Sanat Yazısı
Değerli okurlarım, biz insanlar genel olarak iyi tanımadan birilerini arkadaş ve de dost edinmeye kalkarız. Gazino, kahvehane, parklar vs. hep birileri vardır yanımızda. Haksız da değiliz. Kendimizle baş başa kalıp biraz çene çalamayız, endişelerimiz boyut kazanır. Yani korkarız…
Yalnız kalma korkusu insanlara büyük yanlışlar yaptırır. Kendi başımıza üreteceğimiz pek bir şey olmadığından, hep birilerine ihtiyaç duyarız. Yalnızlık da güzel bir şey değildir, kendimizi toplumdan soyutlanmış ya da öksüz gibi hissederiz. Bu yalnızlık korkusu, birilerini koltuk değneği yapmaya sevk eder. Bu bir başarıysa, bu başarı başımıza öylesine dertler açar ki, anlatmakla bitmez.
Kişiyi tanımadan, bir ortak yön bulmadan oluşan beraberlikler hep iğreti olmuştur. Bu bizim korkaklığımızdan kaynaklanmaktadır. Bu korkaklık bizleri nedense hep yanlış adreslere götürmektedir. Taslak romanımdan küçük bir paragraf düşmek istiyorum…
“Belli ama ciddi konularda karar verdiğimizi veya tavsiye ile seçilmiş yollardan birini tercih ediyorsak hataya düşüyoruz demektir. Yollar biraz engebeli ve özellikle kestirme olmamalıdır. Kestirme ve düz yolları insana tecrübe kazandırmaz. Düz yolda giderken bile, sol taraftan çıkması muhtemel bir iş makinesinin çıkacağını önceden düşünüp, dikkatli olmamız şart…”
Her şeye rağmen, biten ilişkilerden sonra hayatınız dağılmış, biraz da şaşkınsınızdır. Yine derin bir yalnızlıkla boğuşmak zorunda kalırsınız. Bu aşamada yapmamız gereken bazı yaklaşımlar vardır. Ayrıntı gibi gözükse de inanın ki her şey onda gizlidir.
Sakin kafayla düşünmek, hatayı nerede yaptığımızı anlamaya çalışmak, yaşadıklarımızın analizini yapmak… Ancak, bunların hiç birine yanaşmayız, yaklaşamayız, korkarız ve erteleriz. Duygularımızı da tahlil etmemiz gerekmektedir. Buna da yanaşmayız, bundan da korkarız ve de yalnızlıktan…
Kişiyi tanımama ve gereksiz korkaklıklar başımıza büyük dertler açar. Kendimizi apansız yine bir yanlışın içinde buluruz. Kendi başımıza olmaktan korktuğumuzdan, yanlış bir ilişki içinde buluruz kendimizi. Çünkü aklımız başımızda değil, şeyimizde de ondan. Anlaşılıyor değil mi? Yine geç kalınmıştır ve yalnız yaşamayı becerememiş ve tanımadığınız birisiyle iğreti ilişkiye tutunmuşsunuzdur.
Günümüzde, birinin ruhuna dokunup da sevene hiç rastlamadım. Nasıl oluyor demeyin, anlatması o kadar zor ki, artık benim bile boyutlarımı aşıyor. Bunları yazarken gecenin bir vaktiydi, biraz da çakır keyiftim. Bir el omzuma dokundu. Siz O’nu görmediniz ama ben çok iyi tanıyorum. Ruhu şad olsun.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Hey Gidi Gençlik
Değerli okurlarım, gençlik yıllarım ve mesleğimin belli bir bölümü Ankara’da geçti. O zamanlar Başkent’in her köşesinde eş dost, merhabalaştığımız mutlaka birileri vardı. Gençliğimizde biraz hızlı yaşadık ve şimdi de acısını çekiyoruz. Karlı mevsimi doya-doya yaşardım. Tabi arkadaşlarımla. Azıcık da gözümüz karaydı. Hey gidi gençlik, heyyy…
Efendim, bugün sizlere çok ilginç bir anımı anlatacağım. Tatilimi Eylül ayına denk getirdim ve arkadaşlarımla beraber Bodrum’a gittik. Bodrum sahilinin Halikarnas tarafında cadde boyu sıralanmış otel ya da pansiyonlarda her zaman yer bulmak mümkündü. Daha doğrusu Eylül ayında böyle oluyormuş. Bildiğiniz gibi Eylül ayı tatil sezonunun sonu oluyor aşağı yukarı.
O zamanlar Bodrum demek balık, karides, kalamar, sübye ve ille de ahtapot demekti. Arkadaşlarımdan birinin Bodrum’lu oluşu da bizim için çok büyük avantajdı. En azından acemilik çekmiyor, rahat bir tatil yapıyorduk.
Bodrum’da şimdiki gibi, kasabaya sere serpe yayılmış, kebapçılar, lahmacun, dürümcüler hak getire. Genellikle sakin bir beldeydi. Bir ahtapot lokantası vardı, adı da “AHTAPOT” idi. Doğrusunu isterseniz, benim balık kültürüm fazla gelişmemiştir. Ben güneyin yemeklerini bulmaya özen gösterirken, arkadaşlarım bayıla-bayıla ahtapotun çorbasını bile içiyorlardı.
Tek sokaktan oluşan bir çarşısı vardı. Bodrum’un. El işi sandalet yapan, gümüş takılar, batık boyama pareolar, cıncık boncuk satan üç-beş dükkân. Aklımda kaldığı kadarıyla, çocuklar için kürek kova, büyükler için, plaj havlusu, tokyo. Başka şeyler yoktu. Bir de o sokakta sandviççiler ve lokma tatlıcıları diziliydi.
Bodrum, gençlik dönemimizde dar gelirlilerin yani orta direğin tatil yaptığı, mutlu olduğu tatil yöresiydi. Motorlu vasıtalar fazla olmadığından herkes bisikletle gezerdi. Kiralık bisikletler de vardı. Biz de bisiklet kiralar ve Bodrum’un altını üstüne getirirdik. Kan ter içinde kalma pahasına ve daha sonra da denizin tadını çıkarırdık. Deniz de neler vardı neler.
Arada sırada rahmetli Zeki Müren ve taifesine rastlayabilmek için Bardakçı Koyu’na uzanırdık. Zeki Müren’in orada bir kafesi vardı ve iki kez rastlamıştık. Sabahlara kadar da eğlenmiştik.
Uzun yıllar sonra, yani olgun yaşlara geldiğimizde yine yolum Bodrum’a düştü. Zeki Müren’le karşılaşamayacağımı biliyordum. Bir iki eski dostumu görebilirim, eski günleri yâd ederiz diye seviniyordum. Efendim, Bodrum artık bir kasaba değildi ve bir şehir olmuştu. Onlarca gökdelen, pahalı oteller, lüks lokantalar ve berbat bir trafik.
Arkadaşlarımı bulmaya çalıştım, ne gezer. Oralara gökdelen yapılmış. Sudan çıkmış balık gibi oldum. Demek ki artık yaşlanmıştık ve gençler otobüslerde bize yer vermiyorlardı. Sizin anlayacağınız, gençliğimizin tatil kasabaları metropollere dönüşürken, modern zamanlara karşı bir şaşkınlık tedirginlik ve yaşlanmanın sevimsizliği, yaşama karşı bir yabancılaşma, güvensizlik, çevreye tedirgin bakmalar, her taraf pahalı olduğu için cebimdeki paranın hesabını yapma ve buna benzer bir sürü olumsuzluk. Öyle yerler artık hayal oldu.
Boş ver canım! Sanki evvelce tatil yapmak mı vardı?
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Kadınların Tartışma Yaratmaları
-Rakı içmen, maç seyretmen, beyin hücrelerine zarar veriyor… -Cepten aradım, bütün gün kapalıydı, nerelerdesin sen? -Futbolculara milyon dolarlar verilip, bir topun peşinde koştuklarına inanamıyorum. Maç bu kadar önemli mi?
-Yan masadaki kadını tanıyor musun? Neden sürekli sana bakıyor? -Artık beni eskisi kadar sevmiyorsun. Nişanlıyken benimle konuşmak için bahane arardın. -Daha geçen gün arkadaşlarınla beraberdin. Kendini toparla biraz, bekâr gibi yaşıyorsun.
Bu tür güzel sözlerden sonra, aklıselim haklim olmazsa, o evden kısa süre sonra çok garip sesler çıkmaya başlar.
Günün Sözü
Eğer Sevmişsen Yaşamışsındır…
Öcal’dan İnciler
Eğer Sevmediysen Ot Gibisin…