Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Hava da kar kokusu var kendi yok demişken birde pencereden baktım ki o yağıyor. İnce, ince. Hemen dilimden dökülüyor “incecikten bir kar yağar coşar elif, elif diye” dizeleri. Kendimi kar kadar hafif algıladım anında. Ve yine şaşırdım havaların, insan psikolojisi üzerindeki etkilerine. Evde herkes bilir etkileniyor. Ben seviniyorum Berke akşamdan “Nasıl gideceğim okula” diye dertleniyordu. Üzerine birde beden eğitimi dersleri var. Emre “saat 10’da okulda olmam gerek” dedi saat 11,30’da uyandı. Hiç öyle gidecek gibi görünmüyor, pencereden baktı ve ne düşündü bilemiyorum arkasını dönüp gitti. Kardeşim çamaşırları kurutmak derdine de Hasan piyasaya çıkacak ama bu havada piyasa curcuna, en ufak bir yağışla trafik felaket oluyor ya! En rahatları ben deniz, kar kadar sorumsuzum bu sabah?
Ve yazımı yetiştirmekten başka kaygım yok şimdilik. Evde herkes geç uyandı bu sabah bu yüzden herkesin üzerinde bir ağırlık var. Bu ağırlığı yakından tanıyorum. Hiç yanımdan ayrılmayan kötü kalpli dostlarımdan biri, her an tetikte bekleyen. Kim bilir yazının sonuna gelmeden çullanıverir omuzlarıma. Ama buna rağmen kendi hafiliğimi yüklenmiş başkalarının ağırlığını kendime dert etmeden gülemeyebildiğim “incecikten bir kar yağar” diye, diye yazımı yazmaya devam ettiğim için. Kendimi bencil algılıyorum! Ve insan işte diyorum kendime. Bütün komplekslerini içinde taşır her zaman. Ne gerçekten mutludur ne gerçekten mutsuz ne gerçekten kaygılı ne gerçekten kaygısız. “An” gelir değişir psikolojisi.
“An”la değişen psikolojiler aslında insanın yaradılışı ile ilgili diye düşünüyorum. Yaradılışında mutluluğa eğilim genleri çok güzel beslenmişse… O insan mutsuzluğu uzun süre üzerinde taşıyamıyor mutluluk kapılarının hepsi açık kalıyor. En ufak bir mutluluk kırıntısı mutsuzluğu hemen köşeye sıkıştırıyor. Öldürmüyor ya da yok etmiyor. Bir an gelirse çıkarmak için bekletiyor.
Mutsuzluğu kendine ilke yapanlar ise sanıyorum mutsuzluk kapılarını ardına dek açık bırakıyor mutsuzluk kırıntısı gelince mutluluğu hemen boğuyorlar. Sanki hiç yaşamışlar gibi. Boğuyorlar ama yinede öldürmüyorlar. Yine “an” gelir kocaman bir mutluk kapılarının çalarsa diye onu çıkarmak için bekletirler. Bunu bilinçli yapmazlar. Onlar için aslında ölmüştür mutluluk. Bu kategoride olanlara kötümser deniyor her halde. Diğerlerine de iyimser diyebilir zahir. (Nerden nereye sürükleniyor yazılar ya.!) Neyse çok şükür bizde kapılar açık her zaman her şeye herkese. Mevlana’nın dediği gibi aynen “gel, gel, ne olursan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”
Yalnızca dön gel. Benliğimize söylediğimiz şey bu. Gel ve biz olmayı öğren.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık, sevgi, mutluluk, birlik ve beraberlikle her zaman diyerek yazımı bitirmek istiyorum. Sorumluluğum yok bugün demiştim ya yazmaktan başka aslında doğru değil. Bir sürü sorumluluğum var beni bekleyen öğlen oldu bile. Pencereye gelen kuşları beslemem gerek örneğin… Yase
& & & & &
İNCECİKTEN BİR KAR YAĞAR
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac’oğlan eğmelerin
Gönül vermez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Karacaoğlan
Demedim mi?
Oraya gitme demedim mi sana,
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben’im?
Bir gün kızsan bana,
alsan başını,
yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer ben’im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben’im asıl,
onu süsleyen, bezeyen ben’im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,
senin duru denizin ben’im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben’im,
senin kolun kanadın ben’im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben’im,
sıcaklığın ben’im demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi?
Kötü huylar edinirsin demedim mi?
Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?
Yani beni kaybedersin demedim mi?
Söyle, bunları sana hep demedim mi?
Mevlana Celaleddin Rumi
Günün Şiiri
Başka Yarınlar
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.
Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş
Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı
Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarılarda onunla uçar gider.
Gözlerinin denizinde onu arama.
O inci bir başka denizde.
Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin özünde başka yarınlar var.
Mevlana Celaleddin Rumi
Bir Olur mu?
Biri geldi, hoca senai öldü dedi.
Yabana atılır bir er değildi ki, omuz silkelim.
Saman çöpü değildi ki uçtu diyelim.
Su değildi ki, soğuktan dondu diyelim.
Tarak değildi ki, bir saç teli kırdı onu diyelim.
Buğday tanesi değildi ki, toprakla kayboldu diyelim.
O şu toprak yurtta bir altın gömüsüydü.
Bir arpaya sayardı iki cihanı.
Aldı topraktan yaratılan bedeni bir gün,
fırlattı toprağa attı.
Aldı götürdü akıl dene şeyi.
Yanlış laf mı ediyoruz ne?
Kimsenin bilmediği bir can daha vardı,
bağışladı gitti o canı sevgiliye.
Saf şarap tortu koyvermişti.
Safı tortunun üstüne çıkmıştı,
arınmıştı tortudan.
Günlerden bir gün, azizim,
yolda birbirlerine rastlamışlar,
birlikte yolculuk etmişlerdi,
bir kürt, bir maraga’lı, bir rey’li,
bir de rum ülkesinden biri.
Biri olur muydu atlas kumaşla kara çul?
Elbet yollar ayrıldı bir gün.
her biri kendi yurduna gitti.
Mevlana Celaleddin Rumi
Günün Sözü
Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin.
Mevlana