Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İstanbul’dan kucak dolusu sevgiler selamlar. “Azıcık değişiklik yapalım” dedik ve yola çıktık. Her insanın değişikliğe ihtiyacı vardır şu ya da bu şekilde. Ancak bizler değişiklik yapmaktan çok ta hoşlanan insanlar değiliz. Değişiklik yapmak için hevesimiz, enerjimiz yok hatta bu konuda düşünmekten bile aciziz diye düşünüyorum.
Yani ben deniz bile bazen “of ya kim gidecek şimdi” diyebiliyorum kendi kendime çok ihtiyacım olduğu halde. Bendeniz tembelim ve tembelliği huy haline getirmişiz aslında toplumca. Bazen her şeyden, havadan sudan bile sıkıldığımızda, sırf düzenimizi bozmamak için bizi bu konuda uyaran iç sesimize kulağımızı tıkarız. Oysa Atalarımız bile “tebdili mekânda hayır vardır” diyerek değişikliğin hayrına dikkat çekmişlerdir yüzyıllar öncesinden.
Neyse ki her şeye rağmen değişikliğin yararlarına acayip inanırım ve iç sesime kulağım her zaman duyarlıdır. Üstelik bazen görünenin arkasını bile görebilecek yetenekte olduğum için (cadı falan değilim yanlış anlaşılmasın) Kar kış demeden içimdeki ses “gidiyoruz” dediğinde giderim kardeşim, havamı değiştiririm üstelik kara yolu ile.
Ve gecen hafta toparlandık. Toparlandık dediğim bir lokma, bir hırka, sanmayın valizler dolusu giysi bir sürü koli yanı başımızda. El çantamızda kitaplarımız, gözlüklerimiz ve tabi kocaman atkımız yalnızca. Her zaman yazın ortasında bile çok üşürüm yolda bu yüzden tedbirimi almak zorundayım yoksa şifayı kaparım. Her zaman son dakikada yetişirdik otobüse, şimdide son dakikayı bulduk ancak otogara daha otobüs gelmemiş bile. Otogar tıklım tıklım, otobüsler dakika başı kalkıyor, yerine başkası geliyor. Taksiler yolcu bırakıp gidiyor. Gelenler üzgün, davulcular kararsız, birinin hadi demesini bekliyorlar. Çoktan kalkması gereken otobüs yarım saat sonra geldi.
Ve ayaklarımız dondu ayakta beklemekten sigara dumanından boğulduk herkes sigara içiyor herkes. Özellikle şimdilerde sanki artmış içiciler. Herkes gergin, herkes ağlamaklı… Yolcuların çoğu asker adayı gençler. Ve yol boyu uğradığımız bütün otogarlarda aynı görüntüler vardı davullu zurnalı, yeminli, dualı, tekbirli, havai fişekli ve bol bol ağıtlı ve bizde benzer şeyleri yaşadığımızdan duygudaşlık yapmakta zorlanmadan en az onlar kadar duygu yüklenerek yolculuğumuza başladık. Aman Allah’ım o ne ya?
Sonunda İstanbul’a girdik. Çok şükür. Ama Avrupa yakasına devam etmek için Yavuz Sultan Selim köprüsünden geçmeniz gerekiyor. Bu ilk geçişim olacak yolun uzadığına dair bir sürü şey okudum uyarıldım ama yaşamadan anlamak olanaksızmış. O kadar yolu gittikten sonra İstanbul’a gel ve yol yeni başlasın bu ne ya git git bitmiyor, köprüye geçmek için bir sürü yol köprüden çıkmak içinde bir sürü yol. Valla bu ölümden sonra boğazlanmak gibi bir şey gibi geldi bendenize yalansız ama yine de kendimi yemedim. Başa gelen çekilir diyerek sabır dilenerek sabır verenden, yolu tamamladık.
Eskiden sırf boğaz köprüsünden geçmek için İstanbul’a gitmeyi severdim otobüsle. Yorgun argın olsam da uyku gözümden aksa da o eşsiz manzara için yapışırdım camlara. Ama şimdi? Halatlar ve uzaktan görünen minnacık bir deniz parçası. Valla kocaman bir düş kırklığı ve Esenler otogarı? Allah’ım ya rabbim eskiden de düzensizdi, kötüydü ama düzensizliğin bile bir mantığı vardı ama şimdi anlatılır gibi değil. Birde yolda park etmedi mi araç eğri büğrü trafiğin keşmekeşliğine biraz daha katkı sağlayarak. Artık ne söylenir bilmiyorum? Zaten yorgunluktan ölüyorsunuz söylenecek söz yok. Sözün bittiği yerdeyiz çoktan! Ve bu durumda iken etrafınızı sarıyor taksiciler ne yöne gideceğinizi şaşırıyorsunuz çok şükür ki karşılayanlarımız var bizi hemen toparlayıp atıyorlar taksiye.
Ve normalde. Saat 09 gibi evde olurduk şimdi öğlen 12’de evdeydik. Valla isyan durumları diyeceğim. Ama değişiklik yapmak için illa romantik takılacağım diye bir kuralda yok bu yüzden artık uçağa binmeye karar verdik. Madem değişiklik istiyoruz bunalıyoruz hep aynı şeylerden kendimize daha kestirme yollarda bulabiliriz. Eve girer girmez ilk sözümüz “bir daha mı tövbe.” Oldu ama belli olur mu bizler zorlukların insanlarıyız her türlü zorluğu deneyerek bu yaşa geldik. Yani bizi yıldırmak biraz zordur. Bize hayrı olacak her şeye nerede olursa olsun koşarız. Yalnızca sağlığımız el versin, para pul olmasa da olur. Ve sevgili okuyucularım şimdi sağlıkla, sevgiyle, ayrım gayrımsız kalalım her zaman, birlikle, beraberlikle. Yase
Günün Şiiri
KAÇAK
-Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda ölenleri anarak-
Efendi misiniz, kodaman mısınız ne,
bir mektup yazıyorum size,
bilmem vaktiniz var mı
okumaya bu mektubu.
Az önce verdiler elime
askerlik kâğıtlarımı,
savaşa çağırıyorlar beni,
diyorlar yola çık en geç çarşamba akşamı.
Efendi misiniz, kodaman mısınız ne,
dövüşmeye hiç istek yok içimde,
insancıkları öldürmeye gelmedim ben,
gelmedim ben bu yeryüzüne.
Sizi kandırmak değil niyetim,
ama söylemeden de edemem,
savaş ahmakların işi,
hem insanlar ondan hanidir bıktı.
Doğduğum günden bu yana
ölen çok babalar gördüm,
gidip dönmeyen kardeşler gördüm,
çocuklar gördüm iki gözü iki çeşme.
Ya analar ne çekti, ya analar,
bir yanda işi tıkırında bir avuç insan
bolluk içinde rahat yaşar,
bir yanda ölüm, çamur, kan.
İnsanlar tıkılmış dört duvar içine,
çalınmış neleri var neleri yok,
karıları, eski güzel günleri bütün.
Gün doğar doğmaz yarın
kapatacağım şırak diye kapımı
ölmüş yılların suratına,
alıp başımı yollara düşeceğim.
Aşacağım karaları, denizleri,
ne Avrupa’sı kalacak, ne Amerika’sı, ne Asya’sı,
dilene dilene hayatımı
şunu diyeceğim insanlara:
Üstünüzden atın yoksulluğu,
durmayın bakın yaşamaya,
hepimiz kardeşiz, kardeşiz, kardeş,
ey insanlar, ey insanlar, ey.
İllâki kan dökmek mi gerek,
gidin dökün kendi kanınızı,
size söylüyorum bunu da,
efendi misiniz, kodaman mısınız ne.
Adam korsunuz arkama belki de,
unutmayın jandarmalara demeye:
üzerimde ne bıçak var, ne tabanca
korkmadan ateş etsinler bana,
korkmadan ateş etsinler bana.
Boris VIAN / Çeviren: A. Kadir
Günün Sözü
Parayı kazanmadan harcamaya nasıl hakkımız yoksa mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.
Bernard SHAW