“Hz. İnsan!” (İçindeki İçindedir)

0
185

Başlıkta tırnak içinde yer alan Hz. İnsan, “Sözün genişliğe değil, derinliğe ihtiyacı var!” diyen Dücane Cündüoğlu’nun bir kitabının adı.. Adını duydum ve fakat henüz okuyamadım.. Kitabın içinde ne var bilmesem de, “Okunacak en büyük kitap insandır” diyen Hacı Bektaş ve “Dış yüzüne o sızar, İçinde ne var ise” diyen Yunus’u şahitliğiyle Hz. İnsan adından dolayı içindekinin içinde olduğunu söyleyebilirim..

Parantez içi başlık ise, Celalettin Rumi’nin Farsça yazdığı “Fîhi Mâfih” adlı kitabının Türkçesi.. Kitabı dilimize çeviren Meliha Ülker, yazdığı önsözde Fîhi Mâfih terkibinin; “Onun içindeki içindedir, İçinde içindekiler vardır veya İçindeki içindekilerdir” anlamlarıyla tanımlandığını kaynaklara atıfla aktarıyor. (s. 2, MEB Y. İst. 1990) “İçindeki içindedir” adlı kitabı okudum.. Dolayısıyla içinde ne var biliyorum.. Peki ne? Hz. İnsan elbette..

“Dinle bu neyden..” diye başlar ünlü Mesnevi’sine Celaleddin Rumi.. Ney gerçekte insanı temsil eder.. Gölden kesilen kamışın içine üflenen solukla dile gelen ney, hemen kavuşma arzusuyla ayrılıktan şikayete başlar..

 “Var oluş, özü gerçeğe çıkaran şeydir” der Paul Foulquie de ve ekler: “Varlıkların bu metafizik ilkesini, konuşmalarımızda da gösteririz. “Ben bir insanım” dediğim zaman; “ben” ve “ım” son eki, bu yeryüzündeki var oluşumu; “insan” da özümü gösterir.” (Varoluşçu Felsefe, Çeviren, Yakup Şahan, s. 6,7 Gelişim Y. İst. 1976) İyi de, yalnız “ben bir insanım” demekle kalmak, “insan olmak” anlamına gelir mi? Sanmıyorum..  Niçin? Çünkü; insan olmak yalnız “kal (söz) değil, hal ehli olmaktır” aynı zamanda..

Bu hal üzerinde soralım: İnsani özümüzün kitabi doğasında ne var? Kapağında bedensel (nefsi) fiziki yanımız ve sayfalarında maddeyi içerip kapsayan (ufki) düşünsel yönümüz.. Ya, nefsi yandan ufki yöne, bir sonsuzluk evreni gibi kuşatan aşkınlık duyumumuz? Vücudu düşüncede, düşünceyi vücutta birleştirdiğimizde duyumsadığımız insani özümüzün adı: Tanrısal nefha! İnsani özümüzün sırrı, Tanrısal bir sır olarak kalan bu ruhsal nefha mı? “Hakkın varlık deryası” bu Tanrısal sırrı keşfettiği anda mı “Enel Hakk” dedi yoksa Mansur? Yoksa özümüzdeki sırrımızı vücutla aynı kökten gelen vecd içinde duyumsadığımız anda mı ışıyor insan olmamızın bilinci? Tam da burada “İçindeki İçindedir” adlı kitabında şöyle diyor Celalettin Rumi: “Enel Hakk demek, kendi faniliğinde varlığı bulmaktır.. Mansur; ben yok oldum; yalnız Hakk kaldı, işte o kadar!” demek istedi..” (s. 65, 295, Fîhi Mâfih, MEB Yayınları)

Hazret, Arapça huzur kökünden.. Huzur sözcüğü; gönül rahatlığı yanında bir yerde hazır bulunma anlamını da içeriyor.. Huzurla aynı kökten gelen hazır; bir iş yapmak için gereken her şeyi tamamlanmış olarak bulunmak anlamına geliyor.. Hazır olarak huzurda bulunan her insanın hazret sıfatını hak ettiğini bu bağlamda gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz..

Hazırlığını tamamlamış halde huzura çıkan, dolayısıyla hazret sıfatını hak eden ilk insan Adem.. Ve fakat insanın Adem’liğinin de öncesi var.. Nedir o? Beşerliği..

Tanrı insanı önce beşer olarak suretliyor.. Sonra ruhundan nefhayı özüne yerleştiriyor.. Beşeri suretin Ademi  özünde Tanrısal nefha bulunan insan, Rabbinin eğitiminde bilmeye yöneliyor, isimleri talim ediyor.. Ve hazır olarak meleklerin huzurunda “bilimini” sunuyor, hazret sıfatını da hak ediyor.. Bu olgu, insanın “ahseni takvim” diğer söyleyişle “en güzel kıvamda” yaratıldığının da resmidir aynı zamanda..

Ah, fakat “Hâfıza-i beşer nisyân ile ma’lûldür.” Adem, zihinsel emekle sunduğu ilmindeki zikri unutunca düşüyor “esfeli safilin”e.. Sefalet içindeki sefillik halimize isim olan bu olgu, insanlığımızın beşeri vasfını da resimliyor zihinlerimizde.. İnsanlığımızın zahiri niteliklerinin sureti nefsi: “Beşer; şaşar, düşer!”  Ya, batıni niteliklerimizin sureti levhası? Zikri, fikri, şükrü unutmamak! Beşeri nisyandan uzaklaşıp ademi özümüzle ünsiyet bağımızı hatırlatan bu sureti levhamız, Tanrısal bir nefha olarak  özümüzde yerleşik..

Bu bağlamda insan; özünde yücelik olan varlıktır.. Her insan; sahip olduğu özünün yüceliğinde de yerleşiktir. Dolayısıyla “özünün yerleşik yüceliğine” yönelmiş her insan ziyadesiyle nurlu bir ziya içindedir.. Ah, her insan; özündeki yüceliği kıbleleyip, gönlündeki “Kabe’ye” yönelebilse; dünya sürekli “aydınlık” içinde kalmaz mı?

İnsanı kıbleleyip gönüllerdeki Kabe’yi ışıtanlar kimlerdir? Sevginin, barışın elçileri gönül insanlarıdır elbette.. Mesela? Mesela; “Kabe’nin içinde kıble yoktur” diyen Hz. Celalettin Rumi.. Başka? “Her ne arasan kendinde ara” diyen Hz. Hacı Bektaş.. Daha? “Hepsinden iyice bir gönle girmektir” diyen Hz. Yunus..

Divan-ı Kebir’de, “kabri” anlatan “batmayı gördün ya, doğmayı da seyret..” adlı gazelinde “Hangi tohum yere düştü de bitmedi?” diye sorar Celalettin Rumi.. Yanıtı sorunun içindedir aslında.. Peki ne? “Ey insan, yeniden doğmak istiyorsan önce tohum olmalısın” elbette.. Mesnevinin başındaki 18 beyitlik önsözü de şöyle bitirir Ney’in sesi: “Balıktan başka her şey suya kandı.. / ..Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselam..”

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here