“Kökü Mazide Olan Ati..”

0
450

İçinde bulunduğumuz şimdiki zamana karşı bir tavırla, “Bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik” duygusallığında maziye kaçtığımız zamanlarımız olmuştur elbette.. Ya, “maziden kalan tüm fotoğrafları yakma” düşüncesiyle maziden kaçtığımız zamanlar?

 “Mazi.. O şimdi bir gölge…” diye başlar Fikret, “Mazi ve Ati” adlı şiirine.. “Mazi bir taayyüne (belirlemeye) haiz midir? Hayır..” der ve “Mazide kabil olsa taayyün, sübut, Ati nasıl hayal edilir?” diye sorar.. Devamında, her ne kadar, ders alma yönüyle “Mazi, o bir muallim..” dese de, “Ati çıkınca ortaya mazi silinmeli!” dizesiyle bitirir söz konusu şiirini..

Fikret.. “Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perrübâl; (kol kanat) / Kendi cevvimde, (gökyüzümde) kendim tairim, (uçarım) / İnhina (eğilme)  esaretten girandır (ağırdır) boynuma; / Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” dizeleriyle tanımlar kendini..

Fikret’in, “ati” ile ilgili ümidini paylaşıyorum.. “Mazi silinmeli”  düşüncesini ise, içinde yaşadığı zaman ve mekanın “harabe karanlığına” karşı duyduğu öfkeye bağlıyorum.. Ve fakat  mazinin atiyi belirlemeye haiz olmadığı görüşü de dahil, harap dahi olsa mazinin toptan reddini “hayatın diyalektiği” bağlamında doğru bulmuyorum..

Fikret, oğlu Haluk’un şahsında maziyi silecek ati ümidi anlamında dile getirdiği “Sabah Olursa” başlıklı şiirinde, “Bakışlarım seni maziye çekmek ister, sen.. Bütün hüviyeti uzviyetinle atisin” der ve devamında; “Evet, sabah olacaktır, geceler, Tulû-ı haşre (haşroluşun sabahına) kadar sürmez..  Siz, ey fezayı ferdanın (yarının), Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın! Ufukların ebedi iştiyakı var nura, Ziya içinde koşun bir halas-ı meşkura (teşekküre değer kurtuluşa) Ümidimiz bu..” düşüncesiyle bitirir..

Ve fakat ah! Işık getirecek ümidiyle gelecek nesillere “genellediği” Haluk, “özel” yaşamında yalnız maziyi değil atiyi de karanlık görür! “Atiyi karanlık görerek azmi bırakır” yani Akif’in diliyle.. Maziden kalan tüm fotoğrafları yaktığında atinin ışıyacağı yanılgısına düşer ve maziyi silmekle kalmaz, Fikret’in, ışıklar içindeki ati ümidini de karartır!

Haluk’un mazisinden seçtiği bu fotoğrafı, sanki Fikret’in  mazi tümlüğü o fotoğraftan oluşuyormuş gibi bir algı aldatması ve dayatmasında olan kimi aydınlar; boyun eğmeyi esaretten daha ağır gören şairin, “vicdanın ziyası, aklın nuru” ile atide ışıyacağını ümit ettiği medeniyeti “taammüden”  reddederek maziden de “müebbeden” silip atmak isterler.. Ki, “muallim maziden” ders almayan  bu tür aydınlar, sonuçta eleştirdikleri şairle maziye karşı aynı tavrın içinde yer alırlar.. Fikret, bu tür aydınlara “Hakikat Her Zaman Hakikattir” adlı şiirinde şöyle seslenir: “Soruyorsunuz; Medeniyetin ne lüzumu var? Sorarım: Bu zull-i hayat ile, Ya bedeviliğin ne lüzumu var? Soruyorsunuz; Bize hikmetin, bize sanatın ne lüzumu var? Hadi hikmetin de, sanatın da lüzumu yok; Fakat anlatılsa da anlasak, Şu cehaletin, şu mezelletin, şu sefaletin, şu esaretin ne lüzumu var?”

Ben bu dizeleri, Fikret’in çağdaşı Akif’in, içinde yaşadığı zaman ve mekanın “harabe karanlığına” karşı duyduğu öfkeyle dile getirdiği; “Medeniyet denilen maskara mahluku” görüp,  “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” dizeleriyle sentezliyor ve “köklerinden kurtuluş, ağaç için özgürlük değildir” diyalektiğinde “ışıklı ati” umudumu  hala koruyorum..

Tarihsel oluş ve akış sürecinin her anında sürekli değişir ve dönüşür mazi ve ati.. Her an taneciğinde “değişim” mutlak.. Ya, başkalaşım? “İki günü eşit olan zarardadır” bilinciyle, maziden atiye “iyiye, güzele, doğruya” değişir elbette insan.. Maziden veya atiden koparak insani değişime yabancılaşma olabilir bu anlamla başkalaşım da..

“Kısa vadede kâr ve haz” getirse de, “uzun vadede acı ve yıkımdan” başka getirisi olmadığı insanlık mazimizin son yüz elli yılında sübut olan medeniyet maskeli  “kapitalizmle” başlar modern başkalaşımın tarihi.. Gerçeklikten kopartarak başkalaştırdığı insanları, atide bekleyen karanlık krizlere sürüklerken; “boş ver, gönlünce yaşa!” türünden  geçmişten kopuk, gelecekten habersiz günübirlik bir tüketim kültürüyle gizler kendisini..

İçinde yaşadığı zaman ve mekanın “harabe karanlığını” aydınlatmakla kalmaz, Fikret’in “hayal dahi edilemez” dediği atiyi, “vicdanın ziyası, aklın nuru” ile maziden taayyün eder bu bağlamda mesela Marks.. Kaldı ki, miladi geçmişle, hicri gelecek arasında asılı duran ömür takvimimizden kopardığımız her yaprak; yarınki günümüzde bugünümüzün dün olacağını hatırlatır bize.. Yaşanmış olanlarla yaşamakta olduklarımızın sentezini, yaşanacak yeni bir tez olarak sunarız yarınlara.. “Mazi bir taayyüne haizdir” yani bu anlamla.. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kurduğumuz bu diyalektik birliktir tarihe verdiğimiz anlam..

Cemil Meriç; “Aydınlar, yaşadıkları çağa tahammül edemiyorlar; ya maziye kaçıyorlar, ya istikbale!” diyor aydınların soyağacını araştırdığı “Mağaradakiler” adlı kitabında.. Peki, ya, yaşadığı çağa tahammül edebilenler? Bu sorunun yanıtını da “Bu Ülke” adlı yapıtında veriyor; “Ya bütünüyle yüceltiyorlar, ya da bütünüyle kötülüyorlar!”

Yahya Kemal, “Bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik” duygusallığında yazar şiirlerini.. Kendisini “harap” bir mazinin yücelticisi ve ati kaçkını görerek eleştirenlere ise şu dizelerle cevap verir; “Ne harabi, ne harabatiyim, Kökü mazide olan atiyim..”

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here