Daha önce de yazmıştım. Bizim kuşak bisiklet üzerinde büyüdü. O zamanlar ülkede e en az fazla bisikletin Konya’da ondan sonra da İskenderun’da olduğu söylenirdi. Her evde en az bir bisiklet bulunurdu. Kiralık bisikletler de olur, saatlik ücret alınırdı.
Babam ilk ve son bisikletini ben henüz altı yaşındayken 1954 yılında almıştı. İngiliz malı “Humber” marka lacivert renkli güzel bir bisikletti. O güzelim bisiklete yaklaşık 45 yıl bindiğimizi söylesem inanır mısınız? Daha sonra da birine verdik, kim bilir o da ne kadar kullandı?
Bazen iki kişi onunla Arsuz’a yüzmeye giderdik (sanki burada yüzecek yer yokmuş gibi…) Şimdi bisikletle gidilmesi bana çok zor gözüken o yolda saatte bir kamyon ancak geçerdi.
Karaağaçtan herkes bisikletle şehre gelir-giderdi. Biz de babamla birlikte bazen Karaağaç, bazen de Akçay’a İncir kuşu avlamaya giderdik.
Babam 1950’li yıllardan beri sanırım 4 veya 5 dönem Çay Mahallesi muhtarlığı yaptı. O yıllarda mahalle sayısı çok azdı. Yanılmıyorsam şu anda bulunan 20 mahalle babama bağlıydı. Çay Mahallesi, İskenderun’un en eski mahallesi…
Şimdi ayakkabıcılar çarşısı denilen Uzun çarşı “Abacılı Çarşısı” diye anılırdı. Bu çarşı yine İskenderun’un en eski çarşısıydı. Esnafları genellikle dağ köylerinden olmakla birlikte, Karaağaç ve Arsuz taraflarından olanlar da vardı. Bizim de bu çarşıda bir dükkânımız vardı. Önceleri soğuk demir atölyesi olarak metal işleri ile uğraşan babam daha sonra aynı işyerinde demir-çimento satışı yaptı.
Bazen beni karşı veya yan tarafta bulunan birine yollar, “git falan amcandan 500 lira al gel” derdi. Gittiğim komşu “ne zaman getireceksin” diye sormaz parayı verirdi. Öylesine güzel insanlara yetiştiğim için mutluyum. Tabii aynı şekilde onlar da bizden isteyebilir, ihtiyaç giderilince iade edilirdi.
Konu biraz dağılır gibi olduysa da okuyanların zevk alacağını düşündüğümden makaleme bilerek biraz da nostalji katmak istedim.
Bir yıldan fazla bir süredir yeniden bisiklet kullanmaya başladım. Bazı arkadaşlar görüyor “Ya Yaşar bey bisiklet sana yakışmıyor” diyorlar ama ben bu sözlere kulak asmıyorum. Çünkü bisiklet kullanan insan aynı zamanda spor da yapıyor. Utanacak, ayıplanacak bir şey görmüyorum. Bazı kimseler iki adımlık yere arabası ile gidiyor. Yakıt masrafı, araç bakımı ve park sorunu had safhada… Üstelik ülkemizde yakıt ta oldukça pahalı!
İskenderun dümdüz bir yer. Cenab-ı Allah övmüş de yaratmış. Örneğin Mustafa Kemal’den, Körfez’den, Dumlupınar’dan bisiklet ile pekâlâ gelinebilir. Belen’den, Sarımazı’dan gelecek olanlar dolmuşla… Ama yok zengin bir milletiz ya, klasımız sarsılır..! Ondan sonra aybaşını nasıl getireceğimizi düşünürüz.
Hollanda gayri safi milli hâsıla açısından dünyanın en müreffeh ülkesi! Bu ülkede bisiklet hayatın bir parçasıdır. İnsanların hayatı bisiklet üzerinde geçer. Bakanı, başbakanı bisikletle işe gider gelir. Bizde maşallah bir bakan bir yerden bir yere gidecek olsa, arkada, önde eskortlar, koruma araçları. Ne oluyoruz ya? Biz Hollanda’dan daha mı zenginiz? Hayır, sadece müsrifiz!.. Hele bu halkın seçtiği cumhurbaşkanı bir yere gidecekse önünde, arkasında onlarca araba ve koruma ordusu… Bunlar maalesef gerçek. Devlet adamları halkın oyu ile seçilir. Halkın oyu ile seçilen devlet adamı halkından niçin korkar anlamak mümkün değil.
Seyfi Dingil zamanında yazdım benzer bir yazıyı. Ama netice alamadık tabii… Şimdi alacak mıyız? Zaman gösterecek.
Şehirdeki bu yoğun trafik sıkışıklığında bisiklet kullanmak gerçekten çok zor! Bunun için çiçeği burnunda belediye başkanımız ve diğer ilgililerden, şehrin tüm yollarından bisiklet için bir kısmının ayrılması ve halkın bisiklet kullanmaya teşvik edilmesini talep ediyoruz. Bunun için reklam panoları, billboardlar, basın ve yayın araçları kullanılabilir. Böylece halk hem spora, hem tasarrufa yönlendirilir, hem şehirdeki trafik keşmekeşi büyük ölçüde çözümlenmiş olur diye düşünüyorum. Biz halkın gözü, kulağı ve sesi olarak uyarı görevimizi yerine getirmeye çalışıyoruz. Gerisi duyarlı yetkililerin bileceği şey…