“Mâzî ve Âtî…”

0
302

“Dünya Felsefe Günü” olarak kutlanır, her yıl kasım ayının 3. haftasındaki Perşembe günü.. “Felsefe yapmak, yolda olmaktır!” der, bilge Jaspers.. Yolda olabilmek için ‘yola çıkmak’ gerekir önce.. Mâzîden âtîye elbette..

Ve fakat mâzîden ‘yola çıkmak’ başka, âtîde ‘yoldan çıkmak’ başka! Âtîde yoldan çıkanlar kimler? Akif şairimizin dile getirdiği, “Âtîyi karanlık görerek azmi bırakanlar” mı?” Yoksa Fikret’in dizesiyle, “Âtî çıkınca ortaya mâzîyi silenler” mi?

“Mâzî.. O şimdi bir gölge…” diye başlar Fikret, “Mâzî ve Âtî” adlı şiirine.. “Mazi bir taayyüne (belirlemeye) haiz midir?” diye sorar ve yanıtlar: “Hayır..” Devamında, her ne kadar, ders alma yönüyle “Mâzî, o bir muallim..” dese de, “Âtî çıkınca ortaya mâzî silinmeli!” dizesiyle bitirir söz konusu şiirini..

Fikret, oğlu Haluk’a atıfla yazdığı “Sabah Olursa” başlıklı şiirinde, “Bakışlarım seni mâzîye çekmek ister, Sen, bütün hüviyeti uzviyetinle âtîsin” der.. “Evet, sabah olacaktır, geceler, Tulû-ı haşre (haşroluşun sabahına) kadar sürmez..  Siz, ey fezayı ferdanın (yarının), Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın! Ufukların ebedi iştiyakı var nura, Ziya içinde koşun bir halas-ı meşkura (teşekküre değer kurtuluşa) Ümidimiz bu..” düşüncesiyle bitirir söz konusu şiiri.. Ve fakat ah! Fikret’in ümidi Haluk,  kendi mâzîsinin gölgesinde âtîyi de karanlık görür! “Âtîyi karanlık görerek azmi bırakır” yani Akif’in diliyle.. Mâzîden kalan tüm fotoğrafları yaktığında, âtînin ışıyacağı yanılgısına düşer ve mâzîyi silmekle kalmaz, Fikret’in, ışıklar içindeki âtî ümidini de karartır!

Fikret.. “Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perrübâl; (kol kanat) / Kendi cevvimde, (gökyüzümde) kendim tairim, (uçarım) / İnhina (eğilme)  esaretten girandır (ağırdır) boynuma; / Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” dizeleriyle tanımlar kendini..

“Boyun eğmeyi” esaretten daha ağır gören Fikret’in, “âtî” ile ilgili, “vicdanın ziyası, aklın nuru” ile ışıyacak aydınlanma ümidini paylaşıyorum.. “Mâzî silinmeli”  düşüncesini ise, içinde yaşadığı zaman ve mekanın “harabe karanlığına” karşı duyduğu öfkeye bağlıyorum.. Ve fakat  “mâzînin âtîyi belirlemeye haiz olmadığı” görüşü de dahil, harap dahi olsa mazinin toptan reddini, “köklerinden kurtuluş, ağaç için özgürlük değildir” hükmü şahsiyetiyle “hayatın diyalektiği” bağlamında doğru bulmuyorum..

Tarihsel oluş ve akış sürecinin her anında sürekli değişir ve dönüşür mâzî ve âtî.. Her ‘an’ın öncesi mâzî, sonrası âtî.. “Değişim” mutlak.. “İki günü eşit olan zarardadır” bilinciyle, mâzîden âtîye “iyiye, güzele, doğruya” gelişerek değişir elbette insan..

Gelişerek değişim felsefesinin çağdaş yorumcularından Hegel, “gerçekleşmiş olandan gerçekleşmekte olana ve buradan da gerçekleşecek olana doğru diyalektik geçiş bağlantısı kurmak” şeklinde tanımlar mâzîden âtîye tarih bilincini..  Bu bilinçle yola çıkarak evrimin felsefesini yapar mesela Darvin.. Bu bilinçle yola çıkarak yapar toplumsal geçiş evrelerinin felsefesini mesela  Marks.. Ve özetler: “Tarihte belirleyici etken, son tahlilde gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir.”  Artı,  mâzîden kalanların bilinçaltında tortulanıp âtîdeki bilinci belirlediğinin felsefesini yapar mesela Freud da..

“Her sabah düne uyanan, günü yakalayamaz!” der bir bilge.. “Güne uyanan, dünü hatırlamadan yarına kalamaz!” der bir başkası.. Bilgelerin sözlerini sentezlediğimizde, “mâzînin âtîyi belirlemeye haiz olduğunun felsefesini yapabiliriz” diye düşünüyorum ben de.. Kendi mâzîmizden yola çıkarak elbette.. Eğitimde, Mustafa Kemal’in bütün devrimlerinin özünü oluşturan ‘Aydınlanma’ düşüncesinin ve gelişerek değişim felsefesinin çağdaş ve özgün yorumu ‘Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi mesela..

Cemil Meriç; “Aydınlar, yaşadıkları çağa tahammül edemiyorlar; ya mâzîye kaçıyorlar, ya istikbale!” diyor aydınların soyağacını araştırdığı “Mağaradakiler” adlı kitabında.. Peki, ya, yaşadığı çağa tahammül edebilenler? Bu sorunun yanıtını da “Bu Ülke” adlı yapıtında veriyor; “Ya bütünüyle yüceltiyorlar, ya da bütünüyle kötülüyorlar!”

Geçmişin şimdi, şimdinin yarın üzerindeki etkisini yok saydığımız veya her sabah düne uyanıp, bugünümüzde yarını da dün ettiğimiz, özetle, “dünü / mâzîyi sorgulamadan yarını / âtîyi yargıladığımız” anlarda mı “bütünüyle yüceltiyor, ya da bütünüyle kötülüyoruz” acaba yaşadığımız bu günümüzü?

Yahya Kemal,  mâzîyi, taammüden reddedip, âtîden de müebbeden silip atmak isteyen ve kendisini de “harap bir mâzînin yücelticisi bir âtî kaçkını” görerek eleştirenlere, iki dizeyle cevap verir: “Ne harabi, ne harabatiyim, Kökü mâzîde olan âtîyim!”

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here