Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu pazartesi sabahı? Pazartesi sendromu sanırım bu mevsimde ve bu ayda daha çok yaşanıyor. Yazdan çıkamadık daha, okullar açıldı ve garip bir koşturma içindeyiz. Ödenmemiş kredi kartları, ev arayan gençler, yeni okulları ile tanışacak olan çocuklar. Aileler hem geçim sıkıntısında hem de her şeyin en güzelini sunmak derdinde çocuklarına ve bütün bunlar sinirleri gerdikçe geriyor, kimisi battı balık diyor çok takmıyor kimisi çok fazla takıyor, sonuçta kim nasıl tavır takınırsa takınsın yinede bu mevsimde pazartesi sendromu yaşanır diyorum ben.
Hiçbir şeyden olmasa mevsim zaten artık sonbahar olması dolayısı ile hüzün yüklüdür, sıcaklar bu hüznü gölgelese bile yinede engelleyemez belli belirsiz bir hüzün yüklenir herkes özellikle yaz aşklarından ayrılıp okul telaşına düşen gençler, sanırım bu hüzün en çok onların hakkı. Ama hüzünlü takılmanın nasıl, eksantrik bir yanı var anlatamam.
Nasıl hoştur, nasıl acı doludur, nasıl kırılgandır ve özeldir sanki dünya yalnız onun etrafında döner hüzün sahibinin. Sahibi diyorum çünkü öyle hüzünlü takılmak herkesin harcı değildir ha. Önce öyle bir romantik duygulu yanınız olacak, düş gücünüzde geniş mi geniş… Sahi siz hiç hüzün takılmadınız mı bir kez bile yaşamınızda? Ben takıldım ya hem de defalarca ve her mevsim dönüşünde üstelik öyle ah vah romantiklerinden olmadığım halde, düş kurup düşlerle yaşamadığım halde.
Ve iyi ki olmuşum ve olacağım valla. Belki kaygısız ömrümün en büyük hüznünü o yazlarda yaşadım, yalnız paylaşımsız ve dayanılmaz bir hazla (acaba salak mıyız mazoşist miyiz neyiz anlamıyorum ya, acayip ağrı çekiyorsun bir yandan? Ama bundan hoşnutsun?) ama olsun. Bence böyle bir hüzün yaşamayanlar çok büyük bir şey kaybediyorlar!
& & & & &
Ve o hüzünlü takılanlar ve yaşam kaygısı nedeni ile hüzünlü olmaya zaman bulamayanlar yinede pazartesi sendromu ile uyanabilirler diyorum.
Yani aranızda en kaygısız olan ben bile, (yani hayatı her zaman tatil olan, ancak asla kaygısız olmayan) pazartesi sendromu yaşarım çoğu zaman. Ama ne tuhaf pazartesi geçti mi hafta bitti oluyor? Ne kadar kaygılı olsa da ne kadar hüzün takılsa da kişi… Ama ben diyorum ki sevgili okuyucularım kendinizi öyle şiş bir surat hafif sinirli ve isteksiz mi algılıyorsunuz zorla yataktan kalkamıyor işte pazartesi sendromu hemen duşa girin. Valla en güzel yolu, güne bir duşla başlamak, öyle şarıl, şarıl akan suların altında durarak kaslarınızı gevşetmeye çalışmak inanın çok iyi geliyor. Yani bende böyle yapıyorum. Gündüz sendromunun temelleri gece atılır o geceler yok mu? Bazen düşsel bazen bomboş…
& & & & &
Gece Sesleri
Gece seslerini dinliyorum şu an. Gece sesleri, gece kokuları gibi, gizemli eksantrik, bazen korkutucu bazen düşsel. Ve gece ne kokuyor biliyor musunuz? Yanık kokuyor, yanık, nerden gelir bu yanık kokusu nereye gider? Boğazım kavruluyor. Oysa Gazipaşa’da geceler çiçek kokar, gece çiçeği var adı ne bilmiyorum ama kokusu yayılır havaya ve sanki avucunuzun içinde ezilmiş gibi taze çam kokar hava, denizin kokusuna karışıp gelip odama dolar. Bazen bu kokuların bana özel olduğunu sanıyorum, çünkü “ezik fesleğen, ezik çam kokusu geliyor burnuma” dediğimde yüzüme bakıyorlar, bunlardan haberdar bile değiller ne garip değil mi? Peki ama buradaki gecelerin yanık kokusunu yine yalnız ben mi alırım ki uyuyamam geldiğimden beri? Sanıyorum yine evet. Bir ödül ve bir ceza gibi?
Ve gece sesleri… Gece sesleri çok yoğundur önce vicdanınızın sesi en yüksek perdeden, kulaklarınızda çınlar, onu susturmak mümkün değil. Burada oturmuş gece fısıltılarının vicdanımın sesini susturmasını bekliyorum, bir köpek havlasa uzaktan, yok, yalnızca fısıltı dinliyorum sürekli birileri fısıldaşıyor, kalkıp sarkıyorum karanlık sokağa hiçbir yerde ışık yok peki bu fısıltılar nerden geliyor?
Gazipaşa’da fısıltılara karışan denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi vardır “vuv vuv.” Ve bazen aşağıdaki fulyaların sesi gelir kulağıma, gece böceklerinin ve aniden ortaya çıkan traktörlerin homurtuları ve ben çok erken özlemeye başladım yeni geldiğim yeri! Ve şimdilik hoşça kalın demeliyim. Sağlılık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Bugün 9 Eylül, pek çok önemli tarihi olayın yaşandığı özel bir tarih aynı zamanda… İzmir’in kurtuluş CHP’nin de kuruluş günü…
İzmir’in Kurtuluşu
9 Eylül 1922’de, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nin kazanılmasının ardından Yunan Ordusu’nu önüne katan Türk Ordusu işgal altında bulunan İzmir’e girdi. Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kurtuluş Savaşı’nın son evresi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar–Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk Ordusu’nun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır. Sonradan 9 Eylül günü, ‘İzmir’in Kurtuluş Bayramı’ ilan edildi.
CHP’nin Kuruluşu
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan ve Atatürkçü, sosyal liberal ve sosyal demokrat siyasi görüşünü benimsemiş olan Türk siyasî partidir. Çok partili düzene geçiş sürecinde tek parti iktidarını sürdürmüş ve Türkiye’de en uzun süre iktidarda bulunmuş parti olan Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak da anılır.
‘Halk Fırkası’ adıyla kurulan partinin adının başına 1924’te ‘Cumhuriyet’ sözcüğü eklenmiş, daha sonra 1935’teki 4. Kurultay’da bugünkü ‘Cumhuriyet Halk Partisi’ adı benimsenmiştir.
12 Eylül Darbesi’nin ardından, o dönem Bülent Ecevit’in genel başkanlık yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış; daha sonra 3821 sayılı yasaya dayanarak, kuruluşunun 69. yıldönümü olan 9 Eylül 1992 günü tekrar açılmıştır.
CHP, kurucusu ve ilk genel başkanı Atatürk’ün vasiyeti ile tasarruf haklarını CHP’ye terk ettiği Türkiye İş Bankası’nın bir bölüm hissesinin de sahibidir. CHP’nin tasarruf hakkına sahip olduğu %28,1’lik orandaki bu banka hisselerinin kazancı, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na aktarılmaktadır. Günümüzdeki genel başkanlığını Kemal Kılıçdaroğlu yapmaktadır.
Günün Şiiri
Kuş Mitingi
Sonbahardan sonra ağaçlar
Hep duman açar Ankara’da
Saksılarda yeşil bir yalnızlık
Uzayıp gider ev tutsaklığında
Kış boyu rüzgârsız ve çiçeksiz
Ne gün kalır güneşin yüreğinde
Ne şafak ne sabah
Kar altında dilsiz ve sessiz
Bir tohum gibi bekler baharı
Taş üstünde topraksız çaresiz
Sonbahardan sonra Ankara’ya dair
Hep aynı sözler söylenir
Ama yağmur
Yine utanır yağarken
Kar yine yağmadan kirlenir
Sonbaharda sonra Ankara’da
Yalnızca kuşların isyanı vardır
Bakarsınız bir akşamüstü
Bütün ağaçlar kuş açmıştır
Ve gökyüzü meydanında
Kuşdilinde bir miting başlamıştır
Bir çığlıktır artık yaşanan
Sözcükler yetmez anlatmaya
Notalar fırçalar susar
Çünkü mitingden sonra kuşlar
Kırıp kanatlarını
Ankara’ya ölüm bırakırlar
Adnan YÜCEL
Hangi Günün Yüzyılı
Sancısını yaşıyorsun kaç zamandır
Yeni bir güne sevinçle başlamanın
Yoluna ışık tutan sözcükler
Var mı o günün ışıltılı kanatlarında
Rüzgâra dost olan soluklar var mı
Altını çize çize soruyorsun nedense
Ki hep aldatmış olduğun kendine
Adın çoktan çocuğa çıkmış oysa
Çoktan anlaşılmaz olmuşsun
Şu güzel ömrün tam ortasında
Kuşları sora sora düşen yapraklarda
Ey çılgın
Kanadı kırık her kuşa
Kanat olmaktan yorulmuşsun
Bulutları çarpışa çarpışa yorgun
Bir gökyüzüdür artık gülüşün
Adnan YÜCEL
Günün Fıkrası
Çenesi düşük geveze ve sevilmeyen bir adam, bir iş adamını ziyaret etmek istemişti… Sekreter, hemen yolunu kesti: “Kusura bakmayın, patron burada değil…”
“Hayır, patron burada..Yalan söylüyorsun….”
Patron burada değil derken, sekreterle tartışma hızlandı ve gerçekten içerde olan patron dayanamayıp dışarı çıktı: “Haklısın gel bakalım… Ama merak ettim, sekreterim ısrar ettiği halde, benim burada olduğumu nereden bildin?”
“Bundan kolayı ne ki… Kapıdan içeri girince, bir de ne göreyim: Sekreterin ne saçlarını tarıyor. ne rujunu tazeliyor, ne de kitap okuyor, veya örgü örüyor, harıl harıl, ateş gibi çalışıyordu…”
Günün Sözü
Haksızlığa sapıp bütün insanların senin peşinden gelmeleri yerine, adaletli davranıp tek başına kalman iyidir.
Gandhi