Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazı öğrenciler, ödevsiz bir tatilin tadını çıkarmaya başladılar bile. Havalar günlük güneşlik. Paten kayıyorlar, bisiklete biniyorlar, koşuyorlar, sahildeki spor aletlerinde zaman geçiriyorlar ve birikmiş enerjilerini böylece boşaltmaya çalışıyorlar. Çokta iyi yapıyorlar. Ancak tabi bu bizim sevgili İskenderun’umuzun hediyelerinden biri, ne de olsa her mevsimde güneş nazlanmadan gösterir güzel yüzünü.
Hava soğuk bile olsa insan psikolojik olarak kendini sımsıcak ısınmış algılar. Bazıları da TV karşısında tabletleri ile birlikte zaman geçirmek isterler… Valla onlara da dokunmamak gerekiyor, tatil onların ve onu istedikleri gibi geçirmek hakları. Bizim zamanınızda çok ödev olurdu ama biz ödevi tatile girdiğimiz günün gecesihallederdik. Diğer günler bizim olurdu. Sinemaya giderdik en çok, yakındı iki adımda sinemadayız. Ve kitaplarımız vardı ohhh oku oku bitmez ve ön bahçemizde oynardık, sokağın bütün çocukları ile. Hava soğuk olurdu olmasına ama biz üşümezdik! Sanki bizim hayatımızda değişen bir şey yok şimdilerde, yalnız okuduklarımızın içeriği değişti ve sokakta oyun oynamıyoruz. Berke ile uzun yürüyüşler yapıyoruz ne de olsa bizde tatildeyiz, sinemaya gidiyoruz ve bilgisayar oyunları oynuyoruz ancak kitaplarımız her zaman önümüzde ve elimizde.
Şimdilerde Mustafa Mutlu’nun “74 ferman” adlı kitabını okuyorum ki okurken sanki işkence çekiyorum. Mustafa Mutlu yazarken çok zorlandığını sürekli yazdıklarını silmek istediğini yazıyordu. Bende her okuduğum satırı anında unutmak isteyerekokuyorum. Ömrümde üç kitap okudum keşke hiç okumasaydım dediğim… Birisi “Soykırım” adlı kitaptı, diğeri “O Diye Biri” ve Şimdi “74 Ferman”. Üçü de insanı insanlığından utandıracak olayların yaşandığı gerçekleri anlatan romanlar. Sırça köşklerimizde sımsıcak köşemizde, tuzumuz kuru oturup okuduğumuz bu kitaplardan sonra kendimizden iğrendik, sanki olayların sorumlusu bizmişiz gibi.
Arkadaşlarım çok kızıyor “zaten bunca vahşeti göz göre göre yaşıyoruz, birde katmerlisini neden okuyup hayatı olduğundan daha zor yaşıyorsun” diyorlar. Hak veriyorum onlara ve hiç kusura bakmasın sevgili Mustafa Mutlu hiçbir kitabını yarım bırakmadım, severek okudum, özelikle “Rica Etsem Saçımı Okşar Mısın?” adlı kitabı ama bu kitap! Yüreğim dayanamıyor, belki bitireceğim ama sanırım çok uzun sürecek okumam, okuduğun bir satırın etkisini hafiflettikten sonra ancak diğerine geçerek. Yoksa kalbim kaldırmayacak! Keşke dünyada bütün bunlar yaşanmasaydı ama yaşa ve gör durumlarındayız.
Ve sevgili okuyucularım tatil hediyesi olarak öğrencilere verebileceğimiz en güzel armağan kitaptır unutmayalım. Ve tabi bendenizde bütün özel günlerimde armağan olarak kitap isterim. Yani buradan duyurulur. Ne de olsa ömür boyu öğrenciyim yani.
& & & & &
Ve soğanımızdaki çalışmalar dün geç saatlere dek sürdü. Şu an sokağın başına asfalt döküldü ve çalışmalar durdu. Hiçbir araç yok ortalıkta, sokağı düzelttiler ve öylece bırakmayacaklar umarım. Çünkü hala kırık dökük sokaklar ve ferlerin delikleri kapanmamış vaziyette… Atölyemi bu yüzden kullanmıyorum halbuki dün çok sevinmiştim artık sokağımız düzelecek diye. Bu sabah boşa sevinmiş gibi algılıyorum kendimi.
Ve şimdilik sağlıkla sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Beyaz At ve Hükümdar
Hükümdarın birinin beyaz bir atı varmış. Hükümdar, bu atını çok severmiş. Bir gün bütün maiyetinin (“kendi adamlarının”) hazır bulunduğu bir sırada: “Bu beyaz atımın ölüm haberini getirenin kafasını uçurabilirim. Çok dikkatli olun. Çünkü bu beyaz atı canım kadar seviyorum. Onun ölüm haberi bende kriz geçirtebilir” demiş.
Günün birinde, her şeyin eceli gibi beyaz atın da eceli gelir. Ve beyaz at ölür. Hükümdarın adamlarında bir telaştır kopar. Kimse cesaret edemez ki, beyaz atın ölümünü hükümdara haber versinler. Seyis başı, düşünür taşınır, olacak gibi değil. Ben gidip hükümdara haber vereceğim. Öyle olsa da, böyle olsa da bizim kafa gidecek, der. Ve Seyis başı, hükümdarın huzuruna çıkar: “Hükümdarım, der. Sizin beyaz at var ya!”
“Evet”der, Hükümdar. Seyis başı: “O, yatmış, ayaklarını dikmiş, gözlerini yummuş, karnı şişmiş, hiç nefes almıyor” der. Hükümdar: “Seyis başı, seyis başı! Desene, bizim beyaz at öldü!”
Seyis başı: “Aman hükümdarım! Ben demedim, siz dediniz hükümdarım, siz dediniz” der ve kafayı kurtarır.
Söyleme şeklimiz birçok şeyi değiştirir.
Günün Şiiri
Günün Tükendiği Saatlerde
Günün tükendiği bu saatlerde
Tüm doğa canla başla çalışıyor.
Gece vakti bu yıldızlardan inen
Ne acayip bir korkudur kim bilir?
Etkisinde kalmış nice gizemin,
Kaygılı, bir yandan tir tir titriyor,
Karanlıkta, bilinmeyen bir gücün
Gözlerini üstünde hissediyor.
Ne büyük dehşet kendini tanımak!
Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak,
Ebediyetin içinde devinen
Varlığın merhametine kalmak!
Bu nasıl kara, zor bir bulmaca
Amaçlar ve çözümler gizleniyor,
Birileri titrerken aşağıda,
Yukarda birileri düş görüyor.
Victor Hugo
Doğaya Bak
Doğaya bakarsam aşık olurum
Doğayı seversem maşuk olurum
Doğayı korursam ışık olurum
Aşık maşuk ışık doğa değil mi
Doğaya kulak as biraz sevgi ver
Aşkın çilesini çektiğimiz yer
Nefes aldığımız verdiğimiz yer
Bizim için nefes doğa değil mi
Doğaya zulmeden kendine eder
Yaşam kaynağını dibinden budar
Kendisi yok olup ortadan gider
Her zaman kalıcı doğa değil mi
Doğa verir sana ekmek aşını
Üstünde görürsün her bir işini
Zulmeden belaya sokar başını
Doğayla barışan güler değil mi
Doğa da kurala uyan kazanır
Çok mutlu yaşayıp ömrü uzanır
Herkes kendisini çok güçlü sanır
Doğa hepimizden güçlü değil mi
Yeri göğü insan kirletmiş neden
Ozon tabakası delinmiş birden
Buna sebep olmuş uzaya giden
Dünya da sıcaklık artar değil mi
Kuzey de sıcaktan buzul eridi
Eskiden doğal bir düzen varidi
Ozon tabakası delinmiş miydi
Fazla ışın kanser yapar değil mi
Herkes ne yaparsa kendine yapar
İnsanlar yolundan ne çabuk sapar
Şu kara toprak da çok insan yatar
Doğa çok güçlüdür doğru değil mi
Erol Duran
Günün Fıkrası
Ev Ödevi
Bir çocuk babasına sormuş: “-Baba! İnsanları yapmadığı bir şey için suçlamak doğru mu?”
Babası: “Elbette hayır!” demiş. Çocuk kararlı bir şekilde şunu demiş: “-İyi o zaman ben ödevimi yapmadım”
& & & & &
Garson bifteği güçlükle kesmeye çalışan müşteriye pişkin pişkin gülerek, sorar: “Nasıl buldunuz?”
Müşteri yarı kızgın, yarı alaylı: “-Bizim meslekte buna birinci kalite denir.”
“O halde siz kasap olmalısınız.”
“Hayır, kösele tüccarıyım.”
Günün Sözü
İş yaşamı her zaman tatlılaştırır. Ama herkes tatlı sevmeyebilir.
Victor HUGO
Kurduğumuz en büyük hapisane içimizdedir.
Çin Atasözü