Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Güzel havalardan gına geldi. Yağmur istiyoruz şöyle şakır, şakır yağan. Valla bu havalar depresif yapıyor bendenizi ve sabahları uyanmak istemiyorum çokta rahat olmayan uykumdan. Çalışmak bana yakışıyor diyordum ama şimdi hiç o istek yok gibi içimde. Hatta okumak için bile istek kalmadı. Sabırsız ve sinirli gibiyim. Nete girmiyorum çok ağır sabrım taşıyor. Gazeteleri sonuna kadar okuyamıyorum ve kendimi ağlama duvarına benzetiyorum. Milet ağlıyor, yanıyor, yakılıyor, duvarın haberi yok sessiz ve sağır öylece duruyor sanıyorlar. Ama o içten içe oyuluyor kimse görmüyor. Yoksa tükenmişlik sendromu dedikleri şey bu mu? Mevsim değişikliği diyemeyeceğim maşallah mevsim hiç değişmedi ki?
Yoksa aslında bu tükenmişlik hali artık sağır sultanın bile duyduğu iş sahibi bilmem kimin dinlemeye takılan telefonlarından halka, ağza alınmayacak küfürler savurmuş olduğunu bilip de hala bir şey yapılmasının sıkıntısından mı kaynaklanıyor? Günlerdir basında ve suç duyurusunda bulunuyor insanlar. Bu yaşa başa geldik duymadık böyle bir şey, ne oldu insanlar çıldırdı mı? Hiçbir Allah’ın kulu bu halkın anasına bacısına küfredemez ederse de cezasını çekmek zorundadır.
Geçenlerde yine kulağımla duydum. Yazmak zorundayım çünkü telefona takılan küfürleri duyduğumdan beri huzursuzluğum hat safhada. Yine yürüyüşteyim başım önümde akşam çalan bir saat, etrafın sessizleştiği bir zaman. Arkamdan beş altı genç konuşarak geliyorlar. Siyaset konuşuyorlar aralarında aksi görüşlü kimse yok. Seslerini sakınmıyorlar ve aralarından birisi bilmem ne olduysa aniden “bu millettin” diye başlayarak ağza alınmayacak bir küfür savurdu ki tüylerim diken-diken oldu. Belden aşağı yine analarımıza giden küfürlerden biri. Diğerleri destekledi yalnızca biri neden küfrediyorsun diye sordu. Küfreden “oğlum akılı ol” diye de ona bir tehdit savurdu. Dilim damağım kurudu. Yüzümün adeta kızarıp yandığını hissettim. Arkaya dönüp bakmaya utanıyorum kendimden, çünkü elimin var gücü ile o sözleri söyleyen her kimse ağzına vurup dişlerini eline veremeyeceğim “sen kimsin, siz kimsiniz, kim oluyorsun?” diyemeyeceğim. Çünkü boşa olur söyleyeceklerim biliyorum ve paye vermiş olurum o kendini bilmez aymazlara.
Ve belki aynı küfür yeniden edilecek hatta katmerlisi bunu göze alabilir miyim? Ancak yolu kesip karşıya geçtikten sonra ter içinde iken sizi Allah’a havale ediyorum dedim. Dilinizden düşürmediğinize değil, benim yüreğimden düşürmediğime.
Bu olayı sıcağı sıcağına yazmadım çünkü her şeye rağmen birkaç kendini bilmez çocuğun yaptığını dillendirmek istemedim. Onları kendi Allah’ıma havale etmeyi daha doğru buldum. Ancak istediğin kadar geçiştirmeye bak aslında hiç bir şey geçiştirilemiyormuş. Ve onlar çocuk dedim ve çocuk dediklerim en küçüğü yirmisini çoktan geçmiş.
Ve şimdi kocaman bir adam vazgeçtim milletten kendi ailesine hiç düşünmeden aynı küfürleri sıralıyor. Nasıl bir şey bu ya… Bu insanlar muhakkak evlerinde de küfürlü konuşan ağzı bozuk insanlardır diye düşünüyorum bu kadar rahat kullandıklarına göre bu sözleri. Ve biz ne zaman böyle olduk? Valla havaların günahı yok. Depresifliğim bunlardanmış aslında. Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım her zaman, hep birlikte ağzımız temiz, vicdanımız temiz, siyasetimiz temiz, hayatımız temiz olsun. Yase
Şubat Güneşi
Ahmet elinde kestane torbası ve tabakla geldi, Zeynep’in yanında durdu. “Günaydın yağmurla gelen arkadaşım” diyerek elini omzuna koydu. Zeynep duruşunu hiç bozmadı “günaydın” diye yanıt verdi sesi haşinli ve hafifçe sıkıntılıydı. “Kestane patlatalım mı?” “Olur, çok severim.” “Bende” diyerek Ahmet kızın yanına oturdu.
Zeynep ayaklarını indirip Ahmet’te baktı, “Saat kaç?” “Gerçekten ya saat kaç acaba? Bende biraz önce merak etmiştim bu yüzden mutfaktaki saate baktım. Saat sabahın 02’si olmuş.” “Ne kadar uzun bir gece farkında mısın defalarca uyuduk uyandık hala sabah olmadı.” “Evet, yağmurda durmadı.” Ahmet’in sözleri şiddetli bir gök gürültüsü ile yarım kaldı. Zeynep ister istemez Ahmet’te sokuldu. “O minik serçe korktun mu?” diyerek kolunu kızın omzuna doladı.
Zeynep’te başını Ahmet’in omzuna yasladı halsizdi, başı ağırdı, garip bir sıkıntı vardı yüreğinde. ‘Çok mu havailik yaptım? Ben öyle rahat bir kız değilim ki bana ne oldu. Karanlıktan mı aldım bu savurgan ruhu yoksa?’ diye kendi kendine soruyordu.
“Çok sessizsin Zeynepçim yoksa ruhun hala firarda mı?” Zeynep Kendini zorlayarak haşınlı bir sesle “Gerçekten firarda sanıyorum yoksa nasıl bu kadar kaygısız olabilirim ki?” dedi. “Bu çifte kavrulmuş lokum gibi sesle Sen kendini kaygısız mı sanıyorsun Zeynepçim?” Zeynep hemen dikleşti “Ne dedin sen?” (Can da sesi böyle haşınlaştığın da ona “çifte kavrulmuş lokum tadında bir sesin var” derdi.)
“Sesin, diyorum sanki çifte kavrulmuş cevizli lokum tadında ve sen bu sesle o kadar ağırbaşlı ve düşüncelisin ki senin hiçbir zaman kaygısız olabileceğini sanmıyorum valla. Üstelik tanışalı daha birkaç saat olmuşken ve bu saatlerin çoğunu uyku ile uyanıklık arasında geçirmişken.”
Zeynep Ahmet’i duymuyordu artık. Başı biraz daha ağırlaşmıştı, gözleri, yüreği yanıyordu. “Ne oldu Zeynep yanlış bir şey mi söyledim.” Kız hemen yutkunarak “Yok, yok yanlış bir şey söylemedin ama bu bile yakınlaşmamızı engelleyemedi! Normalde ben sınırlar koyan bir insanım ve kimseye özelikle benden büyüklere sen diye hitap etmem ki? Ve yeni tanıdığım birisinin göğsüne yaslanıp ağlamam ki ve bu şekilde yaslanmam ki omzuna!”
“Ne oldu Zeynep bu kötü bir şey mi?” “Hayır ama kendimi huzursuz algılıyorum.” “Yani şimdi huzursuz musun?” “Yanlış anlama bu seninle ilgili bir şey değil.” “Sınırlar koyduğun doğruymuş. Ve ters uyandın her halde.” dedi gücenmiş bir sesle Ahmet. Zeynep hala uyku sersemi ve duyduğu sözlerle allak bullak olmuşken Ahmet’i incittiğini anlamıştı. “Lütfen gücenme bu gece benim için gerçekten olağan üstü. Şimdiye dek abimden başka kimse ile bu denli yakın olmadım ben. Can’la bile. Bu yüzden huzursuzluğumun nedeni sen değilsin ve seninle arama sınır koymuyorum. Ve aslında sınırsızlığım huzursuzluğumun nedeni! Ya sen, sen olmasaydın? Yani sorgusuz sualsiz peşine takılıp evine geldim. Banyonuzu kullandım annenin giysilerini giydim. Karşıma başkası da çıkabilirdi değil mi? Yaptığım aslında doğru bir şey değildi. Kapıyı bir şekilde açmam lazımdı.”
“Zeynep ne oldu Allah aşkına bunları rüyanda mı gördün yoksa? Bende önüme gelen her kızı alıp eve getiren biri değilim ki. Ama sen ilk andan beri başkasın ve o durumda nereye bırakabilirdim ki seni birlikte yaşadığımız şu özel durumu önceden kimse ile birlikte yaşamadığımız için neden suçluluk, huzursuzluk duyalım ki? En doğal en yapmacıksız halimizle birbirimize baktık, hitap ettik ve paylaştık. Bu mu seni huzursuz eden?”
“Evet, belki, kendimi çıplak gibi hissediyorum her şeyimi önüne sermişim gibi.” “Ama daha senin hakkında hiç bir şey bilmiyorum ki!” “Ama nasıl ağladığımı, ıslanınca neye benzediğimi banyodan çıkınca nasıl göründüğümü, sıkılınca ya da sevince ya da kendimi güvende algıladığımda nasıl yattığımı biliyorsun, uyurken battaniyeleri üzerimden nasıl düşürdüğümü de biliyorsun. Nasıl yemek yediğimi ve nasıl kustuğumu biliyorsun. Beni nasıl öpeceğini, nasıl sakinleştireceğini de… Ateşlendiğimde ateşimi nasıl düşüreceğini, terlediğimde nasıl üstümü değiştireceğini de biliyorsun. Uyandığımda saldırgan olabildiğim gibi neşeli olduğumu da biliyorsun, okuduğum kitapları ve yüreğimden geçenleri de biliyorsun hatta geçmişte bana söylenenleri bile telaffuz ediyorsun bilmeden!! Daha ne öğrenmek istiyor olabilirsin ki hakkımda. İçimi açtım, sen giysilerimi mi merak ediyorsun?”
Ahmet hayretle dinliyordu “Yaşadıkların giysilerin mi oluyor yani?” “Evet, kaderin biçtiği ve diktiği giysiler! Bize onları giymek kalıyor yakışması önemli değil. Ve ben yaşadıklarımı bir çırpıda anlatabilirim ama senin hakkımda bildiklerini normalde bilebilmek için bazen bir ömür geçirmek gerekebilir. Hatta bir ömre rağmen bunlardan çoğu bilinmeyebilir de. Şimdi kendimi karşında savunmasız ve çıplak olarak neden algıladığımı anlatabildim mi? Bir kaç karanlık saate sen bunların hepsini öğrendin.
“Yeminle şimdi serseme döndüm Zeynep. Hiç senin gibi bakmamıştım olaylara. Ama çok haklısın ve teşekkür ederim bana güvendiğin için doğrusu!” “Birde alçak gönüllüyüm ki sana teşekkür ediyorum canımdan yüreğimden. Çünkü sende sensin bunu anlayabiliyorum.” “Kendini müthiş ifade ediyorsun ama ben anlamakta zorlanıyorum. Ve çok şaşkınım. Ne zaman yaşınla arana bu kadar şeyi sığdırdın? Bu yalnız okumayla olabilecek bir şey değil ki.” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Pia
ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia’yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia’nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
Attilâ İLHAN
Günün Sözü
“Ne üstün zekâ, ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi.. İşte bu dehanın ta kendisidir.”
Wolfgang Amadeus Mozart