Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Umutla girmeye çalıştığımız yeni yılın ilk dakikalarında ne yazık ki vahşetin saldırısına uğradık. Ünlü bir gece kulübündeki insanlık dışı saldırı hepimizi derinden yaraladı ve yaralamaya devam ediyor. Kendimizi yalnız ve savunmasız algılıyoruz. Düşünüyorum da bir türlü akıl erdiremiyorum bu katliamlardan sevinç duyanlar var… “Cana kıymayacaksın” diye kesin bir emir varken yaratan tarafından. Bunlar hangi yaratanın emrini uygulayıp bundan iş çıkarıyorlar?
Zamanın birinde Harun Reşit diye bir hükümdar vardı ve onunla yaşayan kardeşi Behlül. Defalarca sayfamda okumuşsunuzdur yeniden yazıyorum, sanırım hep yazmaya devam edeceğim gibi görünüyor. Behlül bir gün sopasına atlayıp gökyüzünü gezmeye çıkmış. “Bakalım cennet, cehennem dedikleri yerler nasılmış” diyerek. Önce cehennemi göreyim demiş yetkili meleğe. Melek “burada cehennem diye bir yer yok” demiş “herkes kendi Cehennemini yanında getirir” “O zaman Cenneti göreyim” demiş. “Cenneti de herkes kendisi birlikte getirir” demiş melek.
Kendi hesabıma ne zaman düşüncelerimde, isyanımda biraz ileri gitsem hemen bu kısayı anımsarım. Ve kendimi hemen hizaya çekerim. Ya bu kısadan haberi bile olmayanlar, sürekli Cehennem azabı ile korkutanlar, örneğin “satranç oynamak şeytan işi, satranç oynayanlar günahkâr oldu hesap verecekler” gibi fetva verenler, düşünmezler mi? Herkesin kendi aklının olabileceğini? Her koyunun kendi bacağından asılacağını?
Belki bilirler belki bilmezler ama herkesin bilemesi gerekiyor ki bu tür fetvalar hedef göstermektir aslında. Dün yılbaşını kutlayanlar hedefti şimdi satranç oynayanlar. Nasıl bir boş vermişlik içindeyiz ki herkes ağzına geleni dillendirebiliyor? Gerçi, satranç federasyonu bu şahıs hakkında suç duyurusunda bulunmuş ama…
Ve sevgili okuyucularım. Şaşkınız, dumura uğramışız. Nereye baksak garabet, nereye baksak vahşet, iftira, kin, öfke… Neden niçin derseniz benden değilsin yetmez mi?
Ah ah sevgili okuyucularım. Yalakalık, aymazlık, benmerkezcilik, içimize sinmiş! Ama biz inadına-inadına sen ben’cilik yapmayacağız. Yapmadık. Nasıl ki ecdadımız yapmadı bizde yapmayacağız. Yargılamayacağız, hak yemeyeceğiz, kırıp incitmeyeceğiz… Sevmesek de saygı duyacağız, dilimize, belimize, elimize, sahip çıkmayı devam ettireceğiz bütün gücümüzle, desturumuz, kardeşlik, beraberlik, beraberlik…
Ve sevgili okuyucularım, her zaman böyle kalalım dilerim, sevgiyle, birlik ve beraberlikle, ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Marangoz
Mustafa Çavuş marangozluk yapıyordu. Gün boyunca çalışıyor, eve yorgun argın geliyordu. Eve gelir gelmez anne babasının elini öpüyor, dualarını alıyordu.
Annesi yatalaktı. Önce onun yemeklerini kendi elleriyle yediriyor; sonra doksan yaşındaki, gözleri görmeyen babasının yemeğini yediriyordu. Ondan sonra kendisi sofraya oturuyor ve çoluk çocuğuyla beraber yemeğini yiyordu. Aynı şey sabahları da tekrarlanıyordu.
Üstad Bediüzzaman’ın evinin önündeki çınar ağacına küçük kulübeciği o yapmıştı. İşleri oldukça iyi, rızkı da hayli bereketliydi. Darlık çekmiyor, sıkıntıya düşmüyordu. İbadetlerini de aksatmıyordu. Huzurlu bir yaşantısı vardı.
Marangoz Mustafa Çavuş’un bu hali, Bediüzzaman’ın dikkatini çekmişti. Böyle huzurlu ve bereketli bir hayata çok sık rastlanmazdı. İşin geri planında bir şeyler olmalıydı.
Bir iki soruşturmadan sonra, Mustafa Çavuş’un, evinde anne babasına baktığını öğrendi. “Tamam” dedi. Bu muvaffakiyet ondandır.
Bunu yazdığı bir risalede şöyle dile getirdi: “Ahiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o zat, ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşaallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli”
Günün Şiiri
Kan Reçetesi
Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet
İşte benim bulutum
pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt
alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle
sana
ey rengi tarihini utandıran elbise
Yüzün hiç yabancı değil
sen eski borazanların gedikli çalgıcısı
sesine küflü ambarların kokusu sinmiş
irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış
eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.
Burnum duymuyor ama seni
uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor
benim burnum
benim burnum
vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin
kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor
genzim çatlıyor
genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor
el illüzyonizmin sırça küresi.
sana kim sus dedi Kalbim.
Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken
toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken
burada, orda, öte yanlarda
alın terinin öfkeyle fışkıyan şavkı
yeryüzünü yeniden biçimliyorken
ve depremle sarsılan halkların beyni
illüzyonizmin büyüsünü bozuyorken
seni kim büyülemek istiyor Kalbim.
Bildim hiç kuşkusuz
su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu
çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin
şaşırtılmış kolcusu.
Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen
el illüzyonizmin güler yüzlü büyücüsü
masken kandırmıyor çoktandır beni
beni ve benim gibi
dünyaya kanından dürbünle bakanları
soluğu cehennem yakanları.
Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük
biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu
Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük
beynimde hora tepen on sivri bıçak
senin kendi damarında denediğin keskinlik
halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da
kan kendini aldatmaz
kan kendini aldatmaz
Kalbim!
bu acıya dayan
varsın işkenceler dağlasın seni
duru bir gök için vahşete katlananlar
acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı
Kalbim!
bu acıya dayan
bu acıya dayanman için
yaranı iyileştirmek için sana
parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete
vereceğim
vahşet dağlarından kızgın kemik külleri
işkenceler ovasından kan dölleri
ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.
Kan kokusu büyüyü bozmak için
Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için
Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için
Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile
dirilir ve o zaman
çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü
bir taze tomurcuk gibi açar
kanayan alnında senin.
Kalbim!
sen varsın
sen tökezleyen bir şarkı değilsin
ne de uzun, yanık havalı türkü
sen kendinin ezgisisin.
Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını
dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir
kara bir gök ancak bunlarla arınır
ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya
acı diye ne varsa hepsini onarmaya
Kalbim!
elimden tut
elimden tut
sensiz bir şey yapamam.
Arkadaş Zekai ÖZGER
Günün Sözü
Hayatımızda en yüce, en güçlü, en faydalı dayanağımız ana baba evinden kalan hatıralarımızdır.
İnsan yaşamayı ve yaşamamayı aynı şey diye kabul ettiği zaman hürriyete kavuşur.
İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür.
DOSTOYEVSKİ