Değerli okurlarım, yazı ya da makale yazmanın kolayı olmaz tabi ancak aramızdan ebediyen ayrılan birileri hakkında iki satır bir şeyler yazmanız gerekiyorsa, inanın belli bir noktaya ya da daktilonuzun tuşlarına, anlamsız, amaçsız biraz da korku içinde bakmanız gerekir.
Bu makaleye başlarken, inanmayacaksınız ama, yukarıda söylediğim vasıflarla iç içeyim ve büyük bir sıkıntı yaşamaktayım. Rahmetli İlhan Selçuk Ağabeyle göğüs göğse bir dostluğum yoktu. Onunla kadeh de tokuşturmuş değilim. Meslek hayatımda o beyefendi insanla sadece iki kez karşılaştım. Birincisinde, ustalarımızdan Fikret Otyam Ağabeyi ziyarete gelmişlerdi, tesadüfen beraber olduk. Fikret Ağabey beni rahmetliye öylesine övdü ki, utandığımı söylemeliyim.
Rahmetli: “Böyle gençleri değerlendirmek hepimizin görevi” dedi. Fikret Ağabey de: “Öcal’ı bırakmayı katiyen düşünmüyoruz” şeklinde cevapladı. Fikret Ağabey’in odasında iki kişi daha vardı. Çalıştığım gazetenin yazı işleri müdürlerinden Sayın Öcal Uluç (şimdi Türkiye Gazetesinde yazıyor) İkinci kişide, kendisini mülkiyeli olarak tanıdığımız Hasan Cemal isimli genç bir gazeteci. (Şu aşamada hangi gazetede olduğunu bilmiyorum.)
Ölüm denilen hadise doğal olarak herkesi üzer ve hayal kırıklığına uğratır. Ama o vefat eden kişiyi tanıyorsanız ve özellikle size sempati duymuş ve örnek olmuşsa, tabi ki daha fazla üzüntü duyar insan.
İkinci karşılaşmamız da; o zaman Ankara’nın Bab-ı Ali-si olarak kabul edilen Rüzgârlı Sokağın matbaalar bölümünde olmuştu. Rahmetli genel olarak koyu renkli elbiseyi tercih ederdi. Siyah dalgalı saçlı ve siyah bıyıklı idi. Kıyafetine dikkat eden ender gazetecilerden birisiydi.
Bana gelince; kendimi bildim bileli daima grand tuvalet olmuşumdur. Yaz-Kış benim için hiç fark etmez, kıyafetime dikkat ederim. Rüzgârlı Sokak’da karşılaştığımızda, “-Nasılsın Öcal?” (Beni iyice süzdükten sonra tabi) Bende “-Saygılar sunarım ağabey” dedim. Bir daha da kendilerini göremedim ama Cumhuriyet Gazetesi’nde ki 45 yıllık köşesine arada bir göz atıyordum.
Rahmetli İlhan Selçuk Ağabeyi sadece bir köşe yazarı olarak değerlendiremeyiz. Öyle düşünürsek haksızlık etmiş oluruz. Atatürk ilke ve inkılâplarına yürekten bağlı, Cumhuriyet değerlerinin yılmaz savunucusuydu. Laik Cumhuriyete, demokrasiye bağlılığını bir an olsun yitirmeden, karanlık güçlere karşı verdiği mücadelelerle de O’nu yad edeceğiz.
İşte, Türk Basını böyle bir duayenini sonsuza uğurladı. Yeri dolar mı, dolmaz mı bilemem ama İlhan Selçuklar kolay yetişmiyor. Türk Basınının ve Sevenlerinin Başı Sağ olsun.
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Gönül Köşemden
Açılım, Değişim Denilen Hadise
Değerli okurlarım, açılım ve değişimin nasıl olması gerektiğini yıllar önce bazı muhteremlerden ayrıntılı biçimde duymuştum ve de içime sindirmiştim. İnsanların değişmesi, insan olduğu için en azından yıllar sürer. Bir takım elbise önemli hallerde bir günde yapılabilir ama bunun iki üç provası yapılır.
Buraya kadar tamam da bir gecede değişen insanlara (!) ne demeli? Bir gecede değişiklik gösteren o kişiye “Hangi yönde değiştin” diye soru soranda olmadı. Giyimde, konuşmada ve hatta yemeklerde yapılan değişimler göze ve damağa hoş gelebilir, hoş da karşılanır. Bir günde açılım, değişim nasıl olur hala anlamış değilim.
Açılımda, değişim de kulağa hoş gelen kavramlar. Ama nereye açılacaksın neleri değiştireceksin? Bize kimse engel olamaz diye tehditler de vardı. Tamam, yıllar önce halkın desteği vardı, tepki görmedi. Ya şimdi?
O yutturmacayı, o kandırmacayı ortaya koyup da topu birbirine atanların takkesi düştü ve kelleri gözüktü. Süper güç mü olacak bilemeyiz? Dünyaya turistik geziler mi düzenlenecek?
İlk açılım; evlatlarımızı şehit eden katillerin dağdan inmesini davul zurnayla karşılamakla oldu. İyi ki onlara belediye başkanlığı vermediler. Şimdi de, Paralellik başladı…
Hesap makineleri, kasalar ve ayakkabı kutularından kısa süre önce sakıt içişleri bakanı şunları söylemişti: “Kim suçlu ise polis onları tutuklar. Suçu olan korkar. Polis beni niye tutuklamıyor?”
Gerçekten, polisimiz onları tutuklamadı ama çocuklarını tutukladı. Onlar zarar görmesin diye yasalar çıkarıldı, yasalar değiştirildi. Savcılara gözdağı vermeler. Batıdaki savcıları Doğu’ya sürmeler falan…
Çok ilginç bir olay…
“Seni bu günler için doğurdum, kanın bu vatana helal olsun…” diyen analarımız var ya. Şimdi çocuklarını askere göndermek istemiyorlar. Sorulan sorulara da ilginç yanıt veriyor. “Ne için gidecekler, kimin için gidecekler…”
Muhalefet İstanbul’da miting yapmıştı. Hep ilginç diyorum, gerçekten de ilginçti. Herkesin elinde ayakkabı kutusu vardı. Bildiğiniz gibi o kutuların bir anlamı var. Kasımpaşalı da görüyor, kıs-kıs gülüyordur. Pişkin insanlar var. Ayrıca ses kayıtlarında duyduklarımızda tüyler ürpertici. Resmen Türk Halkına sövüyorlar. Adana valisi de “GAVAT” demedi mi?
Yapılan bu şeylikler, keselerine kalacak gibi geliyor onlara. Bu millet öyle bir yerden vurur ki, kımıldayamaz hale gelirler. Bütün sağ iktidarlar böyledir. Toparlanmadan giderler. Fakat bunların gitmesi çok muhteşem olacaktır. Çok yakında!
Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA
Günün Nabzı
Ortak Yön Bulabilmek
İnsanlar arasında ortak yön çok önemlidir. Yani görüşleri, spor faaliyetleri ya da birikimleri birbiriyle örtüştüğünde, söyleşmenin tadına doyamazlar. Bazı insanlarda vardır ki, bomboş konuşmasıyla karşısındakine cehennem azabı yaşatırlar. Onlarda ortak yön yoktur da ondan…
Öyle insanlar tanırım ki, köylerde yaşarlar. Açıklayacak olursak; yol üstündeki köyler, sırtlarını tepelere dayamış ve kuşbakışı seyrediyorlar denizi. Kararmış tahtalı, kırmızı damlı evler ağaçların arasında kaybolmuş. Benim yaşamak istediğim, yazılarımı yazmak istediğim, iç geçirip imrendiğim yöreler da yaşadıklarının farkında değiller.
Hatta onlar devamlı olarak gördükleri beyaz köpüklü denizin farkında bile değillerdi. Bir yaşam kavgasının içinde, tarla çapalayarak, ekin devşirerek gerçeklerle yüz yüze savrulup gidiyorlar ama en önemli ortak yönleri de az konuşup, çok çalışmaları idi.
Günün Sözü
Her Okuyan Adam Olamaz!
Öcal’dan İnciler
Âşık Olanın Gözü Karadır!