Okulsuz toplum olur mu? İlk anda hatırımıza, II.Abdülhamit’in son Maarif Nazırı Mustafa Haşim Paşaya ait; “Şu okullar olmasa, maarifi ne güzel idare ederdim” nüktesi gelse de; insani ve toplumsal maruf değerlerin okulla kurumsallaşması yönüyle, okula kurumsal bir değer atfediyorsak, bu soruyu “olmaz elbette” şeklinde yanıtlayabiliriz..
Ve fakat ben, “olmaz olmaz deme, olmaz olmaz” ihtimali ve “olmamalı” gerekliliğinden hareketle; olabilirliğini iddia eden İvan İllich’in “Okulsuz Toplum” kitabı üzerinden konuyu tartışmak ve öncesinde de söz konusu kitabı bir anlamda özetleyen arka kapaktaki tanıtım yazısını veri bağlamında aktarmak istiyorum.. “İvan İllich, değerlerin kurumsallaşmasına karşı duran Okulsuz Toplum adlı yapıtında, var olan eğitim sistemlerinin açmazlarını gösterip; eğitim ve öğrenimin okul dışına çekilmesi ve toplumun okuldan arındırılması gerektiğine değiniyor. Verimsiz, tekdüze eğitim izlenceleri yerine; bireyler arası yakınlığı, tüketici olmak yerine doğaya karşı sorumlu olmayı geçirip; ‘bilgi’nin tekelleşip metalaşmasına karşı çıkarken, istenilebilir bir geleceğin evrensel ve insancıl eğitim biçimleriyle gerçekleşeceği üzerinde duruyor.” (Çeviren; Celal Öner, Oda Y. 2009, İst.)
Bu özeti içindekilerle birleştirdiğimde İllich’in, “insanın bireyselliğinin toplumsal bir kurum olan okulla zincirlendiği” iddiasından hareketle, “Okulsuz toplum olur mu?” sorusunun çengelini “Neden olmasın!” ünlemine dönüştürdüğünü söyleyebilirim.. Ve fakat yine de ben, llich’in, bu ünlem direğinin nedeni olan “neden” kelimesinin zincirinden kopartarak, (insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğu değer paranteziyle) okul tipi toplumsal kurumların değerini inkar noktasına kadar taşıdığını düşünmüyorum..
İvan İllich, değerlerin kurumsallaşmasına karşı duran bir tezle okulun işlevini sorgularken; Şerif Mardin, bizim okullarımızla ilgili tam tersini iddia ediyor ve “değerlerin kurumsallaşamaması” bağlamında “kültürümüzdeki hissedilir fakirleşmenin nedenlerinden birinin, kültürel arka alanlarının bulunmadığı” gerekçesinden hareketle okullarımız olduğunu söylüyor.. Devamında; “okul çocukları arasında üretilen beklentilerin hep yapmacık olduğunu, sonrasında da yapmacık kaldığını” vurguluyor ve adını da koyuyor: “Okullar müsamere toplumu üretiyor!” (s.81, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Y. 2002)
“Müsamere Toplumu” kavramının popüler dildeki karşılığı her ne kadar “mış gibi yapanlar” olsa da; ben, yüzeysel değerler sunumunun derinlikli tanımı anlamında “Gösteri Toplumu” olarak algılanmasının literatüre daha uygun düşeceği kanısındayım.. Bu bağlamda, (okullarda kurum kültüründen bi haber olmasına rağmen “mış gibi” yapan “şu okullar olmasa” türü yöneticiler de dahil eğitimcileri paranteze alarak) sayın Mardin’le paralel kanaatleri paylaştığımı söyleyebilirim.. İllich’in 1970’li yıllarda yazdığı “Okulsuz Toplum” adlı kitabında ise, “Şu okullar olmasa…” nüktesinden herhangi bir ize rastlamadım.. Buna mukabil İllich’in okulun işlevine yönelik eleştirilerinde, Şerif Mardin’in “okullar müsamere toplumu üretiyor” yargısına paralel, “toplumsal rollerin öğrenilmesi ve konumu okullaşmada siliniyor” (s.25) ve “okulda (rollerin) kılgısal (uygulamaya ait, tatbiki) değeri olan özelliklerle ilinti kurulmuyor..” (s.26) şeklinde cümlelere rastladığımı söylemeliyim..
İllich’in kitabının adı, her ne kadar yazarının okula karşı olduğu algısını oluştursa da, “Uluslar arası eğitim okulsuzlaştırma aracılığıyla başarılamaz; eğitim meselesine günümüz okul tipine uygun, almaşık yapılı kurumlarla girişilirse başarı kazanır.” (s.9) ve “Almaşık (alternatif) eğitim yolları araştırmalı, adını ‘okul’ koyduğumuz kavram üzerinde anlaşmalıyız.” (s.42) cümlelerine atıfla, onun eleştirilerinin, okulun kurumsal varlığından çok işlevine yönelik olduğunu düşünüyorum.. Okulun işlevsel tanımının; “üretilmiş bilgileri aktarırken yeniden üreterek çocukların zihinsel yetilerini süreç içerisinde olabildiğince geliştiren, kazandırılacak beceri ve yeteneklerle sosyal değişmeyi yönlendiren ve çocukları sürekli değişerek gelişen toplumsal yaşama hazırlayan sosyal kurumdur” şeklinde yapıldığını biliyoruz.. Bununla birlikte okulun işlevsel tanımında; her ülkenin dolayısıyla ulusun kendine özgü tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel yapısına uygun olan ve doğal olarak da ihtiyaçlarını karşılayan özellikler bulunduğunu (ki uluslararası okulsal etkileşim ve küresel benzeşime rağmen) bilmiyor da değiliz..
İllich ise okulu; “ideolojik bir eğitim veren, yerleşik düzeni benimsetmeye çalışan, otoriteye bağlı bireyler yetiştiren, mevcut hiyerarşiyi meşrulaştıran, eşitsizlikleri sürekli yeniden üreten bir kurum” olarak değerlendirmekte ve okulu “statükonun kalesi” olarak tanımlamaktadır.. İllich’e göre, “Okul öğrencide bilişsel gelişimi, rasyonel düşünmeyi, zihinsel bağımsızlığı sağlayamamaktadır. Dolayısıyla geleceğin toplumları okulsuzlaşmayı seçecektir.” İllich’in bu yargısının, günümüz internet dünyasında kısmen doğrulandığını kimse inkar edemez elbette.. Ve fakat bununla birlikte ben, “eğitime erişimde eşitlik de dahil” maruf değerlerin kurumsallaşması bağlamında okulların sorunlu da olsa toplumsal bir kurum anlamında ‘zorunlu’ varlığını sürdüreceği gerçeğinin de inkar edilemez olduğunu düşünüyor ve ikinci yarı yıl “okul” çalışmalarında tüm öğretmen arkadaşlarıma ve öğrencilerimize başarılar diliyorum..
Selam ve saygılar…