Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu yıl İstanbul’da Ramazan belki hiç olmadığı kadar oruçtan “bi” haber gibi geçiyor. Eskiden simitçilerin tablası bile boş olurken şimdilerde normal günlerdeki gibi. İyi mi, kötü mü, normal mi bilemedim ama bildiğim bir şey varsa oruç tutuyor gibi görünmek isteyenler artık öyle görünmekten bıktılar ve kendilerini serbest bıraktılar! İnsan ne zamana dek “mış” gibi yaşayabilir ki?
Valla herkesin dini kendine, orucu kendine, vicdanı kendine, onu nasıl kullanmak istiyorsa öyle kullansın! Yalnızca kimseye ilişmesin… Ama yok illa ilişecekler. CHP genel başkanına saldırıyorlar saldırganlar dışarıda “yakın” diye bağıran sözüm ona kadın olacak ortalıkta ne ceza aldı bilen yok. Daha dün Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ evinin önünde öldüresiye dövülüyor. Sayın İmamoğlu’na destek veren bir hanım bıçaklanıyor! Kimseden çıt çıkmıyor. Şiddet her tarafımızda, “nasıl böyle olduk” diye sormaktan bıktık artık. Ve bu olanların hangi dinde, hangi inançta yeri var? Afganistan’da kadın gazeteci yine sokak ortasında vurulup öldürülüyor. Şiddet nerdeyse rutinleşti üstelik kutsal bir ayda. Ancak hiçbir zaman şiddet kanıksanacak bir duruma gelmeyecek her zaman karşısında olacağız.
Bendeniz polisiye, korku film ve kitaplarından çok hoşlanırım. Muhakkak her gece milyonuncu kez izlemiş olsam da hep yeniden izliyormuş gibi zevk aldığım eski bir dizi var; “Kanıt”. Sanırım o diziyi suçları gerçekten kanıtlanmadıkça kimseyi birkaç bulgu ile mahkum etmedikleri için seviyorum. Ve sonunda hiçbir cinayet kusursuz değildir diyen Prof. Dr. Sevil Atasoy için.
Ve gerçekten kanıtsız suçlama ne kadar korkunç bir şey düşünemiyorum bile. Ancak biz dilimize gelen her şeyi özgürce salıveririz adı belli olmayan bir durumdayız çoktan beri. Hem Ramazan ayındayız hem değiliz, hem orucuz hem de değiliz, hem paylaşalım deriz hem hak yeriz, hem kardeşiz deriz hem de keskin bir bıçakla ayrılırız. Biz neyiz peki? Çocuklarımız daha üç yaşında iki çocuk günlerdir aranıyorlar. Biz anneler neredeyiz? Daha üç yaşındalar ya daha yürümeyi yeni öğrenmişler!
Ve öyle görünüyor ki biz bu mağfiret ve bereket ayında ne yazık ki bu aya uygun yaşamıyoruz. Günlerimiz kuşkuyla, sıkıntıyla, korkuyla geçiyor. 23 Haziran’da yapılacak seçim yaklaştıkça kuşkularımız ve korkularımız artıyor çünkü gerçekten bir korku yaratmak istedilerse bunda başarılı oldular. Ancak biz korkunun egemenliğinde yaşamayacak kadar geleceğe güveniyoruz ve ne olursa olsun her şeyin çok güzel olacağına inanıyoruz.
Ve sevgili okuyucularım daima sağlıkla, sevgiyle kalalım, ayrımsız, gayrımsız, malumların dışında her zaman… Yase
& & & & &
Hz. Musa (a.s.) ve Çoban
Hz. Musa yolda bir çobana rastladı. Çoban şöyle dua ediyordu: “Ey kerem sahibi Rabbim, nerdesin ki sana kul köle olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ey Yüce Rabbim, sana süt ikram edeyim. Elini öpüp ayağını ovayım. Uyuma vakti gelince yerini silip süpüreyim. Bütün keçilerim sana kurban olsun!”
Çobanın bu şekilde saçma sapan konuştuğunu gören Hz. Musa: “Kiminle konuşuyorsun” diye sordu. “Bizi yaratan, bu yer ve göğü halk edenle” diye cevap verdi çoban.
“Yazık, sen daha Müslüman olmadan kâfir oldun. Bu ne saçma söz, bu ne küfür! Çarık, elbise ancak sana yaraşır. Bir güneşin bunlara ne ihtiyacı var?! AllahuTeala’nın her şeye kadir olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da böyle hezeyanlarda bulunuyorsun? Allah (c.c.) böylesi hizmetlerden müstağnidir. Sen bu lafları kime söylüyorsun, amcana, dayına mı?! Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağa muhtaç olan çarık giyer.”
Çoban: “Ya Musa” dedi, “Pişmanlıktan canım yandı.”
Elbisesini yırttı, ah ü figan ederek çöle doğru yola düştü. Bunun üzerine AllahuTeala, Musa (a.s.)’a şöyle vahyetti: “Kulumuzu bizden ayırdın. Ben herkese bir huy, bir ıstılah verdim. Onun için medh ü sena olan söz, senin için yergidir. Biz, temizden de münezzehiz, pisten de. Onların beni teşbih etmeleriyle münezzeh ve mukaddes olmam. Bununla kendileri temizlenirler. Biz dile ve söze değil, gönle ve hale bakarız. Kalb huşu sahibiyse kalbe bakarız, söze değil. Ey Musa, edep bilenler başka, içi yanmış aşıklar başka.”
Musa (a.s.), AllahuTeala’dan bu itabı duyunca çöle düşüp çobanı aramaya başladı. Onun izlerini takip ediyordu. Nihayet onu buldu: “Müjde” dedi, “AllahuTeala’dan izin geldi. Gönlün nasıl istiyorsa öyle söyle!”
“Ey Musa, dedi çoban, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi benim halim söze sığmaz.”
AllahuTeala’ya hamd etsen de, bu çobanın layık olmayan övüşü gibidir. Senin övüşün çobanınkine nispetle daha iyi olsa da, Allahu Teala’nın yüceliğine nisbetle onun da değeri yok. Allah’ı zikrediyor oluşunun makbul olması, O’nun rahmetindendir. Mesnevi’den
& & & & &
Kendi Ayıbını Göremeyince
Dört Hintli bir Mescitte Allah ya ibadet için namaza durmuşlar, rüku ve sücuda koyulmuşlardı. Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı. Bu sırada meyzin içeriye girdi. Hintlilerin birisinin ağzından bila ihtiyar bir söz çıktı; “meyzin, ezanı okudun mu, yoksa vakit var mı?” öbür Hintli, namaz içinde okuduğu halde “ Sus yahu, konuştun, namazın bozuldu” dedi.
Üçüncü Hintli ikincisine dedi ki : “Onu ne kınıyorsun baba, kendi derdine bak, kendini kına!” dördüncü “Hamd olsun ben, üçünüz gibi kuyuya düşmedim” dedi. Hulasa dördünün de namazı bozuldu. Alemin ayıbını söyleyen daha fazla yol kaybeder. Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görürse o alınır, o ayıbı kendisinde bulur.
Çünkü insanın yarısı ayıptandır, yarısı gayıptan! Madem ki başında onlarca yara var, merhemini başın vurmalısın. Yarayı ayıplamak, ona merhem koymaktır. Sınık bir hale düşü mü “ Bir kavmin azizi zelil oldu mu acıyın ona” hadisine mazhar olur. Sende o ayıp yoksa da yine emin olma. Olabilir ki o ayıbı sen de yaparsın, günün birin de o ayıp, senden de zuhur edebilir.
Allah’tan “ Emin olmayın” sözünü duymadın? Peki o halde neden müsterih ve emin oluyorsun? İblis, yıllarca iyi adla anılarak yaşadığı halde nihayet bak, nasıl rüsvay oldu, adı ne oldu? Yüceliği alemde tanınmıştı, aksiyle tanındı, yazık!
Emin değilsen, tanımayı isteme. Yürü, yüzünü korkuyla yıka da sonra göster. Güzelim, sakalın çıkmıyorsa başka sakalsızları kınama. Şu işe bak: Şeytan, belalara düştü de sana ibret oldu. Sen belaya uğrayıp ona ibret olmadın. O zehri içti, sen şerbetini iç,(ibret almana bak!)
Günün Şiiri
Anısı Biz Olalım Bu Sokakların
Anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiç bir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen
Biz gelince bir yağmur başlar
yüzün çizilir buğulanan camlara
bir uzun karartma biter
akasyalar köpürür birdenbire
ve her avluda adınla anılan
çiçekler sulanır akşamüstleri
Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü
bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
başını sessizce omzuma koyarsın
gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir
her balkonda bir menekşe sesi
Belki yeniden güzelleştiririz
adları değiştirilen parkları
perdeleri hiç açılmayan evlerde
ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur
tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
kendi sesini kemiren alanlar
Anısı biz olalım bu sokakların
ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen
Ahmet TELLİ
Hâlâ Koynumda Resmin
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin
Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin
Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın ‘merhaba’ demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin
Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin
Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin
Ahmet TELLİ
Günün Fıkrası
Karadenizli Temel, bir mağazada paraşüt satıyormuş. Yeni bir müşteri gelmiş ve sormuş: “Diyelim ki bu paraşütü aldık, havadayken paraşüt ya açılmazsa ne yapacağız?”
“Uşağım 1.düğmeye basarsan paraşüt açılır!”
“Peki ya açılmazsa, o zaman ne yapacağız?”
“O zaman 2.düğmeye basarsın, kesin açılır!”
“Peki ya 2.düğmede de açılmazsa ne olacak?”
“Ula o zaman 3.düğmeye basarsın, garanti açılır!”
“Yine açılmazsa?”
“O zaman getirirsin buraya, değiştiririz. 2 yıl garantisi var…”
Günün Sözü
Üzülme Can! Doğruysan zarar gördüm deme. Bil ki iyiler mutlaka kazanır.
Hz. Mevlana
Kalp denizdir, dil de kıyı. Deniz de ne varsa kıyıya o vurur.
Hz. Mevlana