Ölü Toprağı!

0
62

Günaydın sevgili okuyucularım uzun bir aradan sonra nasılsınız? Ancak bunca felaket yaşarken ülkemizde canımızdan can çıkarken, nasıl günümüz aydın olsun, nasıl “çok şükür iyiyiz” diyebilelim ki? Ancak yine de “Çok şükür Allah bundan geri koymasın” diyoruz. Öncelikle Bolu Kartalkaya Grand Otelde çıkan yangında yaşamını yitiren bütün kardeşlerimize sonsuz rahmet diliyoruz. Yakınlarına sabır “artık nasıl olacaksa?” Ve yaralılara acil şifalar. Hepimizin kanı donmuş sanki…

Bir sürü şey söyleniyor kafalar gündemden karma karışık! Yürekler sıkıntılı dillerde Allah beterinden korusun “dilekleri yürekten inim inim inleyerek geliyor ama diler lal. Ve biz hiç ekonomiye haksızlıklara adaletsizliklere kadın çoluk çocuk katilerine eline silahı alanın soğana çıktığı bir zamanda iken, onlardan söz etmeyi bir tarafa bırakıp hepimizi etkileyen felakete odaklanmış vaziyetteyiz.

Ben denizin gündeminde ne yazık ki bu kara gündemden ve acılı gündemden sonra  İskenderun var bu gün. Uzun zamandan beri şehir dışındaydım ancak geldiğimde İskenderun’da gördüğüm manzara sağlığımı ve moralimi birkaç kez daha en ağır şekilde etkiledi. Sahil boyunca uzanan biçimsiz, sıkıcı perdeler, yıkık dökük sokaklar, yerinden oynamış, resmen suikast silahları gibi kırık karolar. “Dikkat tehlikelidir” yazan doğal gaz kutuların öylece her durumda en ufak bir araba çarpması ile patlayacağı bir ortamda çırılçıplak durmaları. Evlerin fare yuvası olmasını sağlayan, döküntülerin, molozların, depremden beri öylece durması doğrusu en geri kalmış ülkelerde bile görülmemiştir ki bendeniz okuduklarımdan, gördüklerimden ki onlarda binlerce geçmiştir biliyorum. Şimdi sözünü ettiğim yer arka sokaklarda değil şehrin ortasında Mithat Paşa okul sokağında.

Okulun ara sokakları ki orda kuaförler, dershaneler ve sağlık ocakları bulunuyor, yani işlek bir sokak. Okul zaten yıkılmış, aradan geçen iki yılda yalnızca onun yıkılacak yerlerini yıkmışlar, tamir Allah’a kaldı artık, ondan yine söz etmeyeceğim en azından kendi duvarları arasında molozları. O sokaktan yaşlılar, çocuklar ve gençler her gün geçmek zorunda ve bu yolları, kaldırımları kullanmak. Ancak gerçekten üzerimize ölü toprağı serpiştirilmiş olmalı ki ne oradaki esnaf ağzını açıp şikâyet etmiş, ne dershaneye giden gençlerin umurunda olmuş, ne de öğretmek ve eğitmek için orda bulunan aralarda sigara tüttüren, telefonla konuşan öğretmen ve yörecilerin, oradaki apartman sakinlerinin, kırık kaldırmalara sandalye çekip sohbet eden diğerlerinin de umurunda değil.

Ki o sokakta günde en azından biri düşüyor ve onlar koşup kaldırmak zahmetine katlanıyorlar ama bir kişi “kardeşim neden deniz kenarını düzelteceğim derken resmen şehrin görüntüsünü katleden şimdilik asla ve katha hiç aciliyeti olmayan, yenilenmesine gerek olmayan yere dünyanın parasını dökenlere karşı durmuyor, şikayet etmiyor?

“Hakkınızı istemiyorsunuz. Öncelik, bu sık kullanılan ara yolların demiyorsunuz” Dün gelir gelmez birde baktım ki yaşlı bir bey yüzü gözü kan içinde o sokakta kaldırıma kapanmış üzerine üşüşmüş sigaraları elinden düşmeyen insanlar (kimsenin sigarasında keyfinde değilim, derdim yanlış anlaşılmasın) bu adamcağız Allah bilir kaçıncısı? Kırık olabilir, beyin kanaması geçiriyor olabilir? Belki siz, belki bendenizde onun yerinde olabilir yarın ya da daha yakın bir zamanda bunu hiç düşünmüyor musunuz? Belediye maşallah büyük işlerin ardında! Ara sokaklar kimin umurunda! Hala sağlığımız elvermediği için direk başkana çıkamıyorum ancak sizler bu işi çok kolay yapabilirsiniz. Belediye başkanının kapıları herkese açıkmış duyduğum kadarı ile. Yani bu sizin bendenizin ve herkesin önce kendimize, sonra ailemize ve sonra çevreye ve sonra vatana, millete karşı bir sorumluğunuzdur. Bu ülke hepimizin, bunu birilerinin anımsatması gerekmiyor, uyuyanları uyandırmak gerekiyor ve eğitimciler, düşünenler bunu yapmalı… Artık üzerimizden bu ölü toprağını hep birlikte silkeleyip sokağımıza, şehrimize sahip çıkmalıyız ki ülkemize yararımız olsun. Öyle “bana dokunmayan yılan” hikâyesini bir tarafa bırakalım o yılan artık herkese dokunabilir gün gelir.

Ve belediye; başkanına selam ve sevgilerimi sunarken; lütfen sorunun arkasından dolanmadan bu sokakların ve kaldırmaların ve çöplerin ve molozların kaldırılması için uğraşın artık. Valla insanlar bu pislikten ve farelerin istilasından gece evlerinde uyumak istemiyor. Yaşılar evde hapis  oluyor “düşerim bir yer de bitarafımı kıranım” diye… Lütfen azıcık empati, azıcık kararlılık, azık da  halkı düşünün. Sokaklar, aileler gibidir, yapıları değişince ahlak da değişiyor.

Ve sevgili okuyucularım gelir gelmez yine sert yazılar çıktı parmaklarımın ucundan ancak gerçekten artık fazla oldu her şey. Kocaman bir otel yanıyor, insanlar içinde cayır cayır, bunun sorumluları kim bile diyemiyoruz… Ama giden gitti, içimiz yandı, sorumlusu kim olursa olsun ancak önlem denen bir şeyler var değil mi?

Ve sevgili okuyucularım şimdilik her şeye rağmen sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum. Her zamankinden daha büyük bir birlik ve beraberlikle tek yürek, tek el… Yase

Günün Şiiri

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

(1949)

Necip Fazıl KISAKÜREK

Günün Sözü

Sakın Ola Köprüyü Geçene Dahi Olsa Ayıya Dayı Deme…
Olur ya  Köprünün Ortasında Yıkılırsa, Öbür Tarafa Ayının Yeğeni Olarak Gidersin.
Necip Fazıl KISAKÜREK

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here