Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir mucize olur belki dedik. Ama tabi hayal! Olmayacak duaya “amin” dedik oda hayal şimdilik. Ancak belki bir gün duamız karşılık bulacak? Umut hep güneşten doğar çünkü. Ve güneş doğdukça umutlar hep yeniden yeşerir ve bizim güneşimiz batmadan umutlarımız sönmeyecek!
Bu sabah yine umutsuzluğun karanlık bataklığında cebelleşirken isyanın ve acının aniden tutunmak için can havli ile bir dal arandım ve güneşi gördüm bir nokta gibi. Ağır perdelerin ardından süzülüp, bir gülümsedi, bir bulutun ardına gizlendi. Bir gülümsedi bir bulutun ardına gizlendi. Sanki saklambaç oyunundaymışız gibi. Ve bir koku geldi taze kahve kokusu. Eskiden olsa “Mutluğun kokusu bu” derdim ama şimdi umudun kapısı gibi göründü ve ona tutundum.
Her sabah sıcak taze kahve kokusuna uyanmak mutluluğa giden ilk adım gibi gelir ben denize. Özellikle kapalı havalarda birde yağmur yağıyorsa… Mutluluğun kokusu çizilebilir mi? Belki çizerdim, kardeşimde yanımda olsaydı. O zaman yalnızlığımızı unutur, çocukluğumuza döner, özgür ve kaygısız günlerimizi anımsardık. Belki o zaman mutluğun kokusunu çizebilirdim?
Her sabah mutluluğun kokusunu yudumlarken düşlere dalarım, geçmişe giderim mabet gibi kutsal saydığım yeşil panjurlu ama panjurları her zaman kapalı olan kitap odamıza. Orada kahve içmek kutsal bir merasim de sonsuzluğun iksirini yudumlamak gibi bir şey olurdu her zaman. Acı kahve kokusu kitap kokusuna karışır ve halıların yün kokusu ile harmanlanır. O nasıl bir şeydir bilir misiniz? Yaşamayan o kokuyu tanımayan bilemez tabi.
Kutsal mekânın, kahve kokulu sessizliğinde kahve içmek… Abidin Dino’nun “Mutluluğun resmini yapabilir misin?” diye soran Nazım’a verdiği yanıt gibi gelir bendenize. Bir zamanlar mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? demiş Nazım. Abidin Dino’da cevaben: “….Gidebilseydik meserret kahvesine, İlk karşılaştığımız yere ve bir acı kahvemi içseydin. Anlatsaydık o günlerden, geçmişten, gelecekten, Ne günler biterdi, Ne geceler dinerdi. Tüm acılar seninle bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan. Ve dolaşsaydık Türkiye’yi bir baştan bir başa. Yattığımız yerler müze olmuş, sürgün şehirler cennet. İşte o zaman Nazım, yapardım mutluluğun resmini… Buna da ne tuval yeterdi; Ne boya…” şiirini yazmış sanıldığının aksine, resim yerine.
Artık ne halı kokusu ile harmanlanmış kitap kokulu acı kahve merasimleri var ne de geçmişten gelecek ama şu “an” var bir elimizde. Ve anılarımız diğer elde. O halde “anın” mutluğunu geçmişin gölgesinde bırakmayalım. Sıyrılsın bulutlardan şu “an” aynen şimdi açan güneş gibi. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase
Ve sevgili okuyucularım. Sayfa konuğum Bedri Rahmi Eyüpoğlu bu sabah.
& & & & &
Gitti Gider
Gönül, kararın bulurum
Ten yıpranır, elden gider.
Üstüne kilit vururum,
Kul, köle, kurban olurum
Can çekişir, elden gider.
İki gözüm iki çeşme,
Düşerim canın peşine
Yar tükenir, elden gider
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU
Sarhoşum
Sarhoşum çok şükür dilediğim gibi
Bir ben yok artık benden içeri
Onunla göz göze, diz dizeyiz
Sarhoşum, sarhoşum, sarhoş
Çok şükür biz bizeyiz
Sarhoşum
Caddenin göbeğine oturmuşum
Aklıma eserse sırt üstü yatabilirim
Nara atabilirim
Kem gözler umurumda değil
Ben kendi gözlerimden kurtulmuşum
Sarhoşum, sarhoşum sarhoş
Doğrudur
Bırakın bağırayım avazım çıktığı kadar
Görüp göreceğim rahmet budur
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU
Sitem
Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene bin dokuz yüz kırk altı
Mevsim, Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yollarına dökülmedik dilleri neyleyim.
Yar yar…
Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hisim
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yar yar
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU
Kara Sevda
ve nihayet gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı.
Masallarla indi yere
Sebil oldu cümle hikayelere
kara kara kazanlarda kaynadı
Diyar diyar al kanlara boyandı
Türkülerde ateş alev yandı tutuştu
Gördes kiliminde nakış
Minyatür bahçelerinde suret kesildi.
Ve nihayet gelip çattı
Elveda belirsiz bedava sevince
Uçan kuşa eşe dosta elveda
Bütün haşmetiyle gelip çattı
Bir dilimi zehir zıkkım
Bir dilimi candan tatlı…
Bedri Rahmi EYÜPOĞLU
Günün Şiiri
Gerçek Bir Akşam
Çok sigara içtiğim bir gün…
Bir meyhanedeydik,
Karşımda sen vardın.
Gözlerin gerçekti,
İçindeki küçük yakamozlardan birinde ben de vardım.
Dumanın içime dokunması kadar gerçekti her şey,
Fonda çalan Müzeyyen Senar kadar gerçekti, emsalsizdi…
Benzemezdi kimse sana…
Ve biliyorum,
Elindeki yüzük de gerçekti.
Bu kadar da imkânsız olmamalıydı…
En büyük sınav karşımdaydı,
İçimde masa sandalye havada uçuşuyordu,
Kimsenin bilmediği bir yerlere kaçıp şiir yazmalıydı.
Dışarı çıktık,
Sarıldık… Sanki savaş bitti der gibi.
Ölmek istedim yanında,
Sonra çektim gittim,
Kokun hala üstümdeydi,
Her şey gerçekti yine,
Kızıyordum sana “O kadar güzel gülmeseydi!” diye.
Zira bu kadar gerçekliği birkaç cümleyle hazmetmek zordu.
Faruk SAHYUNLU
Günün Fıkrası
Anne ve Oğul
Genç bir çocuk heyecanla annesine gelir ve aşık olduğunu, evlenmek istediğini ve annesini tanıştırmak istediğini söyler. Ama sadece eğlence olsun diye eve 3 kız getireceğini ve annesinin evleneceği kızı tahmin etmesini ister. Ertesi gün 3 güzel kızla eve gelir. Otururlar bir süre sohbet ederler. Bir süre sonra çocuk heyecanla annesine sorar tahmin ettin mi diye. Anne duraksamadan cevap verir: “Ortadaki kızıl saçlı” Oğlan hayretle annesine sorar: “İnanılmaz, nasıl bildin?” Anne cevap verir: “Ondan hoşlanmadım.”
Günün Sözü
-İnsanlar öyle bir zamanla karşılaşır ki, herkes kurtlaşır ve kurt olmayanları ötekiler yer.
-Göçebenin şehirli hakkında şahitlik etmesi caiz değildir.
-Havva olmasaydı hiçbir kadın kocasına ihanet etmezdi. İsrail oğulları da olmasaydı (bekleyen) et bozulmazdı.
-Tüm yeryüzü Benim Ümmetime bir mabed yapılmıştır.
-İnsanlar kendilerine ait meselelerle övünme yarışına girmedikçe kıyamet kopmaz.
-Kendisine izin verilmeden önce kim bir evin köşe bucağı ile gözlerini doldurursa, gerçekten fasık olmuştur.
Hz. Muhammed