Son elveda’yı atlatmana yetecek kadar ‘Merhaba’ diliyorum. (Aborjin Atasözü)
Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dün matemdeyim dedim ve matemim devam ediyor. Susma ve yazı yazmama hakkımı kullanıyorum ve yalnızca bir Aborjin duası diliyorum herkese ve kendime…
Dilerim
Seni ayakta tutmaya yetecek kadar
Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,
Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana
Yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene
Yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar
Mutluluk diliyorum.
Yasamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
Kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene
Yetecek kadar kayıp diliyorum.
Son elveda ‘yı atlatmana yetecek kadar
‘Merhaba’ diliyorum.
“Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.” Bu söze takıldım. Bu söz nerdeyse benim her an başvurduğum bir söz. Evde, sokakta, sağlıkta, başıma gelen her şey, çok canımı yaktıkça bendenizi sevindirir. Çünkü sevinmem gerektiğini düşündüğüm çok şeye sahip olduğumu anımsatır. Ancak bazı zamanlar, şimdi gibi yani. Bu söz bir şey ifade etmez, kendinize acımak ve etrafa kızmak en büyük lükssünüzdür. Bunu doya, doya yaşamak istersiniz. Ve saçma sapan şeyleri kafaya takarsınız “Dünya neden dönüyor hala” türünden. Ve bu saçma sapan durumum geçen gün okuduğum bir Nasrettin hoca fıkrasını getirdi aklıma.
Bizim Evimiz Pek Dar
Adamın biri gitmiş Hoca’ya “Yahu hocam bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü, ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.
Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş. Adam “Var” deyince “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş.
Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.
Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş. Adam hoca ne derse yapıyor.
Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.
Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.
“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da, kazları da, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden.”
Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış; “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”
& & & & &
Ve şimdilik hoşça kalalım sevgili okuyucularım sağlık ve sevgi ile ayrımsız gayrımsız… Son elveda’yı atlatmamamıza yetecek kadar büyük bir ‘Merhaba’ diliyorum. Yase
Acele Karar Vermeyin
Çin düşünürü Lao Tzu’nun öyküsü… Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı” dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler… İhtiyar: “Karar vermek için acele etmeyin” demiş. “Sadece at kayıp” deyin, “Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç… Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş… Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. “Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var..” “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. “Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu… Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç… Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler…
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler. İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru… Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.” Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler… “Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler.
“Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…” “Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. “Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.” Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış: “Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.” Lao Tzu
Günün Şiiri
ERTELEME
Öbür gün, evet, yalnızca öbür gün…
Yarın öbür günü düşünmeye başlayacağım,
Belki her şey olup bitecek; ama bugün değil…
Hayır, bugün değil; bugün yapamam.
Öznel nesnelliğimin şaşırtıcı inadı,
Gerçek yaşamımın uykusu, araya girmesi,
Sezinlemesi, bitimsiz bezginlik-
Bütün dünyam bir tramvaya yetişme çabası-
Öyle bir ruh o…
Yalnızca öbür gün…
Bugün hazırlanmak istiyorum…
Hazırlanmak istiyorum kendi yarınım için, öbür günü düşünmek için…
Sonucu belirleyecek olan bu.
Hâlihazırda planlarım var, ama hayır, bugün planlama yok…
Yarın planl yapma günüdür.
Yarın dünyayı fethetmeye masama oturacağım;
Ama ancak öbür gün fethedeceğim dünyayı…
Ağladığımı hissediyorum,
Apansız ağladığımı hissediyorum, derinden içime doğru…
Bugün ne olup bittiğini bilmeyin, bu bir giz, söyleyemem.
Yalnızca öbür gün…
Çocukken her hafta Pazar günü sirki beni eğlendirirdi.
Bugün bütün eğlencem çocukluğumdaki tüm hafta süren Pazar günü sirki…
Öbür gün, bambaşka biri olacağım,
Yaşamım zaferle taçlanacak,
Zekâmın bütün gerçek nitelikleri, iyi öğrenimim, uğraşım-
Hepsi toplanacak bir araya herkese duyurmalı…
Ama herkese sunulan boşa gidecek yarın…
Bugün uyumak istiyorum, gerçek nüshayı yarın yapacağım…
Bugün için, hangi gösteri yineleyecek çocukluğumu bana?
Yarın bir bilet satın alabilirsem,
Gerçek gösteri öbür gün çünkü…
Daha önce değil…
Öbür gün göstereceğim halkın karşısında yarınki kendimi
Öbür gün bugün ben olmadığım görülecek sonunda.
Yalnızca öbür gün…
Sokak köpeği gibi uykuluyum.
Gerçekten uykum var.
Yarın size her şeyi söyleyeceğim, ya da öbür gün…
Evet, belki de yalnızca öbür gün…
Adım adım…
Evet, adım adım…
Fernando PESSOA/Türkçesi: T.Asi BALKAR
Günün Sözü
Sevmek keman çalmak gibidir, bilmeyen kötü sesler çıkarır.
BOLİVYA
Zehir balla, sevgi de düşmanlıkla birlikte gelir.
Sevmek, inanmak demektir.
J.W.Von GOETHE