İtiraza İtiraz!

0
68

Bu yazıyı, gazete manşetlerinden hareketle, eğitimin sayısal sorunlarının sözel anlamını tartıştığımız bir sohbet ortamında benim; “yarışmacı sistemin esasına itiraz ediyorum” itirazıma, bir öğretmen arkadaşımın;“esasa itiraz etmek, sonuçlardaki sorunları yok etmez!” karşı itirazı nedeniyle kaleme aldığımı söylemeliyim..

Esasa itiraz: ‘Nitelikli’ okullardan birine girmek için yapılan seçmeci ve elemeci sınavlar, “bırakın yarışsınlar” türü rekabet piyasasının doğasına uygun olsa da çocuklarımızın eğitim hakkının eşitlik doğasına da, okulların işlevsel yapısına da aykırı olduğunu düşünüyorum.. Dolayısıyla toplumsal eşitsizliği kendi içinde yeniden üreterek toplumu okullara yabancılaştıran yarışmacı sistemin esasına itiraz ediyorum!”

İtiraza itiraz: “Nitelikli dolayısıyla marka okullar, zihinsel yeterlik düzeyi diğer çocuklardan daha üst olduğu sınavlarda aldığı puanla açığa çıkan öğrencilerin hakkıdır! Bu okullara yerleşmek için yarışmak da, eğitimin geliştirici doğasına uygundur! Kaldı ki her öğrenci bu fırsattan yararlanabilme hakkı sahipliğinde eşittir!”

Kıyası sahih bilim insanlarımızdan Ferit Kam, itiraza itirazın mantığını bir kitabında şu cümlelerle açıklıyor: “Esasa istedikleri gibi itiraz edebilirler. İtirazlarıyla aslını çürütürlerse, o asıldan teferruat olarak çıkan sonuçlar da kendiliğinden hükümden düşer. Yok, aslını çürütemeyip de sonuçlardaki zararı, aslının çürütülmesine kanıt olarak göstermeye kalkışırlarsa bu itiraz değil, tahakküm ve istibdat olur.”

Sevgili arkadaşıma o gün her ne kadar; insanların hukuk önündeki eşit eğitim hakkının fırsat eşitliğine yetmediğini, bu hakkı kullanabilme imkanlarına sahip olmaları da gerektiğini; yarışmacı sistemde sınavların, fırsat eşitliğini etkileyen sosyoekonomik, kültürel vd etmenlerden bağımsız olmadığını, hatta bu haliyle fırsat eşitsizliğini pekiştirici bir nitelikte olduğunu, öte yandan okullar arasındaki nitelik farklılığı nedeniyle yeterli eğitim alamayan öğrencilerin yarışmacı sistemde “çaresiz” olduğunu, kaldığını, bırakıldığını, Hz. Ömer’in; “Ben hakkı adamına göre tanımam, önce hakkı tanırım sonra adamını da tanırım” sözü üzerinden dile getirsem de,  onu ikna edemedim..

Kendisini ‘toplumcu(!)’ bir eğitimci olarak tanımlayan öğretmen arkadaşım; “eşitliğin ölçüsünün bireylerin; ilgi,  istek, beceri, algılama ve kavrama kapsamına, özetle yetenek gelişimine göre belirlendiğini, dolayısıyla “herkes okusun, yeteneği olanlar daha çok okusun” görüşüne bir itirazının olmadığınısöyledi.. Ve fakat kendi itirazını, gazetelere manşet olan eğitimin sayısal sorunlarının sözel anlamı TEOG üzerinden dile getirmekten de geri durmadı.. Ben de, onun dile getirdiği, (eve en yakın okulun uzaklığı, kontenjan sayısı, şişirilmiş puanlar gibi) sayısal sorunların gazetelerde sekiz sütuna manşetten yer bulmasına karşın, okulların işlevsel yapısı ve süreciyle ilgili sorunların sözel nedenlerinin haber dahi yapılmadığını, dolayısıyla dile getirilen sayısal sorunların aslında yarışmacı sistemin esasına itiraz edilmemesinin sonuçları olduğunu söyledim..

Okulların işlevsel tanımı, ilgili literatürde şu cümlelerle yazılıydı: “Üretilmiş bilgileri aktarırken yeniden üreterek çocukların zihinsel yetilerini süreç içerisinde olabildiğince geliştiren, kazandırılacak beceri ve yeteneklerle sosyal değişmeyi yönlendiren ve çocukları sürekli değişerek gelişen sosyal yaşama hazırlayan toplumsal kurumlardır.” Ve bunu tüm eğitimciler bilmekteydi.. Artı, eğitimin klasik hedefinin; bireylerin bilgi, beceri, yetenek kazanımı ve gelişimiyle birlikte toplumsal yetkinlik olduğu da bilinmiyor değildi.. Ve fakat “modern zamanlarda” eğitimin, “yarışmak serbest” marifetiyle piyasaya sürülen bir tüketim nesnesine dönüştüğünü, toplumsal yetkinliğin yerini “müşteri memnuniyetinin” aldığını, rekabet piyasasında markalar üzerinden ölçülen bu memnuniyetin, eğitimin işlevini;  “marka okul kazanabilme düşkünlüğüne” düşürdüğünü, eğitimin sayısal sorunlarını sekiz sütuna manşetten veren gazetelerin eğitim editörleri acaba bilmiyor olabilir miydi?

Artı, yarışmacı sistemde, Marks’ın, meta fetişizmi diye kavramsallaştırdığı olgunun (ki nesnelerin kullanım değeri ötesinde, sanki metafizik bir öz varmış gibi tüketilmesinin) markada sembolleşen okul fetişizmi veher türden eşitsizliğin de öğrenilmiş çaresizlik olarak açığa çıktığını, acaba o eğitim editörleri bilmiyor olabilir miydi?

Sanmıyorum, zira o editörlerin TEOG özelinde eğitimin sayısal sorunlarını manşetten duyurdukları sayfalarda yer alan “marka okul” reklamları, aynı zamanda bu sistemi esastan çok iyi bildiklerinin de ilanıydı..

Selam ve saygılar…                                                                         ozdemirgurcan23@gmail.com

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here