Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sevgili okuyucularım İstanbul’da zaman günlerimiz hızlı geçiyor. Feshane’deki Hatay günlerini kaç gündür takip ediyoruz ve İstanbul Lale zamanını yaşıyor ya onu kaçırmamaya çalışıyoruz. Her tarafta Laleler açmış görüntü nefes kesiyor tam bir sanat eseri doğrusu çiçeklerin, lalelerin ve ağaçların dizilimi etrafın temizliği.
Çeşit, çeşit rengârenk minik çiçeklerle de desteklenince refüjler ve caddelerin sağlı sollu tepeleri valla kocaman bir bahçede gidiyor gibi hissediyor insan kendini. Dün Florya’daydık arkadaşlarla, Florya sosyal tesislerinde çay içip kurabiyeleri tıkırlaştıktan sonra yürüyüş yolunda başımızın üzerinden geçen uçakların gürültüsü ile uzun sahil şeridinde yürüdük. Hava açık, hafif serin ama tertemizdi, ufak çaplı orman, lale bahçeleri ve uzun yürüyüş yolu, deniz havası bizim gibi sahil insanları için kuşkusuz çok değerli oluyor.
Yol boyu sokaklar, caddeler, lale ve renkli çiçeklerle donatılmış tepelerde yeşilin her tonu içinde kırmızı lalelerle donanmış bazı yerde nehir olmuş ilerliyor mavi laleler başka yerde devasa lale figürleri renkli lalelerle oluşturulmuş. Anlatmakla olmuyor görmek lazım bu günlerde İstanbul’u. İstanbul’u her zaman çok severim ama bu kez biraz daha çok sevdim bayıldım tek kelime ile.
Ancak İstanbul bendenizi her zaman mutlu ettiğinden çok mutsuz eder. Hiçbir zaman nerde olursam olayım arabaların önüne atılıp cam silen çocukları, kadınları, sokakta uyuyan, yeni yetişen gençleri aklımdan da vicdanımdan da çıkaramıyorum, her sevincim vicdan sızısı olmadan yaşanmamıştır, kendimi bildiğimden beri. Ve her lüks vicdanımı derinden yaralar ve İstanbul’da bu iki durum sürekli gözümün ve aklımın önündedir. Bir gün sokaklarda uyuyan ve arabaların önüne atılan insanlar artık sokaklardan kurtulur o zaman ancak sosyal adalete inanacağım. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek korkarım insanlar bu kadar bencil oldukça. Ve sevgili okuyucularım hoşça kalalım sağlık ve sevgiyle… Yase
Şubat Güneşi
Zeynep; “Hayır, artık başladım bitirmek zorundayım yoksa daha kötü olacağım” derken kendini ölecek gibi hissediyordu. “Biraz önce ben hasta olsam sen bana bakmaz mıydın dedin ya. Can da ilk hasta olduğunda daha öleceğini bilmiyor iken aynen böyle demişti. Annemin ölümünden sonra çok hasta olmuştum. Can bana aynen senin baktığın gibi bakmıştı ve ben ona çok teşekkür ediyordum, o da kızıp senin biraz önce bana söylediğin şeyleri söylemişti. Yani sanki dejavu yaşıyorum dünden beri ve bu çok canımı acıtıyor boğuluyorum. Kendimi kontrol etmekten yoruldum, çok yoruldum Ahmet. Artık güçlü olmak istemiyorum, anlayışlı, akıllı, uslu olmak istemiyorum, ölmek istiyorum. Annemin Abimin, Can’ın yanına gitmek istiyorum. Can evim olmuştu, annem abim olmuştu ama acıların en kötüsünü o yaşatacakmış bana bilmiyordum.”
Sakin ol Zeynep lütfen bak hepsi geçti demek istiyordu Ahmet ama ağzını açamıyordu kızı ürkütmekten korkuyordu. Zeynep devam ediyordu. “Ahmet bana yaklaşma ben uğursuzum babam doğduğum gün ölmüş. Kim bana yaklaşsa ölüyor” diye katıla, katıla ağlıyordu, bütün sinirleri boşalmış perişan olmuş bir vaziyette. Ahmet ne yapacağını kızı nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Zeynep aniden sustu Ahmet’in kollarından süzülüp olduğu yere yığıldı. Ahmet hemen tutmasaydı yere düşecekti. Bayılmıştı. Ahmet telaşla kızı kaldırıp sandalyeye oturttu, bir elli ile kızı tutarak sandalyeyi arkaya doğru eğdi, kızın beynine kan gitmesi için uğraşıyordu. Abisinden öğrenmişti bunu. Bir ki kez Oya için lazım olmuştu bu bilgi şimdide Zeynep için kullanmak zorunda kalmıştı. Kız bir an sonra gözlerini açtı. Ahmet sandalyeyi eski haline getirip kızı kucakladığı gibi bağrına bastı. Bir an kollarında tutuktan sonra yatağına yatırdı. Kızın genzi tıkanmış yüzü gözü şişmişti. “Başım çok ağrıyor” diye inledi. Ahmet endişeyle üzerine eğildi gözlerine baktı.
“Hemen sana bir ağrı kesici vereceğim sakin olmaya çalış küçüğüm iyi olacaksın sakın korkma” diyerek hemen bir bardak su ve abisinin masanın üzerine bıraktığı ilaçlardan birini alıp geldi. Kız hıçkırıklar arasında ilacı yuttu suyu bitirdi. Ahmet “bir bardak daha ister misin?” dedi. Kız “evetledi” İkinci bardaktaki suyu da kana, kana içti. Olağan üstü yorulmuş, enerjisini sonuna dek tüketmişti. Ahmet bardağı masaya koyup geldi. Kızın yanına oturdu. Başını kollarının arasına aldı. Serin parmakları ile kızın alnına, saçlarına, masaj yaparak kızı sakinleştirmeye çalıştı. Kız bu serin dokunuşla çok geçmeden sakinleşti, ağrı kesicinin etkisiyle de gözleri kapandı. Hırıltılı bir uykuya daldı, Ahmet kızın başı kucağında olduğu halde oturuyordu.
Elleri kızın alnında, saçlarında dolaşmaya devam ediyordu. Genç adam çok sarsılmıştı kızın anlattıklarından ve çektiği acının büyüklüğünden. “Haksızlık bu” diye fısıldadı. “Bunca acı çok fazla ama çok bu minnacık çocuk için.” Kızın hırıltıları kesilip derin bir uykuya dalana kadar Ahmet kızın başını kucağından indirmedi. Saçlarını alnından geriye yumuşak hareketlerle okşamaya devam etti dalgın, dalgın. Arkası Yarın
Günün Fıkrası
Bir gün Cennet’in kapıları şiddetle vurulmuş: “-Güm Güm Güm!!” İçeriden seslenmişler: “-Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “-Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!” İçeriden hoş geldiniz diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri içeriye buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış: “-Güm Güm Güm!!!” İçeriden sormuşlar: “Kim o?” Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “-Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!” İçeriden hemen cevaplamışlar: “Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi!” Dışarıdan yine ses gelmiş: “-Biz mehter takımıyız ancak geldik!!!”
Günün Şiiri
Annemin Karnında
İlk evimdi
Yusyuvarlak
Acaba nasıldım diye
Sık sık sorarım kendime
Ayaklarım kalbinin üzerinde annecik
Dizlerim tam karaciğerine karşı
Ellerim kanala sıkışmış
Karnına doğru
Sırtım sarmal durumda eğri
Kulaklar dolu gözler boş
Kaskatı kıvrılmış
Başım ise neredeyse vücudundan dışarıda
Kafatasım deliğinde
Sağlığından
Kanının sıcağından
Babamın sıkıştırmalarından
Haz duyuyorum
Zaman zaman tuhaf bir ateş
Karanlık dünyamı aydınlatıyor
Kafatasıma inen bir şok beni rahatlatıyordu
Ve atılıveriyordum kalbine doğru
Dölyatağının iri kası
Beni sıkıştırıyordu o an
Ve kanınla suluyordun beni
Alnım hâlâ yumru yumru
Babamın dürtmelerinden
İzin vermek niye bunu yapmaya
Neredeyse boğazlanmaya
Ağzımı açabilseydim eğer
Seni ısırırdım
Konuşabilseydim biraz
Şöyle derdim:
Kahretsin, yaşamak istemiyorum!
Blaise CENDRARS-Çeviren: Gül İLBAY
Günün Sözü
Dünya üç beş bilgisizin elinde; Onlarca bilgi güya kendilerinde…
Üzülme; eşek eşeği beğenir: hayırlar vardır sana kötü demelerinde…
Ömer HAYYAM