Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun

0
55

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dünya kurulduğundan beri ikinci hatta üçüncü hatta dördüncü plana atılmış anneler, teyzeler, evlatlar, sevgililerdir kadınlar. Gün gelmiş diri, diri toprağa gömülmüş, gün gelmiş üç kuruşa satılmış, gün gelmiş sokak ortasında infaz edilmiş. Gün gelmiş cadı diye alev, alev yakılmış, gün gelmiş recm edilmiş (taşlanarak öldürme) aşağılanmış, kullanılmış, hakkı yenmiş. Kimler tarafından mı? Tabii ki doğurup, emzirdiği, büyütüp adam ettiği; ki adam  ettiği kuşkulu   oğulları, hatta onu doğuran anası tarafından. Nasıl  yaman bir çelişki bu inanılması zor bir durum. Ve hala devam edip gelmesine rağmen… Bunları yazmak, çizmek artık demode oldu bendenizce. Çünkü değişen bir şey yok ve olmadı aslında. Yalnızca diri, diri gömülmez oldu ya da cadı diye yakılmaz gerçi o da kesin değil  belki hala yapılıyor bazı yerlerde de haberimiz olmuyor ya da bizim bilgimiz yok! Kadınlar gününde kadınlar gününü kutlamak iki yüzlülük gibi bir şey gibi geliyor aynı zamanda. Sen gününü kutla ve onu örümcek kafalı olmaya zorla. Bu nasıl bir şey? Ve günü kutlarken bile şiddet yağıyor her taraftan. Sözle, bakışla, tavırla, hatta alınan hediye ile. Doğrusu bu günde kadın olduğum için kutlanmak istemiyorum. Ben kendimi kutlarım teşekkürler.

Geçtiğimiz yıllarda korkunç sayılara ulaşan kadın cinayetlerini önlemek için yeni yasa hazırlamış. Tedbirler sertleştirilmişti ne oldu? Değişen bir şey yok. Hala sokak ortasında infaz başköşede… Bugün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüm dünya emekçi kadınlarının Gününde Kuan Tzu’nun sözünü ettiği gibi “anlık değil, sonsuzluk tohumları ekilmeli ve bu ancak  eğitmekle olur” diyoruz. Bizim şu anda yaptığımız paneller, konuşmalar, etkinlikler, görüşme “anlık” çalışmalar  günü kurtarma gibi? Kapitalizme ve ikiyüzlülüğe hizmet gibi… Yalnız erkelerde değil suç ama hak yemeyelim. Belki en büyük suç biz kadınlarda… 

   Atatürk daha dünya da kadınların adı anılmazken, Türk kadınına hakkını teslim etti. Ancak bizler bu hakka sahip çıktık mı? Ve diğer bütün haklarımız için çaba harcadık mı? Haklarımızı bilmek ve onları koruyabilmek  için ilk başta eğitimli olmamız  geliyor. Biz gereken eğitimi almış olsaydık, haklarımızın değerini bilirdik, onları korumaya alırdık ve daha çoğunu da isterdik. Ama ne yazık ki biz hala  önce kendi kendimizi kemirmekle uğraşıyoruz, kendimize verdiğimiz zarar bize verilenden çok fazla ve buna ek töreler, alışkanlıklar, inançtan önce gelmeye devam ederken, var olan hakların ayrımında olmamak, verilen haklara  sahip çıkmamak? Kendimize ihanettir ve gerilere gitmektir.

Biz kadınlar güçlü ve eğitimli olmak zorundayız. Her zaman. Çünkü biz ana, kardeş, eş, arkadaşız. Erkeğin eşi ve tamlayıcısıyız. Ne önde, ne de arkada olanız, yan yana el ele duranız. Ve böyle olmalıyız. Ancak üzüntüyle söylüyorum ki sevgili peygamberimizin “Cennet annelerin ayağı altındadır” demesine rağmen hala erkeğin, “boş ol” dediği anda boş olduğumuz yerdeyiz. Bir gün değişir miyiz? İnşallah.

& & & & &

Ve eğitim diyerek günümüzü kutluyorum. Ve yine “Keşke biz kadınlar gücümüzün ayrımında olsaydık” diyorum. Sağlık ve sevgiyle her zaman hep birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase

Şubat Güneşi

Ahmet “bari sen uyanana dek kahvaltı hazırlayım” diyerek mutfağa girdi. Buzdolabını açtı, kahvaltılıkları çıkardı, masaya düzgün bir şekilde yerleştirdi. Çayı demledi. Sonra taze ekmek gelmiş mi diye bakmak için sokak kapısını açtı kapının tokmağına asılı bir şey yoktu. Demek kapıcı çarşıya gidememişti. Kapıyı kapatıp içeri girdi. Akşamdan kalan ekmekleri dilimledi kızartmak için bir tabağa koydu. Zeynep uyanınca sıcak bulsun istiyordu. Sofrayı kurmayı bitirince etrafa dağılmış olan mumların kalıntıları toparladı Allah’tan halıya damlayan olmamıştı, mutfağın penceresi ile balkonun kapısını açıp içeriyi havalandırdı. Balkonda su birikmişti ama aldırmadı.

Tam salona geçerken Zeynep’i uyandırmak için, kapının zili çaldı. Ahmet kapıyı açtı. Kapıcıydı gelen elinde ekmek ve gazete vardı. “Günaydın Ahmet bey” dedi. “Geç kaldım ama fırınlar bu sabah ekmek çıkarmadı birkaç tanesinin dışında. Akşam ki yağmur sel olmuş diyorlar. Alt katları su basmış. Elektrikte gelmedi.”

“Bizim buralarda durum nasıl?” “Bizde pek bir şey yok çok şükür. Deniz taşmış ama caddeler yinede temiz sayılır. Bodrum su almıştı ama hemen boşalttık elektrik dışında bir sorun yok.” “Bodrumda odun var daha değil mi Zeki  efendi. Bir ara yukarı çıkarabilirsen çok sevinirim” dedi. “Tabi ekmekleri dağıtıp hemen getiriyorum” dedi kapıcı. Merdivenlerden yukarı çıkarken Ahmet tam kapıyı kapatmışken kapı yeniden çaldı. Dönüp kapıyı açınca karşısında abisi Selim’i gördü. “Sen nerden çıktın” diye sevinçle bağırdı. Gözlerinin içi aydınlanmıştı sanki. “Sorma valla zorla geldim.”  İki kardeş neşeyle kucaklaştı. Birbirlerin sırtlarına dostça karşılıklı şaplaklar indirip sarılmış vaziyette içeri girdiler.

Selim botlarını kapı önünde çıkarıp içerdeki ayakkabı dolabına yerleştirdi. Aynı yerden terlik alıp giydi. Sonra kardeşinin peşinden mutfağa gitti.  Kahvaltı masasının hazır olduğunu görünce “Oo kahvaltıda etmemiştim daha” diyerek bir dilim peyniri ağzına attı. Ahmet ekmeği tezgâha bırakıp “Zeynep’e bir bakayım” dedi.

“Sahi ben Zeynep için geldim aslında bu saatte. Şimdi nerde o?” “Yatıyor bir türlü uyanamadı.” “Nerde yatıyor.” “Salonda” “Ben bir bakayım” diyerek Selim salona gitti. Kız kendinden geçmiş uyuyordu. Ahmet gelip abisinin  yanında durdu. İki genç adam kızın başında durmuş battaniyeler arasında adeta kaybolmuş kızı seyrediyorlardı. Selim eğilip kızın alnını yokladı. “Ahmet bu kız yanıyor ya” dedi. “Hep böyle miydi geceden beri.?” “Evet, ağabey gerçi bir iki defa  ateşi düştü ama yine yükseldi.  Biraz önce baktım daha iyiydi.” Ahmet konuşurken Selim kızın üzerinden battaniyeleri sıyırıp atmıştı bile. Kız gece ters giydiği geceliğinin içinde kaybolmuş, dizleri karnına doğru çekik, ellerini birleştirmiş yanağına dayamış olarak yatıyordu.  İzlendiğinden habersiz yoksa çok kızardı. “Çabuk duşu hazırla Ahmet kızı suya sokmak zorundayız.” “Gece bir kez suya girmişti abi üşütmesin.” “Korkma bir şey olmaz suyu ılık tut soğuk olmasın sakın.”

Selim kızı kucakladığı bibi. Banyoya taşıdı üzerinden geceliği çıkarıp duşu açtı. Kız irkildi ama ses çıkarmadı. İki dakika kadar suda tuttuktan sonra Ahmet’in uzattığı havlulara sardı kızı küçük bir kız gibi zaten farkı da yoktu. Zeynep havlulara sarılmış oturuyordu. Selim elinde büyük bir su bardağı. Kıza içirmeye çalışıyorken Ahmet endişeyle etrafta dolaşıyordu. Kız suyu içerken zorlanıyordu ama buna rağmen içiyordu. Selim “aferin Zeynep” diye kızı yüreklendirdi. Yarım saat sonra Zeynep iyice açılmıştı. Başı korkunç ağrımasına rağmen kendini iyi hissediyordu.

“Artık üstümü değiştirebilir miyim?” diyerek sarındığı havluları gösterdi. “Evet, hadi gel seni odana götüreyim bakalım ne bulacağız orada giyebileceğin” dedi Ahmet. Selim bu arada cep telefonu ile görüşüyordu. Zeynep yerinden kalkarken Ahmet nazikçe kolundan tuttu kızın başı dönüyor kulakları zonkluyordu. “başım çok ağrıyor” diye inledi. “Tamam canım şimdi abim sana bir şeyler verecek daha iyi olacaksın. Seni taşımamı ister misin?” “Yok, teşekkür ederim idare ediyorum.” Ahmet gülümsedi. “İdare etme işte zaten bir lokmacıksın” diyip kızı kucağına alıp odasına girdi onu yavaşça yatağın üzerine bırakıp dolapları karıştırmaya başladı. Kıza giyebileceği her şeyi çıkarıp yanına koydu. Arkası Yarın

Günün Şiiri

Hoş Geldin Kadınım

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin, yorulmuşsundur;

Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını,

Ne gül suyum, ne gümüş leğenim var, susamışsındır;

Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim, acıkmışsındır;

Beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam,

Memleket gibi yoksuldur odam.

Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin,

Ayağını basdın odama,

Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi,

Güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde,

Ağladın, avuçlarıma döküldü inciler,

Gönlüm gibi zengin,

Hürriyet gibi aydınlık oldu odam.

Hoş geldin, kadınım benim, hoş geldin

Nazım Hikmet RAN

Günün Sözü

Kadınları yalnız güzellikleriyle görenler, onlara güzellik kaynağı derler; doğru düşünenler ise aylarca sıkıntıya, tehlikeye katlanarak neslin çoğalmasına hizmet ettiklerinden, hayat kaynağı adını verirler; dünyaya getirdikleri çocukları sevgiyle büyütüp adam ettiklerinden eğitim kaynağı; onlara en evvel Allah’ı vc kulluğu tanıttıklarından din kaynağı; her türlü sıkıntıya ve kedere dayandıklarından sabır kaynağı; dertlilere hastalara yardıma koştuklarından, merhamet ve ümit kaynağı demişlerdir.

Bernard de Saint Pierre

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here