Miladi geçmişle, hicri gelecek arasında asılı duran ömür takvimimizin yılları içinde, onar gün önceleyerek yol alır Ramazan.. Onar gün önceleyerek gelir, misafirimiz olur yazlı, baharlı, kışlı, güzlü mevsimlerde.. Seferidir yani bu anlamda..
Yollar ötesi Harputlu sılam İskenderun’dan uzak Samsun’da, Çorum’da, Zonguldak’ta uzun yıllar görev yaptım.. Bu seferi yolculuklarımın durak yeri köylerimizde, sayısız kez konuk oldum yazlı, baharlı, kışlı, güzlü mevsimlerde misafirliğime açılan sofralara..
“Keşik sırası bizde, iftarda misafirimizsin” demişti, içtenlikli bir ses tonuyla Cigayın Mehmet.. Cigayın Mehmet kim? 1987-92 yıllarında öğretmenlik yaptığım, Zonguldak Eflani Kula köyünden bir yoksul amca.. Karşılaşsanız siz de tanırdınız hemen Mehmet amcayı.. Alnının çizgilerinde Anadolu haritasını görürdünüz çünkü.. Nazım’ın, “Topraktan öğrenip, kitapsız bilendir, Hoca Nasrettin gibi ağlayan, Bayburtlu Zihni gibi gülendir” dizelerindeki “Türk Köylülerinden” biriydi özetle..
Mehmet amcaya sormuştum “cigay” sözcüğünün anlamını, misafirliğe davet ettiği o gün.. “Çigay; yoksul, sefil anlamında kullanılırmış eskiden” derken Bulamur Dağları gibi bulutlanmıştı gözleri.. “Atadan, dededen kalma bir lakap.. Eskiden, bey denirmiş varsıl kişiye, yoksula da cigay.. Kırk yıla dek bey cigay düz olur derlerdi ya kulak asma.. Kaç kırk yıl geçti, bak biz cigay kaldık hala.. Cigay dedemle, beyler birlikte yatar şu düzde.. Demek öldükten sonra kırk yıl içinde cigay bey düz olurmuş toprakta..”
Cigayın beyin birlikte yattığı mezarlığın az berisindeydi köyün camisi.. Ramazanda, caminin yan tarafındaki “misafir” odasında her akşam sofra açardı Kula köylüleri.. Her iftarı bir hane hazırlardı nöbet anlamlı keşik sırasıyla.. Ki zaten cigaylık nedenli göçler sonrası ancak bir ramazanın günleri kadar kalmıştı Kula köyündeki hane sayısı da..
Kula, aslında; kimliksel olarak Eflani’ye bağlı Abakolu Köyü’nün “Kuloğlu” adıyla bilinen bir mahallesiydi.. Fakat ana köyden epey uzak, dağlar arkasında Kastamonu Araç sınırındaydı.. Bu nedenle ana köyden bağımsız ayrı bir köy hüviyetine de sahipti..Hemen karşısında, bir orman denizi halinde göklere yükselen muazzam bir dağ silsilesi vardı.. Ana köy olan Abakolu’nun “Ekşi oğlu, Doğan oğlu” namıyla başka mahalleleri de vardı.. Çınlatmak istiyorum Kırıkhanlı öğretmen arkadaşım Mahmut Alcan’ın kulaklarını.. Yirmi küsur yıl önce onunla aynı köyün değişik mahallerinde görev yapmıştık.. Alcan ailesinin ki, sevgili eşi Ümit hanımın hazırladığı, ekmeği Elazığ kokan enfes Hatay yemekleriyle donatılmış sofralarında misafir olmuştum bir çok kez ramazanda.. Başka aylarda da elbette.. Ve özellikle de hafta sonu günlerinde.. Yemek yapmasını bilmeyen ve yalnız kahvaltıyla yetinen bencileyin bekar öğretmenler gün boyu oruçlu olurlardı zira uzak dağ köylerinde.. Bu bağlamda zikretmezsem adını, ödeyemem Espiyeli sevgili öğretmen arkadaşım Muhitin Özdemir ve eşi Sündüs hanımın misafirliğime açtıkları sofralarından kalan tuz ekmek hakkını..
Cigayın Mehmet, o iftar daveti sırasında ‘tereddüt’ ettiğimi görünce, gülümseyerek, “seferi sayılırsın” demiş ve eklemişti; “Herkes misafir zaten bu dünyada!” Ben o köydeyken 1992 yılında, Hakka yürüdü Mehmet amca.. Tanıdığım çok beylerin adını sanını unuttum gitti.. “Kırk yıla dek beyle cigay düz olurmuş derler ya kulak asma” dese de, gönül dünyamda bir kümbet oldu Cigayın Mehmet.. Hatırlarım ramazanlarda, ‘keşik sırası bende’ diyerek açarım gönül soframı misafirliğine..
Sofrası bereketli İbrahim’in evine gelen misafirlere atıfla “misafir severliği unutmayın” diye öğütler bilgeler.. Niçin? Çünkü, “bilmeyerek belki melekleri de misafir edebiliriz” diye elbette.. Öğütler hikmet ehli de, “rahimlerinde bilerek biz çocuklarını misafir eden” annelerimizin hakkını “cennet sofrası ayaklarının altında” diyerek.. Annelerimizin misafirliğimize açtığı sofraların tuz ekmek hakkı şöyle dursun, onların rahmet atmosferi rahim sularında yeşerip yaşam bulduğumuz andan bu zamana, taşırız süt hakkını bedenimizin nehirli hücrelerinde.. Ve dilimizde elbette..Hani sormuş ya çocuk, “yemeklerindeki bu enfes tadın sırrı ne?” diye annesine.. Hani, “aşk olsun, aşkla yapıyorum” diyerek “hüsnü aşk” ile yanıtlamış ya annesi.. İşte öyle bir şey her ramazanda iftar sofralarında annelerimizin misafirliğini hatırlamak..
Babam Münir, “gerçekte kendi misafirliğimizi ağırlamaktayız” demiştisohbet açlığıma açtığı iftar öncesi gönül sofralarının birinde.. Şu seferi dünyada elbette..
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com