Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İçinde bulunduğumuz hafta kutlu doğum haftası. 1989 yılında Diyanet vakfı tarafından başlatılan Diyanet işleri tarafından da desteklenen Sevgili Peygamberimizin doğum gününün kutlandığı hafta. Aslında kesin olarak doğum günü tarihi bilinmemektedir. Ancak astronomi alimlerin bu konuda çeşitli araştırmaları sonucu aslında günün kutlandığı hafta doğum günü olarak kabul edilen Mısırlı astronomi âlimi Mahmut Paşa el-Felekî’nin çıkarımlarına göre Muhammed peygamberin doğum tarihi 9 Rebîülevvel (20 Nisan 571)’dir.
Ve içinde bulunduğumuz hafta bu günlerde kutlandığına göre demek kabul edilen Mısırlı astronomi alimin araştırmalarına dayanan gün ve hafta oluyor.
Doğum günü olarak kabul edilen gün olarak kutladığımız bu hafta dilerim bütün dünyaya ve özellikle İslam âlemine ki, yıllardır kendi kendileri ile savaşta olan komşularımıza barış, sevgi, birlik ve beraberlik getirsin. Din kardeşi ile üç günden fazla dargın durmayı helal kabul etmeyen bir peygambere inanan bizler bu kardeş savaşlarını ve hala süren mezhep kavgalarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Ve her an birlik ve beraberlik içinde sağlıkla anlayış ve sevgiyle kalmak için elimizden gelenden çoğunu yapmaya çalışıyoruz. Ve şimdilik sevgili okuyucularım kutlu doğum haftası kutlu olsun sağlık ve sevgiyle birlik ve beraberlik içinde kalalım diyorum. Yase
Hz. Muhammet’in Sözleri
-Peygamberimiz işaret parmağı ve orta parmağıyla işaret ederek: “ Gerek kendisine ve gerekse başkasına ait herhangi bir yetimi görüp gözetmeyi üzerine alan kimse ile ben, cennette işte böyle yan yanayız” buyurmuştur.
-Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.
-Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
-Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben ( Allah Teâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.
-Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
-(İnsanı) helâk eden şu yedi şeyden kaçının. Onlar nelerdir ya Resulullah dediler. Bunun üzerine: Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, suçsuz ve namuslu mümin kadınlara iftirada bulunmak buyurdu.
-Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
-Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden yada affedilmedikçe) cennete giremezler.
-Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle geçiren kimse gibidir.
-Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
-İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
Şubat Güneşi
Hava daha tam kararmamıştı ama siyah bulutlar kaplamıştı gökyüzünü, tatlı bir serinlik yüzünü hemen yaladı Ahmet’in. Derin bir “oh” çekti caddenin karşısına geçip deniz kenarına çıktı. Cadde ıslaktı ama su birikmemişti, kaldırımlar ise su birikintileri ile doluydu.
Ahmet su birikintilerine basmamaya çalışarak deniz kenarında hızlı adımlarla yürümeye başladı. Dünden beri evden çıkmamıştı, deniz havasını ciğerlerine çekerek kayalara çarpan hırcın dalgalardan hiç sakınmadan hızlı, hızlı ilerledi. Babaannesini kaybettikten sonra ilk kez İskenderun’a geliyordu. Çocukluğunun İskenderun’unu arıyordu ama daha bunun için fırsatı olmamıştı. Hava düzelir düzelmez aramaya başlayacaktı anılarında sakladığı her şeyi. Şimdi sadece uzun, uzun yürüyerek enerjisini boşaltmak istiyordu. Kendisi gibi yürüyüşe çıkan bir kaç kişi vardı yağmurluklarına sarılmış hızlı adımlarla yanından geçip giden. Ahmet önce ağır, ağır yürüdü sonra adımlarını hızlandırdı. Bir saate yakın yürümüştü ki yağmur yeniden başladı. Hava iyice karadı. Deniz iyiden iyiye kabarmış dalgalar kayalara çarpıp kaldırıma oradan caddeye sıçramaya başlamıştı. Ahmet adımlarını hızlandırdı, yağmur boşalmadan kendini apartman boşluğuna zor attı. Hızlı, hızlı merdivenleri tırmanıp eve girdi. Kapıyı yavaşça kapattı paltosunu çıkarıp dolaba astı. Etrafta ses seda yoktu, Ahmet telaşla salona girdi Zeynep’e baktı kız uyumaya devam ediyordu. Yine üstündeki battaniyeyi düşürmüştü. Yaklaşıp kızın üzerini örttü. Salon dünden beri havalanmadığından içerde hava iyice ağırlaşmıştı. Pencereyi açıp kalın perdeleri çekti. Zeynep burnuna çarpan taze havayla yattığı yerde döndü. Ama uyanmadı Ahmet iki dakika sonra pencereyi kapattı saate baktı saat sekiz olmuştu Zeynep üç saattir uyuyordu. Uyunmaya da niyeti yok gibiydi. Mumların çoğu sönmüştü. Ahmet kalanları da söndürdü. Balkona çıktı, yağmur hızlı, hızlı yağıyordu. Kapalı balkonda ayakta durup önünde uzanan karanlık caddeye baktı. Sıkılmaya başlamıştı artık karanlıktan. Kendini eli kolu bağlı algılıyordu. Buna rağmen bir sandalye çekip oturdu bacak, bacak üzerine atıp yağmurun sesine bıraktı kendini. Hiç bir şey düşünmemeye çalışarak öylece oturdu. Bütün sinirleri gevşemişti. Üşümeye başladığını hissedince içeri girdi balkonun kapısını içerden kilitledi. Mutfağa gidip çorbayı ısıtmayı düşündü. Ama canı istemiyordu. Odasına gidip kendini yatağa attı. Uzanıp uyumak istiyordu en azından Zeynep uyanana kadar. Ve Zeynep tamda içi geçmek üzereyken uyandı. Gözlerini açıp karanlığı seyretti bir an sonra nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Kalkmak istedi ama başı yeniden yastığa düştü. Gözleri yine kapandı. On dakika sonra yeniden uyandı. Yine kalkmayı denedi ama beceremedi tekrar uyudu tam bir saat, on dakikada bir uyanıp yeniden uyudu. Sonunda tamamen uyandı. Doğrulup oturdu şöminedeki ateş geçmek üzereydi ve etraf karanlıktı. Sıkıntıyla “yine karanlık” dedi.
“Üstelik hasta gibiyim kalkamıyorum” diyerek yeniden kendini yatağa bıraktı. Yine gözleri dolmuştu. Ağlamamaya çalışarak gözleri açık karanlığı seyrederek bir müddet daha yattı. Sonra aniden yerinden fırladı. Karanlıkta önünü görmeden pencereye doğru yürüdü. Arkası Yarın
Günün Şiiri
Sen doğdun,
bağrına gül düştü toprakların…
Bir devrin karanlığı
varlığınla nur oldu…
Sen doğdun,
süzüldü göz yaşı yanığından
seni iki aleme müjdeleyen ananın…
Ey mahzun gönüllere güneş olan,
han olan…
Ey sevgi bağında aşk-ı kadim sevgili…
Ey kalp gözü kapalı cehaletin çağında,
Mekke’den doğan güneş,
alemin rahmet seli…
Asırlar ötesinden insanlığa cân olan,
şahadet ırmağında dalgalanan meşale…
Doğduğun güne hasret,
öksüz,
ve yetim cihan…
Ey sultanlar sultanı,
kimsesizler kimsesi…
Rahmetsin alemlere,
kainata işaret…
Gül deyince aklıma senin gül yüzün gelir,
Aşkın ile açmayan güller perişan olur…
Şefaatin imdada yetişmezse mizanda,
O gün bütün günahkar kullar perişan olur…
Kalmasın hiçbir gönül senin adından öksüz,
Kelebekler baharı adınla müjdelesin…
Kalplerde nefes nefes,
hep senin adın vursun…
Yeni doğan nur yüzlü bebeklerin kalbine
yöneldiğin kıblenin,
şanlı mührü vurulsun…
Hira’dan doğan güneş,
gül olup yağan sendin,
Cebrail’in sardığı o zarif beden sendin,
Batılın yüz tuttuğu karanlık bir kıtada
Rahman’ın alemlere çizdiği öz desendin…
Ey gönül dergahımın,
mukadder sevgilisi…
Doğsun batan o güneş yeniden dünyamıza
Dalga dalga yükselsin Semave’nin suları,
Dualar perçinlensin akan göz yaşlarımıza
Yeni baştan yıkılsın Kisra’nın sütunları..
Sen doğdun,
bağrına gül düştü toprakların…
Bir devrin karanlığı
varlığınla nur oldu…
Diri diri toprağa gömülen tomurcuklar,
filizlendi,can verdi
batıla mezar oldu…
Gül deyince aklıma senin gül yüzün gelir,
Aşkın ile açmayan güller perişan olur…
Şefaatin imdada yetişmezse mizanda,
O gün bütün günahkâr kullar perişan olur…
Hasan Hüseyin ÇAĞIRAN