Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Dilerim neşeniz, sağlığınız yerindedir. İşleriniz güçleriniz tıkırında. Doğalgaza, elektriğe, şuna, buna gelen zamlar, malum Eylül ayındayız okullar açılıyor; okul harçları, çocukların masrafları servis, taksi zammı inşallah sizi çok sıkıştırmıyordur?
Valla bendenizi çok sıkıştırıyor, sinirlerimi geriyor ve sağlığımı olumsuz etkiliyor. Hizmetin karşılığının tam olarak ödenmesi gerektiğine inananlardanım, yani ne kadar hizmet o kadar ücret. Ama bir telefon faturasına bakın 10 TL konuşmuşsunuz ödediğiniz 45 TL. Aradaki fark nereden geliyor? Bilmem nereye bu kadar, bilmem nereye bu kadar, bilmem nereye şu kadar, toplam 45,898 TL. Bu 898 neyin dürüstlüğü? Elektrik aynı, doğal gaz da var mı valla onu bilmiyorum? Hayır, faturanın gerçeğini ödesek valla idare edeceğiz zammını da kabul edeceğiz ama bizi zıvanadan çıkaran bu acayip vergiler? Bazılarının bundan haberi yok sanırım? Ne de olsa bizler ayrıldık, ayrıştık, seçtiklerimiz, soylu bizler avam kaldık. Yani örneğin sayın Bülent Arınç yüksek maaşını eleştirenlere “edepsiz” diyen şimdi doğal gaz zammını ya da taksi ücretini mi dert etsin Allah aşkınıza ya sevgili Prof. Kuzu doğal gaz zammı “Botaşın işi” diyerek savuşturmaya çalışırken kendisi fatura mı düşünecek canım ya?
Rahmetli Cem Karaca’nın dediği gibi, “İşçi isen işçi kal giy tulumları” nene gerek senin aşk meşk. Hayal düş!!! diyerek işimize dönelim diyeceğim ama işimizde yok ki birader gençler artık çıldırma noktasındalar sıcaklarında katkısı ile. Valla onları nasıl idare edeceğimizi şaşırdık.
Tamda yeri gelmişken…. İnşaat Mühendisi Hakan Ilgın, İskenderun’un ardından ne güzel ‘Ilgın İnşaat, Demir, Kömür Grup’ Payas şubesini açtı geçtiğimiz günlerde… İsimler bendenizi etkiler “Ilgın” çok yumuşak ve güzel, güven veren bir isim. İlk düşüncem “bu sıkıntılı zamanda böyle bir girişimde bulunmak cesaret ister ama tabi bendeniz açsaydım isterdi yani şimdi onların cesarete ne ihtiyaçları olabilir ki? Kesinlikle fizibilite araştırması yapmışlardır, yani sırtları güçlüdür eh ne diyelim hayırlı olsun ve bendeniz çok çabuk düşünüyorum her şeyi birden yani isimleri çok güzel, kendileri de güzel olurlar ve birçok gence iş kapısı açarlar gibi! Belki mülakat yapmazlar ne de olsa mülakatla yazılıdan 90 alanlar eleniyorlar ya… Gibi? Ve tabi birçok şey daha düşünüyorum onlarda bendenizi ilgilendirir artık.
Ve sevgili okuyucularım 30 Ağustos Zafer Bayramında Atatürk ve silah arkadaşlarını anmayan diyaneti kınıyoruz ve bu konuda tepkiler sürüyor bir tepkide MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin basın danışmanı Yıldıray Çiçek’ten geldi. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a, ‘Atatürk’ü sevmiyorsan, onun kurduğu kurumda ne işin var?’ diye sormuş doğrusu bugün iş açan tek şey bu idi.
Ve sevgili okuyucularım sıcak, havalar çok sıcak ve tabi bu sıcaklar bendenizi haşat ediyor, streste karışınca işe değmeyin halime durmalarındayım geldiğimden beri ateşli dolaşıyorum, kan değerlerim of of durumdalar… Nasıl becerebiliyorsam ve bunları neden anlatıyorum? Hastaneye gidiyorum tabi çok zor durumda olmasaydım gitmezdim yani ne de olsa Mandıra filozofu gibiyim ya. Giderken taksi dönerken dolmuş kullanmaya çalışıyorum. Dönerken kullandığım dolmuşun sürücüsü ve muavini ne desem tam bir aksilik örneği, suratları kızgın çocukların suratı gibi, nerdeyse yolcuları azarlayarak konuşuyorlar. Hoş bendeniz de çok suratsızım, aklımda bin bir düşünce. Ücretimi veriyorum Allah’ım ya rabim olmaz bu kadarı suratsızlıktan, eskiden olsa yüz yıl hapis yerdi derdik ya şimdi aynen öyle. Neyse geldik ineceğim durağa. Neyse ki ne kadar suratsız olursam olayım kim olursa olsun karşımdakine teşekkür etmeyi unutmuyorum… “Teşekkür ederim” diyerek indim. Ay mucize mi oldu? O suratsız homur homur muavinin yüzünde güller bitti “Bir şey değil” diye yanıt verirken sonra ardımdan “sağol” diye bağıran sesinde bir sevinç ve dolu dolu minnet var gibiydi! Valla çok şaşırdım. Eve gelene dek onu düşündüm. Ne kadar pintiyiz ki bu adamlar, bu kadar suratsız olabiliyor, bir tek sözcük “teşekkür ederim” bazısına bir şey ifade etmiyor olabilir ama bazısına da mucizeler yaratabiliyor. Ve biz mucizelere inanırız yaşadığımız her saniye mucizedir. Ve bizler mucize yaratabiliyoruz bu gücümüzü küçümsemeyelim.
Ve sağlıkla, sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım, ayrımsız, gayrımsız her zaman birlik ve beraberlikle… Yase
& & & & &
Az ve Öz
Bir zamanlar bir ülkede iki arkadaş varmış. Bunlar pek haylazmış, üstelik sürekli gevezelik ederlermiş. Çevrelerindeki büyükler bunlara o kadar çok “Evladım az ve öz konuşun” demişler ki, sonunda adları Az ve Öz kalmış.
Az, çok haylazmış; Öz de haylazmış ama, iyi–kötü ucundan kenarından okurmuş. Eski Yunan’dan, Eski Roma’dan, Eski Türk’ten kitaplar okurmuş Öz. Aisopos’u bile tanırmış. (Yüz yüze görüşmemişler ama kalpten
tanışmış, o kısa, kambur, kekeme, ama tatlı dilli Aisopos ustayla.)
Neyse lafı uzatmayalım, Az ile Öz günlerden bir gün kötü işlere bulaşmışlar, kötü adamlarla dalaşmışlar. Ve bir gün olanlar olmuş. Haydutlar Az’ın ve Öz’ün gözlerini bağlayıp kaçırmışlar. Öyle az öteye değil; bir araca bindirip günlerce uzaktaki bir yere götürmüşler. Taştan bir odaya kapatmışlar. Odanın duvarında ufak bir pencere varmış. Demirli. Bu pencereden bakınca yalnızca gökyüzü gözüküyormuş. Günlerdir gözleri bağlı yolculuk eden Az ile Öz çok yorgun düşmüşler ve nerede bulundukları konusunda en küçük bir bilgileri yokmuş. Haydutlar iki arkadaşı taş odaya koyduklarında gözlerini açmışlar. Öz hemen uyumuş. Az ne olur ne olmaz diye uyumadan beklemiş. Bir süre sonra Öz uyanmış ve Az’a “Ben uyurken ne oldu?” diye sormuş. Az, hiçbir şey olmadığını söylemiş. Öz “Hiçbir şey duymadın mı, görmedin mi?” demiş. Az, “Hayır, sadece pencereye bir kuş kondu” demiş. Öz heyecanla “Nasıl bir kuştu?” demiş. Az “Bilmiyorum dikkat etmedim, basbayağı bir kuştu, tam göremedim, sadece gagası gözüktü” demiş. Öz “Gagası nasıldı?” diye devam etmiş. Az, “Ne bileyim dikkat etmedim” demiş.
Öz bu duruma çok üzülmüş. “Hay ben sana ne diyeyim; eğer o kuşun gagasına dikkatli baksaydın, şimdi nerede olduğumuzu bilebilirdik” demiş. Az “Saçma, bir gaga çok küçük bir şey. Ona bakıp nerede bulunduğumuzu nasıl anlayabiliriz ki?” demiş.
Öz “Bu dünyada küçük şeyler yoktur. Bakmasını bilen göz için her şeyin bir anlamı vardır” demiş ve devam etmiş: Bu dünyada küçük şeyler yoktur. Bakmasını bilen göz için her şeyin bir anlamı vardır. “Bak eğer kuşun gagası uzun ise bizi Alma’nın (Alma yola çıktıkları kasaba imiş) kuzeydoğusundaki bataklık bölgeye getirmişler demektir. Uzun gagalı kuşlar suyun dibindeki solucanları, küçük kabuklan toplar çünkü, Eğer kuşun gagası, kısa, ince ve sivri ise ağaç kabuklarındaki böcekleri yiyordur; Söğüt Bülbülü’dür örneğin. Bu durumda bizi güneydeki ormanlık bölgeye getirmişlerdir. Eğer gagası eğri, çapraz uçlu ise, çam kozalaklarının pullarını ayıran bir çapraz gagadır. Bu durumda batıdaki çamlık bölgeye getirmişlerdir bizi. Eğer gagası kısa, kalın, güçlü ise tohumların, yemişlerin sert kabuklarını kırıyordur. Bu durumda Alma’nın kuzey batısındayız demektir. Nerede bulunduğumuzu bilmek ise kurtulma yolunda ilk adım olabilir.”
Az duydukları karşısında hayretler içinde kalmış, Öz’e “Küçük bir şeyden böyle büyük sonuçlar çıkarabileceğini hiç düşünmemiştim. İyi de bütün bunları şimdiye kadar niçin bana öğretmedin?” Öz, “Şimdiye kadar böylesine zor durumda hiç kalmadık da o yüzden. Bu dünyada her durumda işe yarayacak küçük bilgiler vardır.
Uygun durumda uygun bilgiyi kullanırsan büyük sonuçlar çıkar ortaya. Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür” demiş. Küçük, büyüğün anasıdır. Azlık çokluğun özüdür.
Günün Şiiri
Solgun Bir Gül Dokununca
Çoklarından düşüyor da bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kağıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ya da yalnız bir kızın
Sildiği dudak boyasında
Eşiğinde yine yorgun gecenin
Başını yastıklara koyunca.
Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.
Behçet NECATIGİL
Sokaktan Gelmek
Sokağa mı çıkıyorsun, dikkat et
Emanet ol Tanrıya,
Sokak demek
Eksilmek yarı yarıya.
Odalara kapanıp oturdunuz
İçinize evin serin sessizliği doldu.
Koruyucu duvarlara borçlusunuz
Çevrenizde dalgalanan dostluğu.
Bir sokağa çıkmayın bozulur bunca büyü
Yavan gelir ev size,
Hayatınız kuytu ve küflü,
Sokaklarsa aydınlık, taze.
Ayartıcısı caddelerin eseri
Zalim gelişleriniz,
Evde size uzanacak elleri
İtmek istersiniz.
Haince sokaktan dönüşünüz
Sisli, karda…
Çünkü başka yaşayışlar gördünüz
Dışarda.
Sokağa çıkarken dikkat
Sokaklarda esen rüzgar çünkü.
Rüzgarlarla eve dönmek saçma,
Ev dar çünkü
Behçet NECATIGİL