“Danışmanlar heyeti” sözüyle toplumsal kültürümüzde tarihsel olarak hep var olsa da, demokrasi kültürü özüyle ilk Meclis, 1876 Anayasası ile kuruldu.. “Meclisi Umumi” adında iki meclisli bir parlamentoydu bu.. Meclislerden “Heyeti Ayan” üyelerini padişah atıyor, “Heyeti Mebusan” üyelerini ise, “iki dereceli” ve “kısıtlı oyla” halk seçiyordu..
Anayasal parlamento oluşturulmuştu ve fakat bu, “parlamenter” bir sistem değildi.. Padişahın durumu parlamenter sistemlerde görülen “sembolik” devlet başkanının durumundan çok farklıydı çünkü.. Çünkü padişah, fiilen de, hukuken de yasama ve yürütmenin mutlak hakimi konumundaydı.. Kanuni Esasi’ye göre hükümet, Meclise değil padişaha karşı sorumluydu.. Meclisin yasa önerme yetkisi yoktu.. Dolayısıyla mutlakiyetten meşrutiyete, biçimsel bir ad değişikliğiyle sözde geçilmişti.. Ki çok geçmeden Meclis padişah tarafından kapatılınca o biçimsellik de kalmadı..
Meclis, 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra yeniden açıldı.. Meclisin “parlamenter demokrasi” niteliğini kazanması ise 1909 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle gerçekleşti.. Hükümdarın parlamenter bir düzende görülmeyen yetkileri kaldırıldı, hükümet de, bir süre “Meclisi Umumi-i Milli” adını alan Meclisi Mebusan’a karşı sorumlu duruma getirildi.. Meclis üçüncü kez Emperyalist işgal altında 12 Ocak 1920’de açıldı ve 28 Ocak’ta “Misak-ı Milli” kabul edildi.. 11 Nisan’da Mebusan Meclisi dağıtıldı..
Ve Mustafa Kemal, Erzurum, Sivas Kongreleri de dahil, Osmanlı Mebusan Meclisinden gelen demokrasi kültürüyle besleyip yeniden kurduğu Meclisi, emperyalist işgale karşı direnişin kalesi olan Ankara’da TBMM adıyla 23 Nisan 1920’de yeniden açtı.. TBMM ile birlikte, devlette egemenliğin kaynağı ve kullanılışı bakımından önemli değişiklikler oldu.. Zira yeni Meclis, yalnızca yasama yetkisini kullanan basit bir parlamento değildi.. “Meclis hükümeti” sistemiyle bütün yetkileri kendinde toplamıştı.. Dolayısıyla artık hükümdarlı ve parlamentolu bir meşruti sistem yerine, doğrudan doğruya “meclisin üstünlüğüne” dayanan demokratik bir yönetim söz konusuydu..
Mustafa Kemal, Meclis’in kuruluş iradesini,. “Hakimiyet bilakaydışart milletindir” sözüyle özetlemişti.. Milli iradenin hakim güç olduğu Meclis, Milli Bağımsızlık Savaşımızı zaferle sonuçlandırdı.. Devamında, egemenliğin halka dayandığı yönetim biçimi olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923’te Meclis’te ilan edildi.. “Demokrasi ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi Cumhuriyet’tir. Türk milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir” sözlerinin sahibi Mustafa Kemal, Cumhuriyetimizi demokrasi kültürüyle yoğurarak kurmuştu özetle.. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir” cümlesiyle tanımlamıştı “Türk Milletini” de..
Sonraki süreçte zihinlerde, “Kavram kargaşası” yaşansa da; Milli irade, seçilen temsilcilerle oluşan mecliste tecelli edecek ve Türkiye halkı demokratik hak ve özgürlüklerini Türk milleti tümlüğü içinde yaşamaya devam edecekti..
“Demokrasi” Grekçe birleşik bir sözcüktü.. Ön sözcük “dem” halk anlamına geliyordu.. Eklenen sözcük ise “iktidar” anlamındaydı.. Kök anlamından hareketle Demokrasi; “halk iktidarı” olarak tanımlanıyordu.. “Dem;” Doğu dillerinde aynı yazılışla farklı anlamlara geliyordu.. Örneğin, Farsçada dem; soluk, nefes, zaman, çağ, içki, koku anlamındaydı.. Arapça ise dem, kan anlamındaydı..
Güzel Türkçemizde “dem” denilince, içtiğimiz çayın damağımızdaki tadı olan “rengini ve kokusunu” duyumsarız hemen.. “Dem vurmak” ise, “olmayacak veya gücümüzü aşan bir konu üzerinde konuşmak” anlamında kullandığımız bir deyimdi.. Kavramın kök anlamından hareketle, demokrasi; halkın rengini yansıtan, kokusunu duyumsatan yönetimler olarak izah edilebilirdi.. Ve fakat halkın rengini, kokusunu içine sindirememiş kimi fikir erbabı “Demokrasi; disiplin ve kurallar zinciridir” diyerek demokrasi üzerinde “dem vuruyordu..” Demokrasinin de elbette kuralları vardı.. Demokrasinin de elbette kurallarına uygun olmasını denetlemek için bir iç disiplini vardı.. Ve fakat hiçbir demokrasi tanımında zincir yoktu! Peki demokrasiyi zincirlemek isteyenler kimlerdi? Yönetimlerinde halkın rengine ve kokusuna tahammülü olmayan diktatörler elbette.. Gerçekte ise kurallar ve disiplin, demokrasinin kaynağı olan “dem’in” yani halkın, “dem alması” yani nefes alması için konulmuştu.. Diğer ifade ile, kavramın kökünde var olan “demin” yani halkın, “deminin” yani kanının, saraylarda demlenmiş bir çay gibi içilmesini önlemek için konulmuştu.. Özetle demokrasinin kuralları ve disiplini; halkı zincirlemek için değil, halkı zincirlemek isteyenlere karşı konulmuştu..
Ahmet Selim, “Din, Medeniyet, Laiklik” adlı kitabında, kavram kargaşasını şöyle izah ediyordu: “İzah ihtiyacı anlama ihtiyacından doğar. Yeni izahlar daha üstün izahlar değildir. Anlama zaafa uğrayınca izahlar uzamaya başlar. Vaktiyle bir sayfalık söz ile anlaşılan mana için, gün gelir ciltlerce şerh yazılır. Kaynaktan uzaklaştıkça izah ihtiyacı çoğalır.”
Demokrasi üzerinde “dem vurarak” ciltlerce şerh yazmaya gerek yok.. Kaynağından uzaklaşılmasın yeter! Bu düşünceler ve Mustafa Kemal ve arkadaşlarına “şükran” duygularımla kutluyorum TBMM’nin açılışının 93. Yılını..
Selam ve saygılar…