“Hay” ya da “Robenson” Olmak!

1
112

“Ne Bazarof, ne Oblomov” başlıklı yazıda, Prof. Yalçın Küçük’ün, “Edebiyat ile bilim yapmak” konulu uzun incelemesinin daha başında; “Edebiyat bilimsel araştırmaya kaynaklık edebilir mi?” sorusunu sorduğunu, devamında iktisat, toplum ve siyaset bilimi açısından kaynaklık edebileceğini de Defoe’nin Robinson romanı üzerinden gösterdiğini yazmıştım..

Amacım, Yalçın Hoca’ya atıfla genelde edebiyat, özelde ise  roman kahramanları üzerinden “eğitim bilimi” adına sonuçlar çıkartabilmekti..  Bu hafta, önce Yalçın Hoca’nın söz konusu incelemesinden geçen hafta aktaramadığım kısmı, Hoca’nın kendi cümleleriyle özetlemek, sonra da Robenson, Hay ve Güliver adlı  roman kahramanları üzerinden eğitim adına çıkartabildiğim sonuçları paylaşmak istiyorum..

Önce özet: “Bir adada tek başına yaşayan Robenson, maddi değerlere önem vermez görünüyor. Bir İspanyol gemisinde altın ve gümüş buluyor. Dudak büküyor. Bir bıçak olsa daha iyi olur diyor. Batı Avrupa tarihinde 16 ve 17.yy’a merkantilizm dönemi deniyor. Ticaret ön plânda, Doğu ile ticaret yapılıyor. Doğu’da yeni ticaret imkânları aranırken, yanlışlıkla Amerika bulunuyor. Amerika’nın temelinde yanlışlık var. Amerika’nın başlangıcında ürün yok, altın ve gümüş var. İspanyollar işe Amerika’nın altın ve gümüşlerini talan etmekle başlıyor. Gemiler, Amerika’dan altın ve gümüş taşıyor. Devletler için ve İspanya’nın izinden altın ve gümüş toplamak bir politika oluyor. Ve 18.yy’ın başında merkantilizmin bu görüşünü eleştirmek her türlü iktisatçının işi oluyor. Defoe iktisat tartışmalarına taraf oluyor. Altın ve gümüş ile ilgili illüzyonu eleştiriyor. Batı Avrupa 18.yy’a girerken feodalite ile mücadele son dönemini yaşıyor. Defoe, bu mücadeleye de taraf oluyor. Feodalitenin olmadığı bir düzeni yazıyor. K. Marx Grundrisse, sayfa 83’te; “Smith ve Ricardo’nun başlangıç aldıkları bireysel ve yalnız avcı ile balıkçı, 18.yy Robenson’cularının hayalden yoksun fantezileri arasında yer alıyor” diye yazıyor. Hiç kuşku yok, bir edebiyat eseri bir bilimsel eğilime veri oluyor. Adam Smith siyasal iktisadın ilk büyük yazarı sayılıyor. David Ricardo ise sonuncusu oluyor. İşe bir edebiyat eseri ile başlıyorlar. Bilimi toplumdan ve sınıftan soyutlama, Robenson örneği ile doğuyor. Bugün kapitalist ülkelerin çarpık iktisadının kaynağı buraya kadar uzanıyor..” (Bilim Ve Edebiyat s.24, 25, 26 Tekin Y. 1985)

Yalçın Hoca’nın iktisat, toplum ve siyaset bilimi açısından “derinliğine” sonuçlar çıkardığı Robenson okuması gibi olmasa da, Robenson, Hay ve Güliver adlı  romanlardan eğitime adına çıkartabildiğim sonuçları Hoca’nın cümlelerine öykünerek yazabilirim artık..

Burada öncelikle belirtmem gerekiyor: İlk “ıssız ada” hikayesini, 1150’li yıllarda Endülüslü İbni Tufeyl yazıyor.. Adı; “Hay Bin Yakazan.” Isısız adadaki Hay’ın bebeklik ve çocukluk dönemi gözlem yaparak geçiyor.. İnceliyor, araştırıyor.. Kendisine annelik yapan ceylanın peşinde koşarak becerikliliği öğreniyor.. Diğer canlılar ve doğayla mücadelesinde kendi başkalığının farkına varıyor.. Ellerini keşfediyor bir dal parçasında.. Eline bir organ gibi eklediği dal parçasıyla koruyor kendini.. Dal parçasının bir alet olduğunu keşfediyor.. Keşfini düşünürken bir hazine sandığı olan aklını keşfediyor.. Keşifler yolculuğunda kullanıyor aklını bir alet gibi.. Aklıyla keşfettiklerini elleriyle alete dönüştürüyor.. İcat ediyor yaşamını sürdürebileceği araçları.. Aklın ve ellerin emeğiyle yüceliyor Hay, insan oluyor.. Ve anlıyoruz  insanın, doğanın sırlarını çözebilecek bir “eşrefi mahlukat” olduğunu..

Defoe, 1700’lü yıllarda yazıyor Hay’dan etkilenerek Robenson’u.. Issız adaya düşürdüğü Robenson’a ilk iş olarak bir “akıl defteri” tutturuyor.. Hay’ın gözlem yaparak, inceleyerek, araştırarak, keşfederek icat ettiği aletleri, Robinson batan gemide bir marangoz sandığı içinde buluyor.. “Benim için bir hazine değerindeydi” diye not düşüyor akıl defterine..

Çocuklarımızın “bir hazine” olan akıllarını, ellerini ve emeklerini Hay gibi keşfedebilecekleri adaların okullarımız olduğunu düşünüyorum ben.. Hay örneği insanın akli ve ahlaki yetileriyle eşrefi mahlukat olduğuna inanıyorum zira.. Doğuştan getirdiğimiz yetileri eğitimsel bir süreç içinde yeni kabullerle geliştirerek kazanıyoruz yeteneklerimizi.. Bu süreçte oluşuyor karakterimiz.. Kişiliğimizi de elbette.. Bu bağlamda Robenson’un sandık içinde bulduğu ve bir hazine olarak nitelediği “beceri ve yetenek” aletlerinin “akıl yürütme ve kullanma” şeklinde dönüşmüş halinin sınıflarda olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.. Öğrenmeyi öğrenme becerisi gibi mesela.. Eleştirel düşünebilme, problem çözebilme, sorgulama ve araştırma tekniklerini kullanabilme becerisi.. Sağlıklı iletişim kurabilme becerisi elbette.. Birer ada da olsa okullarımız, ıssız değil çünkü.. Bu beceriye sahip olmazlarsa şayet, “Güliver” gibi maceralar içinde bulabilirler  kendilerini..

Swit, 1726 yılında yazmış Guliver’in Gezileri’ni.. Bir anti Robenson’dur Güliver.. Bireysel yalnızlığı olsa da, ıssız değildir zira düştüğü adalar.. Onu önce cücelerin, sonra devlerin yaşadığı adalarda gezdirir yazar.. Cüceler adasında bir devdir Güliver ve bir cücedir devler arasında.. Çocuklarımız ne dev gibi görsün kendilerini ne de devler arasında cüce.. Birer Robenson olsunlar sınıflarımızda.. Ve bulsunlar zihinlerindeki bir hazine değerinde olan akıl yürütme aletlerini.. Tüm olgu, olay ve nesnelerin birbirleriyle ilişkili olduğunu kavrasınlar Hay gibi..

Selam ve saygılar…

1 YORUM

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here