Klinik Psikolog Metin Karaahmetli, Halk Arasında “TAKINTI” Olarak Bilinen ‘Obsesif Kompulsif Bozukluk’ Hakkında Önemli Uyarılarda Bulundu…
“Obsesif Kompulsif Bozukluğuna Dikkat Edin!”
İskenderun’da hizmet veren Toprak Psikoloji ve Dil Konuşma Merkezi, Obsesif Kompulsif Bozukluğuna (OKB) dikkat çekti.
Halk arasında takıntı hastalığı olarak bilinen obsesif kompulsif bozukluğu ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan Klinik Psikolog Metin Karaahmetli, birçok obsesif kompulsif çeşitliliği olduğuna vurgu yaptı. Obsesif kompulsif bozuklukta tedavinin en az 6 ay olduğunun altını çizen Karaahmetli, çözümün doğru psikoterapi olduğunu kaydetti.
“Türkçe Karşılığı Yok”
Bu hastalığın halk arasında ‘takıntı’ olarak bilindiğini ifade eden Toprak Psikoloji ve Dil Konuşma Merkezi Klinik Psikolog Metin Karaahmetli; “Halk arasında takıntı haslığı olarak bilinir, Klinikte kullanılan ismi Obsesif Kompulsiftir. Türkçeleştirirsek eğer Obsesyonlara saplantı Kompulsiyonun tam Türkçe karşılığı yok ama zorlantı diyebiliriz. Saplantı, belirli duygu ve düşüncelerin kişinin iradesi dışında zihninde sık sık tekrar etmesidir. Obsesyonlar kaygıyı tetikler o kaygılardan kurtulmak adına eyleme dönüşen davranışlar ortaya çıkar, davranışların amacı tehdit algısından kurtulmak için alınan tedbir olarak düşünebiliriz, Bu duruma da zorlantı (Kompulsiyon) denir” şeklinde konuştu.
Bulaşma Obsesyonuna Dikkat
Bu hastalığın bir çok çeşidinin olduğunu söyleyen Karaahmetli, en yaygın obsesyon türünün ‘bulaşma’ obsesyonu olduğunu kaydetti. Bu hastaların pislik kapacağına dair engellenmesi zor düşünceler içerisinde olduğunu belirten Psikolog Karaahmetli; “Birçok OKB çeşitleri vardır. Örneğin emin olamama, başka bir adıyla şüphe obsesyonları üzerinden örnek verebiliriz. Bazı insanlar yaptıklarından emin olamazlar, yapmışlarsa bile sık sık kontrol etme ihtiyacı hissederler. Evinden çıkan birisi acaba ütünün fişini çektim mi? Ocağı kapattım mı? Kapıyı Kilitledim mi? gibi düşüncelerle boğuşur…
Bu düşünceler bir süre sonra baş edilmez hal aldığında kişi huzursuz olur, kaygısı artar, Kaygısını hafifletmek ve tedbir almak adına evine gidip kontrol eder. Bu davranış onu rahatlatır. Bu düşünce ve davranış baş edilmez bir hal aldığında, kişinin sosyal yaşamını, iş hayatını etkilemeye başladığında o zaman Obsesif Kompulsif Bozukluk diyebiliriz. En yaygın Obsesyon türü, Bulaşma Obsesyonu zannediyorum ki OKB hastalarında bulunma oranı %45-50 olması lazım. Bu kişilerde mikrop, kir, pislik kapacağına dair engellenmesi zor düşünceler gelişir, önlem almak adına bu kişiler mikrop, kir kapacak ortamlardan kaçma davranışı sergilerler. Bunlar dışında, Dinsel, Cinsel, İstifçilik biriktirme, Somatik Obsesyonları da sayabiliriz” dedi.
Doğru Adres Ruh Sağlığı Çalışanları
Obsesif Kompulsif Bozukluğunun nedenleri hakkında soruları yanıtlayan Karaahmetli, bu duruma birçok neden sıralanabileceğini söyledi. Ruhsal bir problem yaşandığında önemli olanın ruh sağlığı çalışanlarından alınacak destek olduğuna dikkat çeken Karaahmetli, açıklamasının devamında şu ifadelere yer verdi; “OKB için birçok neden sıralayabiliriz. Örneğin, Psikanalizin kurucusu Sigmund Freud 1913’lü yıllarda ilk bilimsel hipotezleri ortaya atmıştır. Freud, obsesyonları tanımlarken anal dönem dediğimiz 2-4 yaş dönemine vurgu yapmıştır. Düşünün ki yeni doğduğunuzda dış dünyaya dair hiçbir kural yoktur, sadece haz vardır. Ağladığınız zaman, anneniz sizi beslemeye başlar, sosyal kurallar yoktur, el üstünde taşınırsınız.
Oysa 2 yaş, yani anal döneme girdiğinizde artık eğitimler başlar, kurallar ortaya çıkar. Yürüme eğitimi, konuşma eğitimi, tuvalet eğitimi gibi, çocuğun dünyasını haz dünyası diye adlandırırsak yanlış demiş olmayız. Örneğin çocuk dışkısını tutar bundan haz alır, evi dağıtır, canı istediğinde bağırır ve bunlardan haz alır, sevgi nesnesi olan anne çocuğun hazzını erteme eğilimindedir, aslında annenin dünyasında çocuğu gerçeğe yani toplumsallaşmaya çeker. Kurallar koyar, her şeyi sıralı yapmasını ister.
Bu durumda bir iktidar savaşı başlar. Haz dünyası ile gerçeği değerlendirme arasında bir çatışma başlar, çocuk itaat eder ve hazzını erteler. Örneğin dışkısını tutmaktan haz duyan çocuk annesinin cezalandırması ihtimaline karşı dışkısını tutabilir. Bu duruma anal tutuculuk denir, Anal tutucu karakterler düzenli, tutumlu, inatçı olabilirler. Freud OKB’yi tanımlarken anal döneme gerileme, saplanma olarak tanımlamıştır.”
En Önemlisi Kural Koyma!
Bu hastalıkta kural koyma şeklinin büyük önem arz ettiğini belirten Karaahmetli; “Aslında kuralı koyma şekli çok önemli. Kurallarda ölçülü olmak önemlidir. Örneğin, anne ile çocuk arasında zaferin bazen anne bazen çocuk tarafından kazanıldığı bir savaşı başlatabilir. Eğer anne çok kesin bir tutumla çocuğu suçlar ve cezalandırırsa çocuk, suçluluk duyguları ve itaat etme zorunluluğu ile öfke ve karşı koyma isteği arasında bocalamaya başlar. Anne ile etkileşiminde çocuğun karşı koyduğu şey yasaktan çok bu yasağa ille de uymasının beklenmesidir. Biyolojik yaklaşıma göre beyindeki seratonin adı verilen nörotransmiter ile Obsesif Kompulsif arasında bağlantı bulunmuştur. Beynimizdeki bazı bölgeler seratonin dengesizliğinden etkilenebilir, Seratonin dengesizliği OKB’ye neden olabilir. Bu faktörler dışında birçok teori ve etkenler vardır” dedi.
Doğru Tedavide %80 Sonuç
Eski zamana oranla ruh sağlığı alanında büyük değişimlerin yaşandığına vurgu yapan Toprak Psikoloji ve Dil Konuşma Merkezi Klinik Psikolog Metin Karaahmetli, bu hastalıkta doğru tedavi sonrası alınan sonucun yüzde seksen seviyelerinde olduğunun önemle altını çizdi. Karaahmetli; “Eski zamandan şimdiye baktığımız da ruh sağlığı alanında çok büyük gelişmeler yaşandı. Eski zamanlarda OKB’ye beyin kanseri, Ruh kanseri gibi benzetmeler yapılıyormuş. Cin ya da kötü ruhlar bulaştığını iddia edenler dahi olmuştur. Şimdi ise ilaç tedavisi ve Psikoterapilerle özellikle Bilişsel Davranışçı Terapilerle %80’lere varan iyileşme sağlanmıştır. Bilişsel Davranışçı Terapi kişinin düşünce ve davranışları ile çalışır. Hasta ile birtakım tedavi planlaması yapılıyor, birtakım bilişsel ve davranışsal ödevler veriliyor ve bu ödevler verilirken kişiyi aşırı kaygılandıracak ödevler verilmiyor, her şey adım adım ilerliyor. Fayda sağladığı bilinmektedir. Sadece ilaç tedavisi ya da sadece Psikoterapi ile çözüm sağlayacağını düşünmek tartışılır bir şey” diye konuştu.
İlaçlara Önyargı!
Son olarak önerilerini sıralayan Karaahmetli, Psikiyatrik İlaçlara yönelik önyargıların çok yüksek olduğunu ifade edip bu ilaçları kullanan kişilerin kendilerini ilaçlara bağımlı kalacaklarını düşündüklerine ilaçların doktor kontrolünde bıraktırıldığına işaret etti. Karaahmetli; “Obsesif Kompulsif Bozuklukta tedavi süresi uzun sürüyor en az 6 ay ve daha fazlası. Bu tarz tanılarda ilaç kullanımının düzenli olması göz ardı edilmemelidir. Özellikle Psikiyatrik İlaçlara yönelik önyargılar çok yüksek, kişiler bağımlı olacağını düşünüyor, bazıları korkudan kullanmak istemiyor ve ilacı belli zaman içip bırakıyor, bu davranışlar tedavide engelleyici rol oynar, doktor kontrolünde başlayıp, doktor kontrolünde bırakılmalıdır.
Ülkemizdeki insanların, Psikologlarla haşırneşir olduklarını pek düşünmüyorum. Psikoterapilere önem verilmeli. Psikoterapinin amacı kişiyi beslemek değildir. Psikoterapi sürecinin disiplin olduğu, Terapi öneri verme ya da sizin adınıza kararlar alma süreci olmadığı unutulmamalıdır. Ruhsal problemler oluştuğunda doğru olan Ruh Sağlığı çalışanlarından destek almaktır. Bunun problem sürecinin tedavisinde önemli ölçüt olduğu unutulmamalıdır” ifadelerine yer verdi. (Haber Merkezi)