Değerli Okurlarım, hepimizin güven duyduğu insanlar olduğu gibi güven duyduğumuz mekanlarda vardır şüphesiz. Oralarda sonsuza kadar rahat edeceğimizi düşünürüz. Kişinin evi kalesidir, evimiz en büyük şatomuzdur ve en özgür olabileceğimiz alan, mekan orasıdır. Bazen bilemeyiz bunun değerini ve özgürlüğünün başkalarının ayakları altında paspas olmasına izin vererek bir noktada ihanet ederiz ona.
Kalende mutsuz olmak, huzursuz yaşamak kadar zor bir yaşam biçimi düşünemiyorum. Evinde mutlu olmazsan, nerede olacaksın ki? Bazı insanlar mutsuzluğu çok rahat başarır. Zaten mutluluğu bilmezler ki. Üstelik sorunlarını da çözemezler, mızmızlanıp dururlar, bu noktaya gelindiği için de mutsuz olurlar. Kendilerine sık sık şu soruyu sorarlar; “Ben neden mutlu olamıyorum, neden mutsuzum?”
Oysa, bir önemli şeyi hep unuturlar, bilmeyi bile düşünmezler… Mutlu olmak için kendini tanımalısın önce, ne istediğini bilmelisin. Seni neyin mutlu edeceğini anlamalısın. Mutluluğa götüren araçlarla, mutluluğun bizzat kendisini birbirinden ayırmayı bilmelisin. Küçük şeylerden mutlu olma sanatını öğrenmelisin. Kendinden ve yaşamdan olmayacak şeyler istememelisin. Mutluluğunu başkalarının dramı üzerine kurmayı düşünmemelisin bile. Mutluluğun tek başına bir şey ifade etmeyeceğini, onu paylaşarak çoğaltman gerektiğini kafana kazımalısın.
Mutluluğun seni gelip bulmayacağını, onu aramak gerektiğini anlamalısın. Duracağın yeri bilmeli, mutluluğa karşı da bir duruş göstermelisin. Başkalarının seni değil, senin başkalarını mutlu ederek, daha mutlu olacağını bilmelisin. Mutlu olmak kolay bir hadise değildir.
Hayat karşısında yenilgiden yenilgiye uğramanın bir yolu da, insanın kendini rehin almasıdır. Kendine uymayan, yakışmayan bir hayat tarzını da yatırsın kendine. Çevreni kendinden daha değerli sayar, onların da dayatmalarını kabullenirsin sessizce.
Geleneklerin bir zaman için gerekli olduğuna inanmaz ve hiç değişmeyecek kurallar dizisi olarak alırsın onları hayatının içine. Acımakla sevgiyi birbirine karıştırır, kendi ellerinle katledersin mutluluğunu. Aşkı tutku, tutkuyu aşk zanneder, heder edersin kendini birilerinin peşinde. Kendi haline bakmadan acımaya başlarsın başkalarına ve çok geçmeden acınacak bir durumda bulursun kendini. Mutluluğun ve mutsuzluğun birazda seçeceğin yaşam biçimine bağlı olduğunu unutur, keşkelerle tüketirsin ömrünü.
Umutlarla beklersin yarınların gelmesini. Hayatın çok kısa olduğunu düşünmez, yuvarlanıp giderken, yaşlı ve yorgun bir insan olarak bulursun kendini. Böylece de, her türden acıyı, mutsuzluğu baştan davet etmiş, kapıları açık bırakmış olursun, kendine yazık edersin. Mutlu olmak, insan olmak, düşünüldüğü kadar kolay bir hadise değildir. Adımlar düşünerek atılmalıdır.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Bulut Renkli Lezzet
Değerli okurlarım, şu anda ne hüzünlüyüm, ne de efkarlı. Ne dem çekiyorum, ne de uykudayım. Hep aklımda olmasına rağmen, aniden yoğunlaştı beynimde bulut renkli lezzetten söz etmek. Biliyorsunuz bir süre sonra üç aylar girecek akabinde de Ramazan. O mübarek aylarda bu tür konulara girmemeye özen gösteriyorum. Bundan dolayı erkene aldım Bulut Renkli Lezzet’i. Laf aramızda ilk kez de sözünü ediyor değilim.
Üç yüz yılı aşmış bir geçmişi ve bu uzun süreye sığmış binlerce hikaye, kahkahalar, gözyaşları, dostluklar, düşmanlıklar bu müthiş lezzetin esrarengiz dünyasında hayat bulmuş. Rakı ile başlayan duygu yoğunluğu başka hiçbir içkide yakalanamaz. Biz Türkler için bu böyledir ve böyle olmaya da devam edecektir. Rakı sofrasındaki yemek ya da meze, amaç değil araçtır.
Ne hikmetse, ister kadın, ister erkek… Rakı kadehini kavradıktan sonra, biraz da çakır keyif odlumu delikanlılıktan dem vurur. Parmakları arasındaki o kadeh, saygı gösterilmesi gereken, saygınlık uyandıran bir dost gibidir. İster limon ağacının altında, ister çam ağacının sotalı bir yerinde…
İçki yasaklanabilir de, bulut renkli lezzetin yasaklanması söz konusu bile olamaz. Takunyalılar para için türlü haltı işleyenler öyle sanır ama rakı aslında sadece içki değildir. Rakının nam-ı diğeri “Aslan Sütü”dür. Atalarıma ayyaş diyenler, rakı içtiği için Ulu Önder Atatürk’e hakaret edenlere yazıklar olsun. O aslanın taaa kendisidir… Ne içecekti ki? Tabiî ki aslan sütü… Helal Olsun…
Madem ki gıcıksın aslan sütüne, madem ki üzüm yemeyi öneriyorsun, keşke sen de aslan sütü içseydin de, sana “Başçalan” demeselerdi. Aldığın balığı ne ile yiyeceksin, miyan şerbeti ile mi?badem bıyıklılar; rokayı, börülceyi, tereyi neden alıyorsunuz? İnek miyiz? Su içerek mi yiyeceksin salatayı? Hamdolsun sizlerden dostum yok, işin en iyi tarafı da bu.
Bulut renkli lezzete mersiyeler sunacağım ama ona saygınız azaldığında hoş olmayan yönlerini de söyleyeceğim. Hiçbir şeyin dört dörtlük olmadığı bir gerçek… Rakıyı güzel içmek, tadında bırakmak, sohbetin kralını yapmak, inanın sanat üstü sanattır. Ve bir gerçek var ki, rakı içenler, başka hiçbir içkiye talip olmaz, itibar etmez. Zira rakı içerek hoş olmak, bırakın sanat yönünü, mutluluğun en yücesidir.
Rakı insanı ağlatır, güldürür, hürriyetini genişletir, hülasa onunla mutluluğun karekökünü yakalarsınız, yaşarsınız… Yalan mı?…
Ancak, rakı içmenin raconunda delikanlılık vardır, ağırbaşlılık vardır. Boş mideye o mutluluk ilacını indirmeyeceksin. Altını besleyeceksin midenizin. Dem çekmeye başlamadan önce de onu doya doya ve saygı ile izlemekte hiçbir sakınca yoktur. Eğer gazeteciyseniz ve bir makaleye başlamışsanız, yıllar öncesine götürü sizi, aklınıza neler gelir neler. Yazınız bittikten sonra da gerçekten bu olayları yıllar önce yaşadım mı diye şaşırırsınız. Fakat yazdıklarınız tamamiyle gerçektir.
Bu lezzeti yudum yudum içip tadına varacaksın ve de tadında bırakacaksın. Halk arasında söylenen bir ifade vardır; “Lök Gibi Oturdu, Lok Gibi Kalktı” bu sözleri duymak, içmek kadar güzeldir. Kişilik zedelenmemeli, çevre rahatsız edilmemeli, yıllar biriktirdiğiniz güzellikle bir anda yok olmamalı. Şuursuzca hareketler rakının asaletiyle ters orantılıdır.
Rakı sofrasında yakalanan güzellikler, dostluklar bir ömür boyu devam eder. Bu müthiş lezzet öyle ayak üstü, yürürken alınmaz, yudumlanmaz. Mutlaka kıçını bir yere temas ettireceksin, sonra da Allah ne verdiyse. Rakı bade gibi içilmez, bir büyük yudum ve arkasından bir yudum su. Bunu sakın ihmal etmeyin. Rakı delikanlıdır, “geliyorum” der. Bu uyarıya mutlaka kulak vermelisiniz. Rakı Yudum Yudum İçilir, Etraf Temaşa Edilir…
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Güzel Yaşlanmak
Efendim, yaşadığımızı anlamak, görebilmek için yılların geçmesi, yani yaşlanmak gerekiyor. Yaşamayan bir insan yaşlanabilir mi? Bu mümkün değildir. Ancak, mutlu da olsak, mutsuz da olsak, zengin fakir, güzel, çirkin olsak da yaşıyoruz. Bunun nedeni, sanırım yaşamı sevmekten geçiyor. Demek oluyor ki yaşam bütün olumsuz koşullara rağmen görmezden gelemediğimiz, vazgeçemediğimiz çok önemli bir olgu.
Öyle bir anatomiye sahibiz ki; genç yaşta bizleri ayakta tutan hücreler giderek azalıyor, refleksler zayıflıyor, doktorlara daha sıcak bakıyoruz. Onların verdiği ilaçları harfiyen kullanıyoruz, yaşlanıyoruz demiyoruz. Yaşlanan bayanlar “Akşam yatıp sabahleyin kalkıyorum” diyorlar. Erkekler ise “Ya bende bir tuhaflık var” deyip toz kondurmuyor.
Çoluk çocuk, gelinler, torunlar çevrende. Bunun bir nedeni olmalı. Biliyoruz da, işimize gelmiyor. Bir çift ahu göze bakıp ya da onu düşünerek yaşlanmak vardır, bir de “Sanki yaşıyor muyum” demek vardır. Severek yaşlanıyorsanız gideceğiniz yer cennettir. Sevmeyenlerin orada ne işi var ki? Taktir sizin!
Günün Sözü
Az Konuşmalısın Çok Dinlemelisin!
Öcal’dan İnciler
Ekmek Garibandır Herkesle Paylaşılır.