Huzursuzluğun Kara Hantal Kanatları Sarınca, Omuzlarımı Susmak Kaçınılmaz Olur

0
115

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sayfamda öykü görünce; “bugün yazacak halim yok”  dediğimi biliyorsunuz artık yanılmıyorsam?

Neyse, nefes almak gibi bir şey, yazı yazmak bendeniz için. Yazmadığımda gerçekten nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağıyor üzerime sorular ve sorular ve sorular ve sonunda huzursuzluğun ağır hantal kara kanatları sarıyor omuzlarımı!

Susmak, gelince yamacıma, hemen sığınırım kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım ona büyüme sancıları çektiğimde de, üzerimi kuşatınca huzursuzluğun ağır hantal kanatları. Bazılarını korkutur suskunluğum. Bazılarını tek kelime ile çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandırır. Ama susmak gelince yamacıma, ne korkanı takarım kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini!

Onu yumuşak, beyaz kolları sararken bedenimi, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide. Otururuz ikimiz böylece. O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşunca ona da susarım çünkü. Kara hantal kanatlı huzursuzluk varamaz bize o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, kutsal kitapta anlatıldığı gibi; Büyük İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set, hafif kalır yanında.

Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler durur zaman! Ayla Kutlu “Zamanda eskir” demiş; Kitabının adı bu. Bendeniz diyorum ki zaman durur. Yaşandığı yerde hiç bozulmadan hiç eskimeden… Her anı saklıdır zamanın,  hafızanın hazine dairesinde. Hiçbir yere kaçamaz hiçbir zaman dilimi ve yaşanmışlıkları ve susmakla geçen zaman, artık ne geride, ne ilerde, ne şimdide.

Ve Susmak her zaman yamacımda dolanır, hantal kanatlı huzursuzluk,  uysal bir uşak gibidir ve yalnızlık ve yumuşak bir battaniye gibi ve hüzün kapının ardında gizili olur.   Ve her zaman başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif hayaleti.

& & & & &

Ve bazı insanlar her defasında bana rahmetli İsmail Cem’i anımsatır. Sanırım ömrümde Atatürk ve annemden sonra en çok rahmet gönderdiğim insan İsmail Cem. Çünkü o, önce “üslup” derdi. Her zaman. Ve bu “üslup” konusunda çok dertliyim. Belki sürekli susma beyefendisi ile kurduğum yakınlık bu yüzden beslenip, semirilip şişmanlıyor? Bu günlerde çevremde haldır huldurdan vazgeçtim, resmen saldırgan konuşan ve taciz edercesine davranan insanlar dolanıyor. O kadar şaşırıyorum ki o dillere destan olan hoşgörüm, sükûnetim, buhar olup uçuyor. Huzursuzluk, kanatlarını hemen açıyor üzerime, ama her şeye rağmen nerden başını uzatıp önüme dikildiğini anlayamadığım sağduyu “dur” diye emrediyor.

Ve boyun eğiyorum anında. Eğer o dikilmese karşıma, öyle bir gürleyip coşarım ki, Nuh tufanı hafif kalır yanında. Önce üslup diyen İsmail Cem bile mezarında şaşırdı öfkemden kızgınlığımdan. Ve emredince sağduyu  “dur” diye. Susmaya sarılmak kaçınılmaz olur tabi.

Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım bu günde yarında ve her zaman ayrımsız gayrımsız. Huzursuzluğun ağır hantallığı düşmesin omuzlarımıza. Yase

& & & & &

Atatürk’ün Anlatımıyla Sakarya Meydan Muharebesi

Atatürk Sakarya Meydan Muharebesinin nasıl kazanıldığını anlatıyor. Atatürk’ün dilinden Sakarya Savaşı;

Düşman ordusu 23 Ağustos 1921’de ciddi olarak cephemize temas ve saldırıya başladı. Bir çok kanlı ve bunalımlı safhalar, dalgalanmalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma çizgimizin bir çok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına kuvvetlerimizi yetiştirdik.

Meydan muharebesi 100 kilometrelik cephe üzerinde geçiyordu. Sol kanadımız Ankara’nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun cephesi, batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara’ya iken kuzeye verildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiç sakınca görmedik. Savunma çizgimiz bölüm bölüm kırılıyordu. Fakat hemen arkasından, kırılan her bölüm en yakın bir mesafede yeniden kuruluyordu. Savunma çizgisine çok ümit bağlamak onun kırılması ile, ordunun büyüklüğüyle orantılı uzun mesafe geriye çekilmek nazariyesini kırmak için memleket savunmasını başka bir biçimde ifade ve bu ifademde ısrar ve şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum.

Dedim ki: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurup muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona bağlı olamaz. Bulunduğu yerde sonuna kadar kalmak ve direnmek zorundadır.”

İşte ordumuzun her ferdi bu sistem içinde, her adımda en yüksek fedakarlığını göstermek suretiyle düşmanın üstün kuvvetlerini yok ederek yıpratarak sonunda onu, saldırısını sürdürme yetenek ve gücünden yoksun bir hale getirdi.

Muharebe durumunun bu safhasını hisseder etmez hemen özellikle sağ kanadımızla Sakarya Nehri doğusunda, düşman ordusunun sol kanadına ve ardından cephenin önemli bölümlerinde karşı saldırıya geçtik. Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı. 13 Eylül 1921 günü Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Bu suretle 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmak üzere, yirmi iki gün, yirmi iki gece aralıksız devam eden Sakarya Melhama-i Kübrası (Büyük Meydan Muharebesi) yeni Türk devletinin tarihine, cihan tarihinde pek az olan büyük bir meydan muharebesini kaydetti.

Gazi Mustafa Kemal

(Kaynak: Kemal KARA, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul 2008, s.160)

& & & & & &

Atatürk’ün İnsana Verdiği Değer İle İlgili Anılar

Yaşamı boyunca insanlığın huzur ve mutluluğunun tesis edilmesi için büyük çaba sarf edilmesini isteyen Atatürk, insana ve insanlığa büyük değer vermiştir. Her insanın huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamasını, insanlık adına herkesin üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmesini arzu etmiştir.

O, bu konuda bir çok örnek davranışlarda bulunmuş, toplumun ve belirli görevlerde bulunan kişilerin bu hususta son derece dikkatli olması gerektiğini ifade etmiştir.

Atatürk’ün insan sevgisi ve insana verdiği önem ile ilgili kısa örnek bir anı;

Cumhuriyette Angarya Yoktur

Cumhuriyet’in ilanından sonra idi. Karadeniz’de bir gezintiye çıkmıştı. Kendisine eşlik edenler arasında bulunuyordum. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü ilgisini çekmişti.

Valiye: “Yollarınızı nasıl bu hale getirebildiniz?” diye sordu.

Vali de anlattı; yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış.

Ata’nın kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille: “Vali Bey” dedi. “‘Corvee’ nedir bilir misin? Öyle ise ben söyleyeyim: Angarya demektir. Ve şu anda bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angarya diye bir şey yoktur.”

(Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, s.321)

Günün Şiiri

Aydınlık Neyin Oluyor Senin?

aydınlık neyin oluyor senin

gökyüzü akraban filan mı

beni bulur bulmaz gözlerin

şimşek çakıyorum yalan mı

yüzünde yalazını gezdirdiğin

saçlarından tutuşmuş orman mı

akla ziyan bir şey elektriğin

ayışığı mavisi dudaklarından mı

o ışık zenginliği mi giyindiğin

uzay tozları mı yıldızlardan mı

elime dokunduğu an elin

güneşler açıyorum sahi ondan mı

Attila İLHAN

Bela Çiçeği

Alsancak garı’na devrildiler
Gece garın saati bela çiçeği
Hiçbir şeyin farkında değildiler
Kalleş bir titreme aldı erkeği
Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
Çantasını karısı taşıyordu

Hiç kimse tanımıyordu kimdiler
Gece garın saati bela çiçeği
Üçüncü mevki bir vagona bindiler
Anlaşıldı erkeğin gideceği
Bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
Bir türlü karısına bakamıyordu

Ayaküstü birer bafra içtiler
Gece garın saati bela çiçeği
Şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
Karanlık gelmişi geleceği
Birdenbire sapsarı kesildiler
Vagonlar usul usul kımıldıyordu

Attila İLHAN

Günün Sözü

Gül sunan bir elde daima bir miktar gül kokusu kalır.

Çin Atasözü

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here