Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Günlük güneşlik, aydınlık net bir sabah çatı katında, Berke ile oturmuş güneş alan bir yerde dizlerimde bilgisayarım yazımı yazmaya çalışıyorum. Berke yanımda sınavlara hazırlanıyor, bazen not alarak çalışıyor bazen de anlatarak. Bu sayede bende bilgileniyorum. Emre ile Türk dili ve edebiyatı çalışıyorduk eski Türkçe ve Osmanlıca da şimdi Berke ile kamu yönetimi. Doğrusu kendimi çok şanslı algılıyorum çocuklarımla büyümeye devam ediyorum çünkü. Bilgilerimi onların sayesinde güncelleyebiliyorum, bilmediğimi öğrenme olanağı da buluyorum. Berke şu an masasını düzeltirken bendenizde önümde uzanan Amanos dağlarına bakıyorum… Kaç zamandır, duman ve sisten görünmez durumdaydılar ancak bu sabah, pırıl, pırıl aklanmış paklanmışlar. Gece boyu yağan yağmur dumanı, sisi bir güzel yıkamış durulamış… Şimdi tertemiz mutlu ve şen üzerlerinde açık mavi beyaz bulutlar ile uzanmışlar. Bakış açım onların üzerinden ufukla birleşiyor. Saatlerce böyle kalabilirim ancak güneş keskin izin vermiyor. Ve sağlığım hala sarsak!
Ve bu günlerde çevremde herkes, grip, farenjit mide ağrısı ve aniden düşen tansiyon şikayeti ile inliyor. Doktorlar ilaç yazıyor. Yine ukalalık yapacağım. Ve dikkatsiz diyeceğim çevremdeki bu sevgili hastalara. Sürekli havadan şikayet ediyorlar her şeyin sorumlusu hava onların hiç suçu yok. Oysa hava kendi havalığını yapıyor. Biz ona uymak zorundayız o bize uymaz. Artık şu gerçeği bilmek zorundayız. Ve onu anlamak ona göre de davranmak zorundayız. Yiyeceklerimizi giyeceklerimizi ve bağışıklık sistemimizi ona göre güçlendirmeliyiz. Aşırı efordan kaçınmalı ama tembellik de yapmamalıyız. Erken kararan hava, açılan halılar, kapalı perdeler, mutfakta fokurdayan çaydanlık, mis gibi kokan kurabiyeler her ne kadar hareketsizlik ve tembellik için yaldızlı bir davetiye ise de bu davete icabet (uymak) etmekte bir beis (Olumsuzluk) yok gibi görünse de aslında bu durum uzun sürerse hareketsizlik ve tembelliğe çok kolay bir geçiş sağlıyor. Ve hareketsizlik, bütün bedeni etkiliyor. Ve rahatsızlıkların çoğunun hareketsizlikten beslendiğini biliyoruz. En çokta stres! Tabi. Ve stres bazı hastalıklarla rahatlıkla eşleşebiliyor.
Bu sabah arkadaşım arıyor. Nefes darlığından tutunda çarpıntıya kadar bir dizi solunum bozukluğu şikayeti ile doktora gidiyor. Efor testi, kan, kolesterol, tansiyon, şeker ne varsa ölçülüyor. Zaten hastaneye bir düşmeyin artık cılkınızı çıkarmadan bırakmazlar yerli yersiz her şey yapılır. İnciğine cıncığına kadar… Gerekliği tartışılabilir tabi. Arkadaşımda hiçbir şey çıkmıyor. Doktor “stres” diyor. “kızdığın zaman kır dök” diyor ya da giyin sokağa çık ya da duyma kör sağır dilsiz ol. Kafaya takma her şeyi falanda filan türünden bir sürü şey. Yani herkesin bildiği ama birisi söylemese uygulamadığı hatta söylese de uygulamadığı korunma yöntemleri. Doktora “kırıp dökersem sonra kırıp döktüğümü toplarken yeniden strese gireceğim, kırılanların yerine yenilerini belki alamayacağım onun içinde strese gireceğim” demiş. Demek strese girmek istersen her şekilde girebilirsin dedim. Giyinip sokağa çıksan, dolaşsan sahilde şöyle uzun, uzun etrafına bakmadan; onu da yapamazsın illa gözün olumsuz bir şey görecek ve onu büyütüp kendine ondanda bir sıkıntı yaratacaksın. Ve insanlar ne yazık ki kendilerine sıkıntı yaratmakta müthiş ustalar çünkü kendi kendilerine yetmeyi bilmezler. Ve sürekli birilerinin onlarla ilgilenmesini isterler. Şu ya da bu şekilde ilgi beklentileri vardır kendilerini iyi algılamak için.
Bunu kimse kabul etmek istemez ancak en büyük nedenlerden biri budur diye düşünüyorum. Yaptığım gözlemlerden yola çıkarak. Bendeniz yaşamım boyunca birçok olumsuzlukla karşılaşmış biriyim kendimi hüznün ya da ölümün yumuşak koynuna terk etmek istediğim anlar çok olmuş. Şiddet uygulamak istediğimde, en hafifi evi yakmak gibi… Aman kimse duymasın valla ağır bir bulgu bu. Ve buna benzer garip şeyler. Ancak bendeniz bunlar içimden geçerken, hemen kendimi sokağa atarım spor ayakkabılarımı giyerek ve koşar adım yürürüm saatlerce… Eve döndüğümde sıcak bir duş ardından sıcak bir kahveden sonra kendimi müthiş algılarım, sinirlerimi bu kadar geren olay yerinde duruyordur aslında. Ancak olaya bakış açım değişmiştir ve daha aklı salim düşünebilirim böylece.
Ve bunu herkes yapabilir diyorum yalnızca yapmak istesin. Gözleri bir dakika kapatıp derin bir iki nefes çekmekte iyi gelebiliyor. Bir bebeği sevmekte, güzel bir tek sözcük ve içten gelen bir gülümseme ona hasret kalana sunulan inanın mucizeler yaratıyor. Yoksa bu tepeden tırnağa bencil, vahşet, haksız, adaletsiz ve faşist dünyada her gün yeniden aynı şeylere uyanmağa nasıl devam edebilirdik?
Ve sevgili okuyucularım güneş çekiliyor odamdan hava serinlerken yazımı sağlık ve sevgiyle bağlamak istiyorum. Ve hayatı olduğu gibi yaşarken kendimize güzel şeylerden bir demet yapmayı unutmamamızı diliyorum. Hep birlikte yan yana her zaman. Yase
Günün Şiiri
Haykıran Ben Değilim
Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor,
Dikkat et, dikkat, çünkü çıldırdı şeytan,
Uzan kaynakların duru dibine,
Yapış pencere camına,
Gizlen elmasların ışıltısı ardına,
Taşlar altında böcekler arasına,
Gizle kendini sıcak ekmek içinde,
Sen yoksul, sen.
Yeni sağanaklarla süzül toprağa –
Boşuna yıkanıyorsun kendi içinde,
Yalnız başka suda yıkayabilirsin yüzünü,
Bir çim yapracığında minik bir uç ol
Daha büyük olacaksın bu dünya ekseninden.
Hey, makineler, kuşlar, yapraklar, yıldızlar!
Kısır anamız çocuk için yakarıyor.
Dostum, değerli, sevgili dostum,
İster korkunç, ister olağanüstü,
Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor.
Attila JÒZSEF-Çeviren: Vural YILDIRIM
Günün Fıkrası
BİTSİN BU DAVA
Gelecek konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi olan komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark eden Yahudi; “Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben Yahudi’yim. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim!… Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız…” düşüncesi ile şikâyetçi olmamış.
Gel zaman git zaman her ikisi de rahmetli olmuş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş. Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar: “-Sen Yahudi komşundan habersiz keçisini kesmişsin!”
“-Kesmedim” demiş Bektaşi.
“-Ben gözlerimle gördüm” demiş, Yahudi.
Bektaşi “Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz” diye itiraz etmiş.
“-Haklısın ama, günahların arasında keçiyi kestiğinde yazılı” demişler.
Bektaşi bu kez, “Mahkeme hakimi aynı zamanda şahitlik yapamaz” diye itiraz etmiş.
“-Gene haklısın; o zaman getirin keçiyi ona soralım…” demişler.
Bektaşi son bir çaba ile çözüm yolu önermiş: “-Ne!… Keçi burada mı?… Verin keçiyi o zaman bu Yahudi’ye… Bitsin bu dava!”
Günün Sözü
Akıllı bir insan kazandığı paranın birazını, aldığı nasihatin ise birçoğunu bir yana koyar.
Harry Carns
Akıllı adam hem kitapları, hem de doğrudan doğruya hayatı okur.
Lin Yutang
Akıllı bir kimse, düşmanından da akıl öğrenmeyi ihmal etmez.
Beydeba