Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah. Bugün Mevlana ile uyandık. Bu yüzden Mevlana’dan kısa-kısa hikâyeler ve sözler olsun bugün sayfamda istedim. Mevlana’nın en büyük eseri, tamamı 6 cilt olan Mesnevi, 26.000 beyit, yani 52.000 satırdan oluşur. Mesnevi’de Hz. Mevlana; anlatmak istediklerini yer-yer hikâyeler şeklinde ifade etmiştir. Bende bugün o kısa hikâyelerden bazılarını sizlerle paylaşacağım. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Yolun Kenarına Diken Eken Adam
Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekti. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başladı. Gelip geçenler: “Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler.” demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah’ın bir velisi ona: “Mutlaka bu dikenleri sök.” dedi.
Adam itiraz etmedi. “Evet, mutlaka bir gün sökerim.” dedi. Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu. Veli adama: “Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma.” dedi.
Adam: “Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım.” dedi. Allah’ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi: “Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun.”
*Cömertlik, şehvetleri lezzetleri terk etmektir.
*Dağ vardır sesi iki misli aksettirir, dağ vardır sesi yüz misli aksettirir.
& & & & &
Şeyh ile Padişah
Bir padişah bir şeyhe bir gün: “Benden bir şey dile.” dedi. Şeyh cevap verdi. “Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kölem var, onlar çok basit kimseler oldukları halde her gün sana hükmederler, emrederler?” dedi.
Padişah bundan dolayı kızdı. “Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebilir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!” dedi. Şeyh gülerek cevap verdi: “Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şehvettir.” dedi.
& & & & &
Zünnun’u Mısri’nin Tımarhaneye Düşmesi
Zunnun’u Mısri’nin başına bir hal geldi. Bu hal onda yeni yeni coşkunluklar, yeni yeni cezbeler meydana getirmekteydi. Bunu anlamayan gafiller ondan rahatsız oldular. Nihayet Zünnun’u tımarhaneye attılar.
Bunu duyan dostları onu ziyarete gittiler. Zünnun onlara bağırdı: “Siz kimsiniz, neden geldiniz?” dedi. Onlar sükûnetle cevap verdiler: “Biz senin dostlarınız, buraya halini, hatırını sormak için geldik.” dediler.
Zünnun bunun üzerine, onlara saldırdı, üzerlerine taş, toprak atmaya onlara sopa sallamaya başladı. Her biri korkusundan bir yana kaçtı. Bunun üzerine Zünnun bir kenarda durup gülmeye başladı. “Neden böyle kaçıp her biriniz bir köşeye sığındınız. Hani dostlarımdınız. Dostun eziyeti dosta ağır gelir mi, dostluğun alameti dosttan gelen zorluğa katlanmak değil midir?” dedi.
*Kalpte her an başka başka şeyler baş gösterir insan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir, bazen tuzak kesilir, bazen de yırtıcı hayvan.
*İnci nedir ki? Bir katrede gizlenmiş bir deniz, bir zerreye sığınmış güneş.
*Madem bir hırsızlık ediyorsun bari latif bir inciyi çal, madem ki hamallık ediyorsun bari değerli bir yük taşı.
& & & & &
Lokman ve Köleler
Lokman efendisinin yanındayken diğer köleler tarafından oldukça kıskanılıyordu. Bir gün efendisi kölelerini bağa meyve toplayıp getirmeleri için gönderdi. Köleler topladıkları meyveleri yolda gelirken yiyip bitirdiler ve gelip efendilerine: “Bütün meyveleri Lokman yedi.” dediler. Efendisi Lokman’a kızdı. Lokman efendisinin kızgınlığının sebebini araştırıp anlayınca: “Efendim, dedi. Hepimize sıcak su içir ovaya inelim sen atlı olarak biz de yaya olarak koşalım. O zaman gerçek ortaya çıkacak.” dedi.
Efendisi Lokman’ın dediğini yaptı. Büyük sahrada koşup yorulan köleler yediklerini kusmaya başladılar. Böylece kimin yalancı olduğu ortaya çıktı.
& & & & &
Sarhoş İle Çalgıcı
Yabancı bir Türk seher vakti uyandı, sarhoşluğun verdiği mahmurlukla bir çalgıcı istedi. Çalgıcı gelerek bu sarhoş Türk’ün huzurunda çalıp söylemeye başladı. “Bilmem ki ay mısın, put mu? Benden ne istersin bilmem? Sana nasıl hizmet edeyim bilemiyorum. Susup otursam mı, yoksa söyleyip inlesem mi? Sen benden ayrı değilsin, fakat ben nerdeyim sen nerdesin bunu bir türlü anlayamıyorum. Beni nasıl çekip bazen karalarda yürütüyor, denizlerde gezdiriyorsun?”
Çalgıcı hep “bilmem, bilmem” ler dizip koşuyordu. Bunlar artıkça Türk’ün kızgınlığı da arttı. Yerinden fırlayarak çalgıcının boynuna bindi. Topuzunu havaya kaldırdı, tam çalgıcının beynine patlatacaktı ki bir çavuş koşup topuzu yakaladı: “Efendim, dedi. Bir çalgıcı öldürmek size yakışmaz.”
Çalgıcıyı bırakan Türk: “Bu saygısız herifin tekerlemesi kafamı şişirdi. Bre ahmak ne “bilmiyorum, bilmiyorum” deyip duruyorsun ne biliyorsan onu söyle. Ben : “Nerdensin, nerelisin? diye soruyorum sen ” ne Haratlıyım, ne Belhliyim , ne Bağdatlıyım, ne Musullu, ne de Tebrizliyim , deyip uzatıyorsun, nereliysen söyle de kurtul. Burada meramını söylememek aptallıktır.”
“Yahut da sana ” ne yedin” diye sorsam ” ne şarap içtim, ne kebap yedim, ne et yedim, ne tirit ne de mercimek” diyorsun, ne yediysen onu söyle kafi?
Çalgıcı: “Ne yapayım” dedi. “Bütün ispatlar senden ürküp kaçıyor onun için var olanı bir türlü bulamıyorum. Bunun için de hep olmayanlardan bahsediyorum.” dedi.
& & & & &
Yoksul Çiftçi
İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Flemingdi adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı. Ve acılı bir ölümden kurtardı.
Ertesi gün Flemingin evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. “Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” dedi. Yoksul ve onurlu Fleming; “Kabul edemem!” diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. “Bu senin oğlun mu?” diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla “Evet!” dedi. Aristokrat devam etti; “Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.”
Bu konuşmalar sonunda Flemingin oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Flemingin oğlu Londra’daki St. Marys Hospital Tıp Fakültesi den mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.
Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreeye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin!
Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill’di… Oğlunun adi ise: Sir Winston Churchill.
Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. Hiç acı çekmemiş gibi sevin. Hiçbir şey beklemeden verin. Karşılığını mutlaka bir gün alırsınız…
Günün Şiiri
ŞİİR
Eliyle silerek alnını
yenilerden söz ediyor adam: “Halk ve ülke,
benim olanı sizlere verdim
severek aşkı ve susarak özlemle.
Uyu, uyu kadınım! Nenni, nenni bebeğim
Serin yatağınızda sessizce uyuyun!
Orda, dışarda dar geçitlerde
hayaletler, uzun ince ve kuru.
Ülkemizde yarası sarılmamış
acılardan ve yoksulluklardan bir deniz
dalgalarını ateş titreşimleriyle
vurur dört duvarıma.”
Alışıldığı gibi nasıl davranırlarsa
güçleriyle mutlu erkekler,
iner karanlığın tokmağı
ve dağılır her bir parça içinde.
Adam gider -orda, sözsüz, selâmsız,
ayaklarına yalnızlık çöker;
tıknefes yollarda terler
durur ve uzun süre kekeler.
“Bayım, çek git! -Senin işin
hiçbir zaman bitmez.
Onlar senatoda ateşle oynayacak
kavrulmuş cesedinin üstünde
alev çıngıları düşecek,
ölüm ve yaşamak olacak bu.
Onlar vahşi kini büyütecek,
varlığına sövecekler.”
“Bırak hep birlikte çoğaltsınlar
küfretsin, lânetlesinler bırak!
Yanardağımı uyandırdım
görmeye gelecekler beni bilmek için
nedir bendeki ölümü ve yaşamı yan yana tutan!
Yoksulların ekmeğe ihtiyacı var; –
bunu sunmak istiyorum onlara,
haklı kılmalıyım tüm dileklerini!”
Gerhart HAUPTMANN / Çeviri: Arife KALENDER
Günün Fıkrası
Temel’in ineği hastalanmış.. Hangi veterinere götürmüsse bir türlü iyileşmemiş. Temel biçare bir şekilde düşünürken ellerini açıp ALLAH’a yalvarmış; “Yarabbi sen ineğimi iyi et, iyi edersen 15 gün oruç tutarım…” Bu hayvan iki günden fazla yaşamaz diyen veterinerlere rağmen inek iyileşmiş… Bizim Temel 15 gün oruç tutmuş. 16. gün inek ölmüş. Temel ne yapacağını şaşırmış. İnek ölü, havadan 15 gün tutulan oruç… Ellerini açmış; “Yarabbi sen sanıyorsun ki Temel aptaldır, hiç itiraz kabul etmem, ineği kurbana sayar, tuttuğum oruçları da Ramazan’dan düşerim hiç kusura bakma…”
Günün Sözü
Mağlubiyete uğrayınca ümitsizliğe kapılma, her başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar.
Germain Martin