Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah. Ankara’daki patlamanın ardından çeşitli açıklamalar geliyor herkes konuşuyor her zaman ki gibi ama elde bir şey yok. Olan gidene oluyor, arkada kalanlar üzgün, yorgun, bitkin ve isyan içinde, çaresizlik elini kolunu bağlamış, canından can kopuyor ama bir şey yapan yok. Kime sorsanız üzgünüz, tedirginiz, korkuyoruz, güvenmiyoruz, kuşkucu paranoyak olduk diyor. Kimse önünü göremiyor, kimse düş kurma cesaretini bulamıyor artık. Ne yaptığını bilmeyen insanların elinde oyuncak olduk, yap-boz tahtasına döndük. Ve herkes şimdi hangi ilde sıra diyor. Kimsenin güvencesi kalmamış. Bir saniye sonra ne olacak bilemiyor.
Bu saldırıyı ve bütün bu saldırıları yapanların yaptıranların onlara fırsat verenlerin ve göz yumanların, Allah cezasını versin diyoruz. Başlarına bunun bin katı yüklensin kendileri ile uğraşmaktan başkaları ile uğraşacak zaman bulmasınlar inşallah. Şehit olan vatandaşlara Tanrı’dan rahmet yağsın yağmur gibi diliyorum ailelerine ve samimi vatandaşlara sabır, tonlarca sabır bu acıya katlanma gücü versin diyorum. Ateş düştüğü yeri yakıyor, hem de cayır, cayır. Ancak geride kalanlarında güvencesi yok. Her an herkesin başına bir şey gelebilir. Hepimiz tedirginiz, hadi şimdi kurtulduk ama biraz sonra ne olacak düşüncesi içindeyiz artık anlık yaşıyor, anlık düşünüyoruz, hatta düşünemiyoruz… Hem paranoyak hem de isyankâr olduk. Kimliğimiz değişti bu canavarların ve onları besleyenlerin sayesinde.
& & & & &
Ve Deniz Baykal’a Hiç Yakışmadı
Ve sevgili okuyucularım başımıza ne geldiyse bu ayrım gayrımdan geldi. Alevi’si, Sünni’si, Şii’si… Dünyanın altı üstüne bu yüzden geldi laikliği bir tarafa bıraktık, senin mezhebin, senin dininle uğraşmaya başladık, yani zavallılaştık. Evet, aynaya bakmayıp başkasının inancı, etnik kökeni ile uğraşmak acizlik, zavallılık ve insanlık ayıbıdır. Ve ne yazık ki en aklı başında sandığımız kişilerin içinde kin davası bir hastalık gibi büyüyüp taşıyormuş. Ki ilk fırsatta kusuldu. Şimdi özür dilemeler başlar, böyle demek istemedim falan ama nafile dervişin fikri neyse zikri odur. Deniz Baykal Atatürk’ün ilkelerine düşüncelerine ihanet etmiştir. Laiklik ilkesini kökünden incitmiştir. Taş dışarıdan geliyordu zaten bol-bol ama dışarıdan geldiği için acıtmasına rağmen o kadar yaralamıyordu ancak şimdi taş, ömrünü bu partiye vermiş, aklı başında sandığımız birinden, yani yanı başımızdan geliyorsa, kesinlikle yalnız baş değil yürek kırıyor.
Eminim Atatürk’ün kemikleri bugün her zamankinden çok sızlamıştır. Bu günleri gördüğü içindir ki laiklik ilkesini getirmiş olan o büyük adam, o büyük düşünür, o büyük öngörür, o büyük kurtarıcı şimdi çok üzülmüştür eminim. İyi ki yaşamıyor ve bu günleri görmedi diyeceğim ama o bu günleri göreceğimizi biliyordu iç ve dış meddahlar dediği buydu herhâlde? Bendeniz kendi hesabıma böyle ayrım yapan birisini artık CHP çatısı altında görmek istemem. Ve hiçbir tarafta aslında, yaşına başına ve geçmiş tecrübelerine hiç yakışmadı yazıklar olsun derinden yaraladınız yürekleri herkesten beklenebilirdi bu ancak sizden asla bu yüzden af dilemeye bile kalkmayın sakın ve mümkünse yok olun göz önünden.
CHP’de değişim şart demiştim ancak CHP’de bu zihniyette insanlar olacağına ihtimal vermemiştim. Ne büyük bir düş kırklığı ya Rabbim?
Ve sevgili okuyucularım kimse kimsenin yerine hesap vermiyor. Yoksa biz yanlış mı biliyoruz, Allah peygamberine bile Kuran-ı Kerim’de seni kullarımın üzerine vekil kılmadım derken ve dinde zorlama yok derken siz kim oluyorsunuz da bu vekilliğe soyunuyorsunuz? Bırakın canım insanlar istediğine inansın onların hesabı sizden mi sorulacak? Size sıkıntı veren şey ne? Sizi korkutan ne? Yanış olduğunuzu bilmeniz mi? Eğer öyleyse haklısınız korkmakta çünkü yanlışsınız ey ayrım gayrım yapanlar yanlış yanlış… Kırk yürekler sizi affetmeyecek.
Ve bugün çok üzgünüz iki darbe birden yedik onlarca gencecik insan şehit oldu. Onların üç katı hastanede ölümle pençeleşiyor. Ankara yanıyor Türkiye yanıyor. Ve bu yangın yetmiyormuş gibi aklı başında sandığımız birisi bu yangını biraz daha körüklüyor. Ne düşüneceğimizi bilmiyoruz artık kendi kendimizi kahretmekten başka. Güneş umuttan doğar diyorduk ama yazık artık güneş üzgün, kırgın ve umutsuz doğuyor. Kanlı meydanları kim dolu yürekleri görmek istemiyor çünkü.
Ve sevgili okuyucularım şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum ayrımsız gayrımsız ön yargısız. Ve Allah hepimize sabır, akıl ve katlanma gücü versin diyerek. Yase
& & & & &
Sultan Mahmud’un İnci İle İmtihanı
Gazneli Sultan Mahmud, bütün devlet adamlarının hazır olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden bir inci çıkardı. Vezirinin avucuna koydu ve; “Bu nasıl bir incidir? Değeri nedir?” diye sordu. Vezir, “Yüz eşek yükü altın eder” dedi. Sultan; “İnciyi kır, iyice döv” deyince vezir; “Sultanım! Bu inciyi ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim. Böyle paha biçilmez bir inciyi kaybetmeye gönlüm razı olmaz” dedi.
Sultan Mahmud, vezirinin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti. Bir müddet devletin başka işlerinden konuştuktan sonra, sultan vezirden aldığı inciyi sarayın perdecisine vererek ona sordu: “Bunu biri satın almak istese değeri nedir?”
Perdeci; “Bu inci, ülkenin yarısı ile eşdeğerde. Allah ülkemizi tehlikelerden korusun” deyince, Sultan; “Bu inciyi kır, parçala” diye emir verdi. Perdeci; “Ey kılıcı güneş gibi parlayan sultanım! Kırıp parçalarsak bu inciye çok yazık olur. Buna benim elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık demektir” dedi.
Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiş göründü. Ona da bir elbise verdi. Maaşını artırdı. Aklını ve anlayışını öven sözler söyledi.
Biraz sonra inciyi bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı şeyi söyledi. Padişah inciyi kime verdiyse, hepsi incinin paha biçilmez değerinden bahsetti. İnciyi tekrar padişaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu.
Sultan birçok adamı denedikten sonra sadık bendesi Ayaz’a; “Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu incinin değerini bir de sen söyle” dedi. Ayaz; “Sultanım, bu incinin değeri benim söyleyeceklerimden fazladır” dedi. Sultan; “Öyleyse şu inciyi kır, parçala, toz et” dedi.
Ayaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan inciyi, parçalayıp tuz buz haline getirdi. Ayaz’ın inciyi parçalamasına diğer beyler itiraz ettiler. Davranışını pervasızlık olarak nitelediler. Halbuki, incinin değeri ile gözleri kamaşan beyler, inciden daha değerli olan padişahın buyruğunu kırdıklarının farkında değillerdi. Ayaz, “Ey benim büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, inci mi? İncinin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı. Sultanı göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak etmem” dedi.
Az sonra padişah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: “Bu aşağılık kişileri huzurumdan uzaklaştır. Bunlar bulundukları makama layık değiller. Bir taş parçası uğruna buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık olamazlar.”
Sultanın buyruğu üzerine, Ayaz tahtın önüne koştu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Ayaz’ın hatırı için suçluları bağışladı.
Mesnevi’den
Günün Şiiri
Sessizlik Bir Güvercin Midir?
İlkbahar rüzgârı
Dolaş ev içlerini, işitince
Ölümün silâhlarla geldiğini
Anlatılırsa öykümüz
Gül bahçelerini serinlet
Genç kızlar oyalı yazma örtünüp
Saçlarını güllerle süslesinler
Ertelenmez bir adıma
Def gibi gerilmişti can
Hava bir yargı gibiydi
Apaçıktı
Dünyaya karşı bizi
Tutan sesimize
Dünya dalında ham
Anında farkettim onu
Ölüm tanıştırdı bizi
İlkbahar
Her yıl için oralara git
Çünkü bekliyenlerimiz var orda
İşbilir adam kişilere
Dövüştüğümüz günü hatırlat:
“Silâhım yerde durmasın öyle
Elimin ateşidir, sıcaklığıdır avucumun
Göz kırpmazlığımdır
Suskun buldunsa onu
İhanetleri bağışlamanın güçlüğündendir
Artık hiç konuşmıyacağımı bil
Bil
Ülkemiz vazgeçilmezdir
Bir anadır, çağrıdır, somut
Özsuyu yüreğimizde bir ağaçtır
Yüreğimiz tek armağanımız halkımıza
Sahibi olduğumuz tek şeydir
Ölüm donattı gelip onu silâhlarla
Dallarında incindi yaprakları ağaçların
Hayat, armağanıydı bize halkımızın
Silâhlarla gelen ölüme bağışladık
Öpmek istediğim yalnız sensin
Vakit bulabilseydim evet
Söylenecek bir şey vardı belki
Kahramandı diyorlar
Oysa çok daha ağırbaşlıdır ölüm
Ülke denildiğinde
Bu yüzdendir öfkelendi ve sustu aşk
Gözlerini iki kere kaçırmalarından
Hem dosttan hem düşmandan”
Sustu. Hiç konuşmıyacak.
Deme ki ben sürdürmeliyim:
“Sevildi her zaman ve her yerde
Şarkılarda ve şiirlerde
Aşk
Kalınca yalnız
Küsmüş bir dulluktur aşk
Tazedir, alımlı, biraz şaşırmıştır
Ayırdığınız ne
Sıkışan kalbiniz mi
İnce bir sızı mıydı boğazınızdan geçen
Ne ayırdınız kendinizden
İşte bir kere daha
Yeni rüzgârlar, ölüm ve hafifçe bir kırgınlığım
Bilirim
Aşk onurlu kızıdır bir ülkenin
Bundandır seviştiğimiz
Çocuğumuzdur sabah
Ölüm silâhlarla geldiği zaman
Kalktık onu karşıladık
Günü saati sorduk söylemediler
Günü hiç öğrenemedik ama gölgeye baktık
Öğlendi abdest aldık helâllaştık
Ölüm silâhlarla geldiği zaman gençtik
Elimizi çabuk tuttuk yaşlandık
Kendimize yakıştırmak için onu
Onu kendimize yakıştırmak için
Höykürdükçe üç el silâh sıktık
Ölüm silâhlarla geldiği zamandı
Ölüm utanmasın diye dövüştük
Ne yaptıksa onun için yaptık, bir tek
Avuçlarımızın sıcaklığı kabzasındadır
Silâhlarımızın hâlâ
Silâhlarla geldiği zamandı, bir de
Küstü gün
Yüreklerimizi ülkemizi ışıtsın diye bıraktık.
Veysel ÖNGÖREN