Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Uzun zamandan beri köşe arkadaşlığının dışında ara sıra gazetede görüşüp hasret giderdiğimiz, keyifli sohbetler yaptığımız sevgili arkadaşımız Sayın Öner Çetinkaya’nın ölüm haberi gerçekten ben denizi içten üzdü. Bendeniz ki bütün ailesini nerdeyse yitirmiş biri olarak ölümü çok doğal algılayan, acılara dayanma katsayısı yüksek olduğum halde, her ayrılık içimi dağlar, sık-sık görüşmesem de gerçek bir beyefendi, güler yüzlü, şaka yapmayı bilen biri, artık onun gibilerinin olmadığını düşündüğüm özel bir insandı.
Gazetede ilk görüştüğümüzde “köşenizdeki yazıları siz mi yazıyorsunuz” diye çok komik bir soru sormuştu bendenize. Birlikte gülmüştük uzun-uzun. “…Tabi metinler bendenizin ancak şiirler ve öyküler bendenizin değil ve zaten orada yazarların adı var…” demiştim. Şakasına karşılık. Rahmetli köşe yazarlarımızdan sevgili Semir Bağırsakçı bey de yazılarımın uzun olduğunu söylerdi sık-sık “okuyucuları zorlamamak lazım” diye ikaz ederdi.
Doğrusu bu iki üç yılda gazete ailemiz gerçekten çok değerli üç köşe yazarını yitirmenin üzüntüsü içinde. Ve hepimiz onları çok özlüyoruz. Nur içinde uyusunlar.
Ailelerine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum ve cenazeye katılamadığım için çok üzgünüm. Ne yazık ki bu aralar bendeniz de sağlık problemleri ile uğraşıyorum. Ama gazete ailem ve kendi hesabıma kalbimiz sizinle ve acınızı yürekten paylaşıyoruz. Yattıkları yer onlara tüy gibi hafif olsun, mekânları cennet.
Ve sevgili okuyucularım. Sokağımdaki eski virane evin patlayan lağım boruları nihayet geçenlerde temizlendi. Sesimize ve mahalle muhtarımıza yanıt verildi. Çok teşekkürler. Ancak kaldırımlar söküldü atölyemin önünde ve kapımızın önünde olanlara kırmızı set çekildi. Kaç gündür bekliyorum oralar düzeltilsin diye ama çıt yok. Ve zaten o sokakta; depremden beri bütün kaldırımlar kırık dökük, yaşlılar pat-pat düşüveriyor oralara takılarak. Biliyorum kimsenin elinde sihirli değnek yok her şey hemen olamaz. Ama en azından o sökülen kaldırım taşlarını yerlerine yapıştırıp o kırmızı seti kaldırsınlar ki rahatça evimize ve atölyemize girelim. Sevgili başkanın çalışmalarını yakından izliyorum ve diliyorum ki böyle çalışmaya devam etsin ve kolaylıklar diliyorum.
Ve sevgili okuyucularım. Sıcaklar ve sıcaklar aynen çarşı pazaryerindeki fiyatlar kadar kavurucu. Ve bizimkiler yani uzayda yaşayanlar bunun ayrımına bir türlü varamıyorlar. %45 ve %75 arasında fark olmadığını söyleyip asgari ücreti çok buluyorlar! Keşke 3000’in üzerinde elaman çalıştıranlar kimseye değil önce elemanlarına sorsalar “çarşı pazarda nasıl bir yangın var” diye. Onları yönlendireceklerine belki bunca garip sonuçları dillendirip dilimize düşmezlerdi. Ama artık biz ayrımımızı yaptık, gerçekten onlarla aynı enlem-boylamda yaşamıyoruz. Onlar uzayda ayakları yere değmeden yaşarken, biz yeryüzünde ayakları yere değen ve gücünü birleştirince yumruk olan zavallı hızla paraca yoksullaşan ancak bundan aldığımız güçle büyüyen vatandaşlarız. Bu dünyanın kimseye kalmadığını biliyoruz ve ona göre yaşıyoruz. Keşke onlarda bunun farkına varabilseler.
Ve şimdi “Soyadı Kanunu” çıktı kadın eşin soyadını kullanmak zorunda… Allah aşkına bunca dert varken soyadını kim takar kafaya ya? Yok, çocuklar etkileniyor yok düzen bozuluyor. Valla yok bilmem ne oluyor. Maşallah değiştirin değiştirebildiğiniz kadar gündemi ancak tencere kaynamıyorsa bütün gündem değişiklikleri oraya çıkar. Artık yorulmasanız mı gündem değişikliği için be kardeşim sevgili seçilmişler!
Ve şimdilik hoşça kalalım demek istiyorum sevgili okuyucularım, sağlıkla ve sevgiyle her zaman ayrımsız gayrımsız. Her şeye rağmen… Yase
& & & & &
Çok Mutsuz Bir Kralın Hikâyesi
Zamanın birinde oldukça zengin olan bir kral yaşarmış. Fakat bu kral çok mutsuzmuş. Çok uğraşsa da ne var ki asla mutlu olamıyormuş.
Ülkede bulunan bilge bir kişiyi huzura çağırmış ve nasıl mutlu olabileceğini sormuş. Bilge şöyle cevap vermiş: “-Saygıdeğer kralım eğer mutsuzluktan tamamen kurtulmayı istiyorsanız mutlu bir adam bulmanız gerek. O adamın gömleğini giydiğiniz zaman mutlu olursunuz.”
Bunu duyan kral hemen adamlarına emir vermiş ve ülkede mutlu bir adam bulmalarını istemiş. Adamları aramış taramış fakat mutlu bir adam bulamamış. Hepsinin kendince dertleri ve mutsuzlukları varmış. Adamlar mutlu bir adam bulamadan saraya dönerlerken oldukça eski bir kulübeden şöyle dua edildiğini işitmişler: “-Allah’ım şükürler olsun bugünde karnım doydu, sağlığımda pek yerinde, şimdiye kadar hep rızkımı verdin, bu dünyada benden mutlusu yok.”
Bunu duyan kralın adamları mutlu birini buldukları için oldukça sevinmişler. Hemen adamın gömleğini almalıyız ve krala götürmeliyiz diye düşünmüşler. Ancak kulübeye girdikleri zaman adamın üzerinde bir gömlek bile olmadığının farkına varmışlar.
Hayat devam ederken insanlar her zaman mutluluğu ararlar. Sahip olduklarıyla yetinmeyip her zaman daha fazlasını isteyen kişiler ise asla mutlu olamaz. Mutluluğu kendi içinde arayan kişiler her zaman mutlu olur.
Günün Şiiri
Akşam Yine Toplandı
Eflatun Akşam Yine Toplandı Derinde
Canan gülüyor eski yerinde
Canan ki gündüzleri gelmez
Akşam görünür havuz üzerinde,
Mehtab, kemer taze belinde
Üstünde sema, gizli bir örtü
Yıldızlar, onun gülüdür elinde…
Ahmet Haşim
O Belde
Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…
O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…
O belde
Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem… Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz…
Ahmet HAŞİM
Günün Fıkrası
Ağaçlardan Göremiyorum
Temelle Dursun ormanda yürüyorlar. Bir ara Temel Dursun’a sesleniyor: “-Dursun ormanın güzelliğine bak.”
Dursun: “-Ağaçlardan göremiyorum ki…”
Günün Sözü
Küçük işlere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir.
Platon