovanizm ve borç tuzağı yerine sadeliği tercih etmişti. Yok-yok bu cehalet olamazdı. Olsa-olsa cimriliktir. Halbuki ömürlerinde bir defa evleneceklerdi!!!
Mehmet CAN
Psikolog ve Aile Terapisti