Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Milli bayramlarımızın değerini her yıl bir öncesinden daha çok özümlüyoruz. Ve zaferle taçlandırıldığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı bu yıl belki bundan öncesi hiç böyle kutlanmamış ve idrak edilmemiştir diye düşünüyorum. Önümüzü göremediğimiz bir yerdeyiz, ülke kan gölüne dönmüş bir vaziyette iken, bu zaferin kazanılmasında omuz omuza savaş vermiş ataların torunları olarak oturup düşünmemiz gerekir artık diye düşünüyorum.
Onlar karış, karış bu toprakları kanları canları ile kazanmışken bizler hiç aldırmadan bütün gücümüzle basıyoruz ve kemiklerini sızlatıyoruz. Yine şehit haberleri yine ateş topları uçuşuyor havada hangi eve düşeceği belli değil. Ve bizler bu ateş topları, kan revan, feryat figan seçime gidiyoruz! Herkes her şeyden vazgeçmiş, kendini düşünüyor. Sanki her gün en az beş şehit gelmiyormuş gibi seçim hazırlıklarına başlandı bile. Valla artık gerçekten köreldik ya da alıştık. Alışılmayacak şeylere!
& & & & &
Sağlık Ocağı Ve Kütüphane
Ve ne yaman bir çelişki. Birisi sağlık ocağı, yani beden sağlığımız için lazım gelen bir yer. Diğeri kütüphane. Bedenen sağlıklı olabilmek için, önce kütüphaneden geçmek zorundayız diye düşünüyorum. Sağlam beden, sağlam kafa! Bazı arkadaşların “sanki çok kitap okuyoruz” diyerek, tarihi sağlık ocağının kütüphane olacak olmasına tepki vermesini doğrusu çok yanlış buluyorum. Evet, bendenizde o sağlık ocağının kütüphaneye devredilmesine karşıyım. Ancak neden, kitap okumayan fertler olduğumuz için değil. Belki bazımız okumuyor olabilir!
Bir defa önce bir göz gezdirelim sağlık ocağına. Çok şükür oraya çok ihtiyacım olmuyor. Ancak gitmişliğim var. Ve yolum üzeri olduğu için önünden sık, sık geçerim, her oradan geçtiğimde içim acır. Bu kadar güzel bir bina, nasıl kaderine terk edilmiş diye. Kaldırmaları yıkık dökük, şehrin en güzel caddelerinden birinde üstelik… İçeri girmek için bastığınız basamaklar derme çatma. Yine kırık dökük, içi zaten akıllara zarar… Eminim Reşat Nuri’nin Çalıkuşunda anlattığı sağlık ocağı bile bundan daha moderndi. Yani kafamda canlandırdığım bundan çok iyiydi.
Kütüphaneye gelince. Orasının da diğerinden farkı yok. Duvarlar düştü düşecek gibi duruyor en ufak bir sarsıntıda oranın halini düşünemiyorum bile. Bakımsızlıktan eskilikten kırılıyor. Elektrik tertibatı sanırım 1923’lerden kalma hepsi açıkta ve rutubetli duvarlara dayalı, aman Allah’ım sanki patlamaya hazır bomba.
Ve sevgili “sanki kitap okuyormuşuz gibi” diyen arkadaşa söylüyorum. Evet çok kitap okuyan var orda ve bir sürü etkinlik yapılıyor. Bir kez oraya gidip görsün tavsiye ederim.
Ve sonuçta hem kütüphane hem de sağlık ocağı binaları yıkık dökük ve Allah’a emanet durumda. Bendenizin önerisi kütüphane hemen hiç bekletilmeden aslına uygun şekilde yapılandırılsın. Sağlık ocağı da öyle… İkisi yerlerinde ve asıllarına uygun olarak yaşamak zorundalar. Bizler artık tarihi binalara zarar verilmesine izin vermeyeceğiz.
Ve daha önceden dediğim gibi kütüphane binası tedavi olana kadar deniz müzesinin yanındaki yine tarihi binaya taşınabilir ki orası yenilendiğinden beri nerdeyse 1 yıl oldu ve hala ne olduğu ya da olacağı belli olmayan bir güzel bina ve korkarım orası yine kaderine terk edilecek diğer kardeşleri gibi? Ve defalarca yazdım neden orada ışıklar gece gündüz yanıyor diye…
Kimse halktan üstün değildir. Ve halkın oylarını küçümsemesin. Halka rağmen bir şey yapılıyorsa bu halka hakarettir “sen anlamazsın ben bilirim” demektir ki bu kabul edilir şey değildir. Bütün gücümüzle her iki binanın özünü koruyarak ıslah edilmesi için çalışacağız. Bunu herkes bilmelidir.
Ve sevgili okuyucularım yine içimiz kan ağlıyor şehit haberleri gelmeye devam ediyor. Ve biz lokmamızı gözyaşlarımıza katık edip yutuyoruz artık. Bu durumda sağlık ve sevgiyle kalmak zor olsa da biz zorlukların insanlarıyız. Ve öyle kalalım. Birlik beraberliğimizi sonuna dek koruyarak… Yase
Günün Şiiri
Geçmiş Bir Dua Kitabından 1
Nice yaz sonlarında
eylül yapraklarına
gergeflediğiniz öyküleriniz
tozlu bahçelerde unutuldu mu hiç?
Sonbahar sürgünüdür gidişleriniz.
Benekli kedilerin döktüğü sütlere
en sessiz adımlarla basıp,
kaç izle geçersiniz
Sabahlardan birinde
benim dediğiniz evlerden
kendiliğinizden çıkmalısınız,
vedasız ve kimseyi uyandırmadan.
Anılarınızı yıpratabilirler.
Ayağa takılabilecek ne varsa
toplamalısınız ayrılmadan ve saklamadan
kırık dökük sevgilerinizi köşe bucağa;
bir gün bulup
avuçlarında ısıtırlar diye
beklemeden.
Onları –bilin! — şimdi yalnız
eskicilerde satılan taş plakların
en iç bulandıran cızırtılarıyla
süpürgelik diplerine üfleyeceklerdir.
Küf kokulu çekmecelerin bile
çok görüldüğü anılarınız varsa eğer,
şimdi kuşların havalanmadığı bahçelerde
solmaya bırakınız.
Geçmiş Bir Dua Kitabından 2
Büyük gönül serüvenlerinizin ardından gelen bu yıkımlar
için size yardım koşturduk.
İlk iş, geçmişin kırık camlı sabahlarını unutun
artık düşlerinizde kalmış evlere yine arada bir sevgiler bırakın
kimse yokken ve kimseye gözükmeden
gözükmenize zaten izin yoktur
ama birilerinin ayakları sevgilerinize takılabilir
engelleyemezler.
Şimdi siz kendi tapınaklarınıza koşun ve denizin altına
uzanan yosunlu sunaklarda bin kez kutsanmış alınlarınızı
birbirinize yapıştırın duyacaksınız
sevdiğiniz gün yeryüzünde beklenmiştiniz
sevginizden geriye kalmalı ki beklensinler
artık katılmadığınız sabah ayinlerinin dualarını yine edin
ve onları ilk sabah rüzgârının kanatlarına usulca yerleştirin
duyulacaktır.
Ahmet CEMAL
Günün Fıkrası
Sarah daha 17 yaşındaymış. Ama günlerdir gözleri yaşlı geziyormuş evde. Babası biraz sıkıştırınca korkunç gerçeği öğrenmiş. Sarah çocuk yaşta gebe kalmış. Kimden? Milyarder işadamı Elie Epstein’dan. Baba, atladığı gibi Elie denilen adamın iş yerine gitmiş. Adını taşıyan gökdelenin 52. katındaki bürosuna dalmış. Epstein, kızın babasının geldiğini duyunca, Yönetim Kurulu toplantısını yarıda kesip yanına gelmiş.
“Dur, söyleme, niye geldiğini biliyorum, demiş. Bir halt ettim, ama kendimi affettireceğim.”
“Nasıl affettirebilirsin ki?” demiş kederli baba. “Kızım bugün yarın ana olacak, daha 17 yaşında…”
“Biliyorum, demiş Epstein. Ama sana önerim şu: Kızına, doğum yaptığı gün, 10 milyon dolar vereceğim, ömür boyu rahat etsin diye. Sana ve eşine de, çektirdiğim acılar için, birer milyon dolar. Dur, bitmedi! Doğacak çocuğun bakımı, eğitimi için de size her ay yüz bin dolar vereceğim…”
“Tamam, demiş kederli baba. Ama ya düşük yaparsa? Bir şans daha verirsin değil mi kızıma?”
Günün Sözü
İnsanın ileriye dönük doğru kararlar alması, hesabının olmadığı bir bankadan para çekmesine benzer.
Oscar WILDE