Baharın hemen öncesinde, havada, suda, toprakta birer hafta aralıklarla gözlemlediğimiz sıcaklık yükselişlerinin oluşumuna düşürdüğümüz mecazın adı; cemre.. Ve fakat ben, cemreden önce, “sıcaklığı” yazmak istiyorum gerçeğiyle mecazıyla ..
Bir özün yangınından, “yakmayacak kadar ısı verme veya alma” gerçek anlamı yanında, “dostça olan, sevgi dolu” mecaz tanımıyla da kayıtlıdır duyusal içeriğimizde sıcak sözcüğü.. Buna mukabil, duyusal kayıttan daha fazlasını özümsetir bize sıcaklık algımız.. Ki, o fazlalıkta farklılaşır zaten algılarımız.. Her ne kadar farklı algılasak da sıcaklığını, duyusal içerikte kayıtlı özün kaybolmaz anlamı.. Güneşi örnekleyebiliriz bu anlamda.. Düşünelim dağın taşından toprağın yüzüne, denizin tuzundan yağmurun izine doğanın güneşten aldığı ısıyı.. Duyusal içerikten daha fazlasını özümsemiyor muyuz mevsimlerde resimlenen güneşli sıcaklık algılarımızda?
İşte algıladığımız o güneşli sıcaklıklardan biridir cemre.. Üç cemre düşer, bahara koşan takvimlerin yapraklarına.. Kar, kış yüreklerdeki küllenmiş ateşe düşer üç kor gibi.. Düşer 20 Şubatta havaya, yükselir sıcaklığı mevsimdeki resimlerin.. Yükselir sıcaklığı gökyüzünün, bulutların, ayın, güneşin, yıldızların.. Düşer 27 Şubatta suya, akar sımsıcak hayata nehirler, kucaklar sımsıkı kollarında.. Ayrılığın erir buzları, kavuşur hasretine denizler.. Yunuslar düğün kurar okyanuslarda, sökülür köpek balıklarının dişleri.. Ve düşer 6 Martta toprağa, kırılır kolu kanadı soğuğun.. Isınır dağ taş.. Sevinir kurt kuş, börtü böcek.. Baharda su yürür dallara.. Güneşli sıcaklarda yeşerir dallar.. Sürgünler uç verir bir o yanında bir bu yanında.. Işkınlar açar çiçekli mevsimler ufkunda.. Eser rüzgar, tozlaşır çiçekler.. Meyveli düşünceler sevinciyle korur yeşil yapraklar,. Gülümser çağlalar..
Ve fakat ah! Henüz çiçekli mevsimler ufkundayken, “gazele” dönüşür bazı yapraklar.. Koruyamaz meyveye koşan çiçekleri.. Meyvesiz kalır dalından düştüğü ağaçlar!
Ya, öğretmen dünyamızın doğasına düşen cemreler? Yoksa Köy Enstitüleri mi? Mecaz mı? Hayır, değil! 17 Nisan 1940 tarihli bir gerçek.. Bir gerçekti elbette çiçekli mevsimler ufkunda Kepirtepe’den Clavuz’a, Akçadağ’dan Çifteler’e, Ortaklar’dan Beşikdüzü’ne, Akpınar’dan Düziçi’ne, Gönen’den Gölköy’e, İvriz’den Dicle’ye toplamda 21 enstitüden meyveli düşünceler sevinciyle mezun olan on yedi bin öğretmenin cemreleyin düşmesi eğitim dünyamıza.. Bir gerçekti elbette “Bizim Köy” adlı eseriyle Türk edebiyat, sanat ve kültür dünyamıza düşmesi Mahmut Makal’ın.. Bir gerçekti, Talip Apaydınlar, Fakir Baykurtlar, Mehmet Başaranlar, Ali Dündarlar, Emin Özdemirler, Adnan Binyazarlar, Ali Yücelerle cemrelenmesi havamızın, suyumuzun, toprağımızın..
Sözüyle, özüyle, ezgisiyle, çizgisiyle yazgısıyla ulusal sanatçılarımızdan Bedri Rahmi, “Köy Edebiyatı” diye dudak bükenlere karşı bir şiirinde şöyle diyor: “Herifçi oğlu Sen Mişel’de koyvermiş sakalı, Neylesin Bizim Köyü, Nitsin Mahmut Makal’ı..” Bedri Rahmi’nin, “Kirazın derisinin altında kiraz, Narın içinde nar, Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var..” dizeleri, Köy Enstitüsü mezunlarının hayatı aynı zamanda.. Ne diyor Bedri Rahmi? “Ressamım, Yurdumun taşından toprağından gelir nakışlarım, Taşıma toprağıma toz konduranın, Alnını karışlarım.. Şairim, şair olmasına, Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, Ayak seslerinden tanırım, Ne zaman bir köy türküsü duysam, Şairliğimden utanırım..”
“Ey benim öğretmen okulum” betimlemesiyle yazabilirim artık meslek hayatımla yaşıt Öğretmen Dünyası Dergisi’ni.. Yazabilirim gerçeğin mecazıyla; “Ey benim seksenli yılların uzak dağ köylerinde ışığım, suyum, yolum” cümlelerine, “ışığıma, suyuma, yoluma düşen on yedi nisanlar cemresi Öğretmen Dünyam..” cümlelerini ekleyerek..
“Eğitimde Günceli Yorumlamak” başlıklı yazıya “yorum” düşen “Aydın Karataş” öğretmenimin adını “Öğretmen Dünyası Dergisi” ile birlikte okuyunca, canlandı gözlerimde otuz küsur yıl öncesinden cemreli hatıralar.. İsmiyle müsemma Aydın Adalet öğretmenim tanıştırmıştı zira Samsun Çarşamba’da Öğretmen Dünyası adlı dergiyle beni.. Çalıştığım Döngel köyünden Rize’ye çay toplamaya giden mevsimlik işçileri anlatan “Göç” adlı şiirimin yayınlandığı 1983 Temmuz tarihli 43.sayısının kapağında Fakir Baykurt’larla, Talip Apaydın’larla birlikte görünce adımı, binlerce cemre düşmüştü gözlerime, yüreğime, ellerime.. Yollarıma da elbette.. Ne zaman Öğretmen Dünyası Dergisini elime alsam, düşer dilime Zeki Sarıhanlı cemreler.. Çiçeklenir kelimeler.. Meyvelenecek sanırım.. Ve ne zaman Köy Enstitülü bir öğretmen eseri okusam, öğretmenliğimden utanırım..
“Yaşadığım bir yol türküsüdür mesleğim..” cümlesiyle başlamıştım öğretmenler gününe atfen yazdığım “Yol Adamı Olmak” başlıklı yazıya.. Arif Damar’ın “Yol Yorgunu” adlı şiirinden; “Bana bir türkü öğretsen, Ayın aydınlığında söylesem, Gecenin karanlığında söylesem, Yağmur yağınca söylesem.. // Hem yürüsem hem söylesem, Hem söylesem hem yürüsem” dizelerini aktararak bitirmiştim söz konusu o yazıyı.. Öyle bitirmek istiyorum yine.. Kitaplığımın cemresi “Öğretmen Dünyası Dergisi’ne” sevgilerimle elbette..
Selam ve saygılar…