Değerli Okurlarım, öğrenmenin birçok şekilleri bulunmaktadır. Kendini iyi tanıyan bir kişi, hangi biçimde daha iyi öğreniyor ve başarılı oluyorsa, onu peşini bırakmamalı, sonuna kadar devam etmeli. Doğuştan beraber getirdiğimiz özelliklerimiz vardır, her geçen yıl daha da belirginleşir, yaşam biçimimiz halini alır.
Yaşamım boyunca hep yazarak öğrenmeyi benimsedim. Öğrenciyken hep not tuttum ve o notlarım hala ilk günkü gibi durmakta, yeri geldiğinde yararlanmaktayım. Hayatın kolaylaşması için de, nasıl öğreneceğimizin biçimini geliştirirsek zorlukları kolaylıkla yenmiş oluruz. Fakat her insan yazarak öğrenmeyi yeğlemez. Bu şekilde de, öğrenmenin çok yolları olduğu gerçeği anlaşılıyor.
Düzenli kişiler gördüklerini daha çabuk kavrayabiliyorlar. Görsel malzemeler kullanarak daha sağlıklı öğrenmeye ağırlık veriyorlar. Birçok sanatçıların sesli düşünerek rollerini ezberledikleri bilinen bir gerçek… Bazı öğrenciler de, ders anlatan hocalarına tam konsantre olarak, anlatılanları öğrendikleri gibi, unutmuyorlar da. Bu da değişik bir öğrenme biçimi.
Ancak, başka öğrenme şekillerine de başvurmadan, sadece dinlemek suretiyle başarılı olmanın söz konusu olmayacağını da hemen belirtmeliyim.
Hareketle öğrenmeyi yeğleyenler ki; buna günümüzde buna kinestetiklerde deniliyor. Örneğin, bir futbol takımının nazari derslerden sonra, onları antrenmanlarda fiilen uygulayarak öğrendikleri gibi… Burada anlatmak istediğim şudur; Nazari bilgiler ne kadar iyi olursa olsun, zemine basarak, dokunarak, bildiklerine hareket katarak, duyduklarını ve bildiklerini daha da pekiştirirler.
Sonuç olarak, öğrenmenin kurallarıyla iç içe olur, hangi biçimde daha iyi öğreneceğimize karar verirsek, öğrenme ve hatta hatırlama konusunda zorlanmayız ve de zorluk çekmeyiz. Öncelikle kendimizi iyi tanımak ve hangi biçimde daha iyi öğreneceğimize karar vermek şarttır. Öğrenme biçimlerinin hepsinde (okuyarak öğrenmek dahil) kafamızda değişik sorunlar olmayacak, yani konsantrasyon tam olacak. Böyle olursa, hangi biçimde öğrenebiliyorsak, onu uygulayarak başarıyı yakalarız.
Öğrenme isteği, insanlarda büyük bir heves ve bir dürtüdür. Bu önemli dürtü, zaman-zaman yalnızlığı bile unutturur. Tek kişilik yalnızlık bilimsellikle, ya da güzel uğraşılarla en aza indirilebilir ama iki kişi olup da “Yalnızlık” çekenlerin durumları hiç parlak değildir.
Hatırlayacağınız gibi, arada bir altını çizerek söylüyorum, ‘AŞK ya da FUTBOLL karın doyurur mu?’ diyenler var ya, işte onlardan söz ediyorum. Onların öğrenme biçimleri, şekilleri de yoktur…
Mutlu olun, mutlu kalın. SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Erozyonun Nedenleri
Değerli Okurlarım, insanoğlu tüketici olmanın yanı sıra, üretime katkıda bulunmaz, bu hayati konuya gözünü kapatırsa, kısa süre sonra su açığının kapatılamaz biçimde kendini göstereceğini maalesef söyleyebiliriz.
Bu vurdumduymazlığımızın yanı sıra, günümüzdeki hızlı nüfus artışı, kaynakların azalması, tabiata karşı yapılan kabul edilemez müdahaleler, insanların sağlığını da olumsuz yönde etkilemekte ve gelecek için endişe oluşturmaktadır. Bizi yönetenlerin “Her aile mutlaka üç çocuk sahibi olmalıdır, gemi satın alırsınız” demelerine de bir anlam veremiyorum.
Gezegenimizin enerji dengesi iyi ki insanların elinde değil. Maazallah öyle olsaydı, yaşlı dünyamız çoktan yok olmuştu. Bildiğiniz gibi, dünyamızda çok önemli bir ekosistemi oluşturan Kuzey ve Güney Kutup bölgeleri, güneş ışığının %50’ye yakın bir bölümünü uzaya yansıtarak gezegenimizin enerji dengesinde önemli rol oynar. Bu nedenle iklim değişikliği konusunda bu iki kutup bölgesinin önemi çok büyüktür. Sık-sık erozyondan söz edilir, nedenine bakalım. Yeryüzüne inen suların işlevi de önemlidir, şöyle sıralayabiliriz…
-Bitkiler tarafından terleme suretiyle su buharı olarak atmosfere geri döndürür.
-Eğer bitki örtüsü tahrip edilmişse, yüzey suyu olarak kalır ve akarak nehirlere, oradan da denizlere ulaşır. Birçok sel felaketi bitki örtüsünün ve ormanların yok edilmesi sonucu meydana gelmiştir. İşte erozyon bu şekilde oluşur. Akan toprakla birlikte, milyarlarca faydalı canlı organizma ve mineral kaybı bu durumda söz konusudur.
-Eğer ormanlar, (özellikle yaprak döken ormanlar kayın, gürgen, dişbudak, meşe ve alıç gibi) mevcut ise yağmur ve kar suları yavaş yavaş süzülerek yer altı haznelerine ulaşır, en ideal sistem de budur. Ülkemizde TEMA Vakfı dışında bu işlerle uğraşan bulunmamaktadır.
-Bitkiler tarafından tutularak dokularında biriktirilir ve böylece bizim cömertçe harcadığımız suları yani hayat kaynağını oluşturur.
Efendim, deniz ve tatlı su ekosistemlerinde karalardaki gibi coğrafi sınırlarla belirlenecek bölgeler yoktur. Bu sistemlerde canlı hayat çeşitliliği daha çok ışığa ve derinliğe göre dağılım gösterir. Gel-Git alanı, en yoğun olarak okyanusların kıyılarında bulunur. Öğrencilik yıllarımızda med-cezir deniliyordu, gel git kulağa daha hoş geliyor. Ülkemiz kıyılarında gel git hadisesi yok gibidir.
Neritik alan, denizlerde 200 m. derinliğe kadar rastlanan türleri barındırır ve bu alana da Kıta Sahanlığı da denir. Doğal olarak daha derin sularda da canlılar mevcuttur.
Bu alanlar, bazıları ışık saçan omurgasız ve çok değişik görünümde balık türleriyle doludur. Bu sistemler daima karanlıkta olduğu için yeşil bitkilerin yaptığı fotosentez yerine, bakterilerin meydana getirdiği kemosentez derin bölgelerde hayat sürdürür.
Denizde yaşayan canlıların hayat adresleri de vardır. Denizin çok dibinde yaşayanlara “BENTİK” grup, pelajik bölümde ise, yani serbest su kütlelerinde canlılar, Hamdi palamut, lüfer gibi bizlere hiç de yabancı olmayan balıklardır. Aslına bakarsanız, okyanus derinlikleri başlı başına, apayrı bir dünya! O muhteşem dünyayı çıplak gözle görebilmemiz doğal olarak mümkün değil. Sadece profesyonel dalgıçlar görmekte ve görüntülemektedirler.
Mutlu olun, mutlu kalın. SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Güzel Yaşamak Zor
Efendim, biz insanlar rahatlığa çok çabuk alıştığımız gibi, her şeyin de en iyisini isteriz. Bu bizim yapımızda doğamızda var. Haklı olarak bayanlar saçlarına çok önem verirler. Saçlarının bakımlı olması için de iyi şampuan kullanmaya ve kuaföre gitmeyi ihmal etmezler. Tabi bu da onların en doğal hakkıdır. Ancak…
Yoğun şehir hayatı, yaşadığımız stres ve yorgunluk, yaptığımız rejimler, hava kirliliği, yıkandığımız suların pis ve aşırı klorlu olması, özellikle bayanların saç ve deri sağlığını tehdit etmektedir. Buna ilaveten, beceriksiz kuaförlerin de varlığını itibara alacak olursak, kadınlarımızın bu konuda ne kadar zorlandığını anlayabiliriz.
Hava kirliliğini belki önleyemeyebiliriz. Stresin de hemen çözümü olmayabilir. Fakat bazı etkenlerin çözümü oldukça kolaydır. Nasıl mı?
Şampuandan başka sabun kullanmayan, kuaförden başka da kimseleri tanımayan kadınlarımıza, çok kolay, ucuz ve kullanışlı bir önerim olacak. Lütfen yeşil sabun kullanın. Onu çağdışı sanmayın, her zaman geçerlidir. Kullananlar bilir, siz de deneyin. Siz bilirsiniz.
Günün Sözü
Öğrenme İsteği Bir Dürtüdür!
Öcal’dan İnciler
Sadece Dinlemekle Başarılı Olunmaz!