Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Geçtiğimiz hafta, günlerce gece gündüz durmadan yağan yağmur iyi güzeldi de gerçekten etraf göle döndü. Yağmurun kabahati değil tabi. Alt yapının çarpık çurpukluğu en büyük neden! En basiti bizim sokağın bir bölümü sular altında eğim farkı ve rögarlar yüksek olduğu için tabi! Yapacak bir şey yok başa gelen çekilir ve biz koyun kuzu çekiyoruz. Yurdun çoğu olumsuz hava şartlarından etkileniyor doğal olarak ancak mevsim kış ve kış nihayet, “ben Kışım kardeşim kollayın kendinizi” deyip silahlarını –kar, yağmur, soğuk, tipi- kuşanarak geldi dikildi karşımıza “bakmayın uzun zamandan beri öyle yumuşak başlı olduğuma istediğimde gerçek yüzümü gösterebilirim” der gibi. Keşke bizlerde artık gerçek yüzlerimizi eğmeden, bükmeden, kayırmadan, ayırmadan ortaya koyabilseydik!
Ancak, bizler çoktan beri -biz- değiliz bir başka bizler yaşıyor içimizde! Ama biz olmayanlar korkunç -benlikleri- ile yalnızca -ben- demeye devam ediyorlar.
Ve biz her zaman biz demeye devam edeceğiz birde gerçekten dilediğimiz gibi oy kullanabilseydik emin olabilseydik birbirimizden! Ama kendinden çok eminler var. Daha bir türlü adaylar açıklanmadı ya (şu an itibari ile) gözlemlediğim kadarı ile bazı aday adaylar kesinlikle kendilerinden çok eminler sanki bir yerlerden söz almış ve bu sözler son dakikaya dek değiştirilemezmiş gibi ve “ben” diyorlar ve umut ediyor. Bendeniz de hayran oluyorum bu eşsiz özgüvene!
Her seçimde bir şeyler öğreniyoruz korkunç hayal kırklıkları ile. Bakalım bu seçimler bize neler öğretecek? Gerçi şimdiden birçok ipe sapa gelmez şeyler öğrendik. Valla kendimi çok kötü algılıyorum; ya kocaman adamlar kelli felli nasıl böyle olabiliyorlar?
Neyse ya kış sürüyor dışarıda hava çok soğuk iliklere işliyor ama gerçekten sağlıklı, gerçekten insanı dinçleştiriyor, yaşam isteğini kamçılıyor. Yani en azından bendeniz böyle algılıyorum. Ve asla sokaktakileri unutmuyorum. Ve bugün sayfamı Nazım Hikmet şiirleri ile süslüyorum. Sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman ayrımsız, gayrımsız sevgili okuyucularım. Yase
Nazım Hikmet
Nazım, 15 Ocak 1902’de Selanik’te Ayşe Celile Hanım ve Hikmet Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Celile Hanım, Hasan Enver Paşa ve Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa, yani Ludwing Karl Friedrich Detroit’in kızı Leyla Hanım’ın kızıydı; çok iyi Fransızca konuşuyor, piyano çalıyor ve resim yapıyordu. Nazım da annesine çekecek, sanatsal yönü ağır basacaktı.
Babası Hikmet Bey, Çerkez Nazım Paşa’nın oğluydu; Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmıştı. Nazım’a göre, babası Türk’tü. Annesi ise, Alman, Fransız, Gürcü, Polonyalı, Çerkez kökenli idi.
Hikmet Bey, Selanik’in son valisiydi. Nazım henüz çocukken memuriyetten ayrıldı ve ailecek Nazım’ın dedesinin yanına Halep’e yerleştiler. Burada onları yeni bir hayat bekliyordu. Hikmet Bey, yeni işler peşine düştü. Ancak buraya tutunamadılar ve yeni güzergah İstanbul’du. Buradaki iş kurma çalışmalarının da sonucu iflas olmuştu. Hiç hoşuna gitmese de memuriyete geri dönecekti. Fransızca bildiğinden kolayca Hariciye’ye atandı. Nazım da bu süreçte annesinden aldığı güzelliklerle besleniyor ve büyüyordu…
Eğitim hayatı
Nazım, artık okula gidecek yaşa gelmişti. Eğitim hayatına başladı. Ancak bir şey daha vardı hayatında başlayan. Nazım, daha küçücük bir çocukken, 3 Temmuz 1913’te, “Feryad-ı Vatan” adını verdiği ilk şiirini yazdı. 1913’te aynı zamanda Mekteb-i Sultani’de ortaokula başladı.
Bir gün aile meclisi toplanmıştı; Bahriye Nazırı Cemal Paşa da oradaydı. Nazım, gururlu tavırlarıyla denizciler için yazdığı kahramanlık şiirini okudu. İşte o an, Nazım’ın Bahriye Mektebi’ne gitmesine karar verildi; Nazım, 25 Eylül 1915’te Heybeliada Bahriye Mektebi’ne kaydoldu. Pek çalışmazdı; ama zeki bir öğrenciydi. Ahlaki tavırları iyiydi, ancak çok sinirli bir yapısı vardı. Genel anlamda öğretmenleri tarafından sevilirdi. 1918’de ise, 26 kişiden sekizinci olarak mezun oldu.
Mezun olur olmaz dönemin okul gemisi Hamidiye’de güverte subayı stajyeri olarak atandı. Ancak aşırıya kaçan tavırları sebebiyle ordu ile ilişiği kesildi.
1920’de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya gitti. Bu durumdan ailesinin haberi yoktu. Nazım, önce bir süre Bolu’da öğretmenlik yaptı ve daha sonra Batum üzerinden Moskova’ya gitti. Burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler ve İktisat okuyarak yükseköğrenimini tamamladı.
Moskova’da ilk şiir kitabı
Nazım, Moskova’ya yükseköğrenimi için gelmişti; bir de aşkı Nüzhet vardı. Yıl 1921’di, devrimin ilk yılları yaşanıyordu. Nazım, komünizm ile resmen tanıştı. Bundan sonra hayatındaki her şey bu noktadan merkez alarak hayat çemberini çizecekti. 1924’te ilk şiir kitabı, “28 Kanunisani” yayımlandı. Aynı zamanda sahneye de aktarıldı. Artık Türkiye’ye dönme vakti gelmişti. Türkiye’ye döndü ve Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başladı.
Nazım’ın yazı dili
Nazım, ilk şiirlerini hece ölçüsünde yazmaya başlamıştı. Ancak burada da derli toplu görünen bir başına buyruktu. Çünkü içerik bakımından diğer Hececiler’den başka tarzda yazıyordu. Şiirleri çoğaldıkça hece ölçüsü ona yetmedi. Şiiri için kendine özgü bir tavır arayışına geçti. Sovyetler Birliği’ne gittiği ilk yıllarda, özellikle 1922 – 1925 yılları arasında bu arayışı zirve yaptı. Hem içerik hem de biçimi bakımından diğer şairlerden farklıydı. Artık serbest ölçü ile yazacaktı.
Günün Şiiri
Ben Senden Önce Ölmek İsterdim
Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sende ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi oradan atana kadar…
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak:
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
Belki diyor. Rüzgâr,
yıldızlar
ve su.
Bir Afrika rüyasının uykusu
düşmüş dalgalara.
Işıltılı, kara
bir yelken gibi ince
direğinde geminin.
Geçmekteyiz içinden
bir sayısız
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.
Nazım HİKMET
Bir Gemici Türküsü
Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bu türkü diyor ki, “Korkumuz yok!
İnmedi bir gün bile gözlerimize
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.”
Bu türkü
diyor ki,
“Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
ölümün önünde sigaramızı.”
Bu türkü
diyor ki,
“Çizmişiz rotamızı
dostların alkışlarıyla değil
gıcırtısıyla düşmanın
dişlerinin.”
Bu türkü diyor ki, “Dövüşmek..”
Bu türkü diyor ki, “Işıklı büyük
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..”
Bu türkü diyor ki, “Yıldızlar
rüzgâr
ve su…”
Baş üstünde bir gemici korosu
bir türkü söylüyor;
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi,
su gibi bir türkü..
Nazım HİKMET
Bir Dakika
Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.
Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor
Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi
Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
Doğruldum atılırken bir dakika titredim
Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.
Nazım HİKMET
Günün Sözü
-Ay doğmuyorsa yüzüne Güneş vurmuyorsa pencerene kabahati ne Güneşte ne de Ay da ara! Gözlerindeki perdeyi arala!
-Gönül gönül verilerek alınır.
-Kitaplardan önce kendimizi okumaya çalışalım.
-Kusur arıyorsan tüm aynalar senin.