Yirmili yaşlarda, çocukluk ve ergenlik çağlarında olduğu gibi babam ara-ara biz evlatlarına nasihatler verirdi. O yıllar ben 18 yaşımı bitirdiğim ve üzerinden birkaç yıl geçtiği için ben, ‘nasılsa her şeyi biliyorum’ edasıyla, babamın anlattıklarını dinler ancak çok dikkate almazdım. Hele yaşım 35 ve üzeri olduğunda kesin olarak kendimi oldukça tecrübeli sanırdım. Kişi o yaşlarda her şeye vakıf olduğunu, bilinmesi gereken her şeyi bildiğini zannediyor. Yıllar sonra, hayat tecrübesi denen şeyin ne olduğunu, kişi yaşaya-yaşaya, ders ala-ala öğreniyor…
*Dört Şarkı Söyleyen Kendini Haluk Levent Sanıyor
Çevremizde örnekler var. 18 yaşında bir delikanlı otomobil sürücü ehliyeti alıyor. Sonrasında ‘yeterli trafik deneyimim var’ diyerek tüm uyarılara kulak tıkıyor. Usta sürücülerin kurallara uyan temkinli sürüşlerini, ‘cesaretsizlik ve uyuşukluk’ olarak nitelendiriyor. Meydana gelen büyük trafik kazalarında genç sürücülerimiz ağır yara alıyor, otomobilleri ciddi hasarlar görüyor. Üç şarkı ezberleyen genç yetenekler, kendini Haluk Levent sanıyor! Baklavacı kalfası, 600 tepsi baklava yaptıktan sonra en ünlü baklava ustalarına meydan okuma öz güvenini kendinde bulabiliyor…
Çömlek kalfası 400 çömlekten sonra “Ben artık çömlekçiliğin kitabını yazarım” diyebiliyor. Genç gömlek ustaları, mesleğe veda edecek son gömlekçi ustalarını beğenmez oluyorlar. Ünlü kebapçıların yanında çalışan kebapçı ustaları, ‘Bizler artık ustaların ustayız’ diyebiliyor. Hemen her meslek için örnekleri çoğaltmak mümkün…
*Yığınla Öğreti Beni Bekliyor
Elbette yaş kemale ermeden haklı şöhreti, haklı övgüyü yakalayanlar ve yaşlanmadan olgunluğa ulaşanlar yani yaşından daha olgun hareket eden bireylerimiz de olabiliyor. Bunları toplum istisna olarak kabul ediyor. Şimdi bana bir 22 yaşındayken, birde 52 yaşındayken “Yeterli hayat deneyimin var mı?” diye sorsalar, ikisine de ayrı-ayrı şu yanıtları verirdim. 22 yaşındaki yanıtım “Çok fazla öğrenecek bir şeyim kalmadı. Mevcut tecrübem ve genel kültürüm ve mesleki bilgilerimle her şeyin üstesinden gelebilirim” olurdu.
52 yaşındaki yanıtım ise “Yaş, tecrübeye kâfi değil. Daha bilmediğim çok şey olduğu kanaatindeyim. Özetle, yaşamdan öğreneceklerim daha bitmedi. Yığınla öğreti belki de mezara kadar beni bekliyor” olurdu…
*Kendilerini Siyaset Mühendisi Kabul Ederler
Konuyu biraz da siyasi deneyimsizliğe getirmek isterim. Hemen her siyasi partiden oldukça genç ve heyecanlı arkadaşlarımız var. Bazıları X bir partinin bir veya iki dönem seçim çalışmasına katılanlar, gençlik kollarında görev alanlar veya X partinin ilçe yöneticiliğini yapanlar olarak öne çıkarlar. Bu kardeşlerimiz bay veya bayan fark etmez az zamanda çok şey öğrendiklerini sanırlar. Hele-hele birkaç kez belediye başkan aday adayı ya da milletvekili aday adayı olmuşlarsa kendilerini ‘Siyaset Mühendisi’ olarak kabul ederler. Yerelde ve genelde siyaseti dizayn ettiklerini sanırlar. Kendilerinden kat be kat deneyimli partili büyüklerinin bilgi ve becerilerini ve onların siyasi tecrübelerini dikkate almazlar.
*Dayatma…
Ben merkezli siyasetle ‘Ben, ben-ben, ille ben’ veya ‘Biz, biz-biz, mutlaka biz’ dayatmasıyla, önüne gelenle, siyasi didişme içinde olmakla, sindirme yöntemiyle yol alacaklarını, siyaseten, yıldızlarının bu şekilde parlayacaklarına inanırlar. Her sırtlarını sıvazlayanları kendilerinden yana sanırlar. Bazı uyanık çevreler, bu heyecanlı arkadaşları siyaset ekseni içerisinde çeşitli yol ve yöntemlerle kullanırlar, kullanım süreleri bitince de bir bahane ile onları yanlarından uzaklaştırırlar. Kullanıldıklarını bir zaman sonra fark eden arkadaşlar, çoğu zaman, yaşadıklarından yine ders almazlar…
*Yoğrulmak ve Mayalanmak Gerek
Kafaları estikçe, parti genel merkezlerine, MYK ve PM üyelerine, bölge milletvekillerine hatta genel başkanlarına horozlanırlar. Siyasetin, aslında bir uzlaşı ve ikna etme sanatı olduğu gerçeğini unutur, başarının sadece kendileriyle mümkün olacağını savunurlar. Önlerine her gelenle atışır, çatır-çatır kırıcı ve tüm bağları koparıcı gerilimlerin göbeğinde olurlar. Siyasetin tüm erken öten horozları, akla gelen tüm erkencileri, belli bir zamanda siyaset arenasından silinirler. Sona gelirsek. Siyaset de deneyim işidir. Bir anda çıraktan usta, ustadan baş usta olmaz. Hepsi, yaşamda ve siyasette de yoğrulmakla, mayalanmakla, belli bir süre pişmek ve uygun zamanda siyaset meydanına çıkmakla gerçekleşebilir. En önemlisi siyasi ihtirasları dizginlemeyi, beklemeyi ve pişmeyi bilmek gerekir.
*Kafalarını Vura-Vura Öğrenecekler…
Başından beri yazdıklarım deneyimsiz, ihtiraslı siyasilerimiz için pek bir şey ifade etmez. Deneyim kazanmışlar arkadaşlar öyle sanıyorum ki beni çok daha iyi anladılar ve anlıyorlar… Peki, anlamayanlar ne olacak? Daha önlerinde vakit var arkadaşlar. Günler, aylar ve yıllar yıları kovalayacak sonra bu kardeşlerimiz de neyin ne olduğunu anlayacaklardır. Daha yolun başındalar. Düşe, kalka, kafalarını vura-vura öğrenecekler. Vakitleri çok…
Köşe yazımın bu bölümünü, şöyle bitirmek istiyorum;
Buğday Hac’a gidecekmiş, darıya
“Ben Hac’a gidip gelene kadar yerime vekalet et “ demiş.
Darı bu ya, havaya girmiş…
“Baklavaya da karışı mı?” demiş.
Buğday da
“Sen saca git gel ekmek ol da, baklava şöyle dursun” demiş…
*Düğünde Ses Sanatçısı
Yıllar önce bir arkadaşımın düğününe gitmiştim. Düğün İskenderun’daki bir mekânda yemekli olarak yapıldı. Düğün merasimi sürerken sahneden bir anons yapıldı. Sunucu “değerli konuklar sizler için bir sürprizimiz var. Sizlere değerli bir sanatçımızı dinleteceğiz” diyerek konuşmasını tamamladı.
Ses sanatçısı Devran Çağlar’a benzeyen bir ses, sahnenin arkasından duyulmaya başladı. Şarkı başladı devam ediyor ama halen sahnede görünen biri yoktu. Ünlü sanatçıların yıllar önce sıklıkla yaptığı bir yöntemdi bu. Örneğin Zeki Müren seneler evvel şarkısına sahne arkasından başlar ve şarkının ilerleyen bölümünde sahneye çıkarak, seyircinin merakını ve coşkusunu arttırırdı. Kısaca pek çok ünlü ses sanatçısı bu yolu izliyordu.
*Şarkılar Peş Peşe Geldi…
Neyse, bir süre sonra bizim sanatçı göründü sahnede. Siyah bir pantolon ve beyaz bir gömlekle sahne almıştı. Gömleğinde ne papyon ne de kravat vardı. Birinci şarkı bitti, konuklardan alkış alınca ikincisine başladı. Derken, üç, beş şarkı peş peşe geldi. Konuklar coştukça, bizim sanatçı daha çok coşuyor sahnede biraz garip sayılabilecek figürler icra ediyordu. Sahne uzayınca birden sahneye bir bey geldi ve “Bu kadar yeter. Hadi oğlum bak işine. Topla şu masaları. Bak yığınla tabak ve bardak var” dedi. Meğer ses sanatçısı sandığımız arkadaş o işletmenin garsonlarından biriymiş…
Bizim sanatçı hemen mikrofonu bırakıp masalara yönelip tabakları ve bardakları toplamaya başladı. Elbette garsonluk da saygı duyulacak bir meslektir. Ayrıca her iki iş de emek gerektirir ama sanırım bizim garson arkadaş, sanatçılığı daha çok seviyordu. Ses sanatçısı Devran Çağlar’ı taklit etse de belli bir yeteneği vardı ve sesi de güzeldi…