Hangi Milli Bayramlar?!

0
127

Sanat Sayfası

Değerli okurlarım, milli bayramlarımızın isimlerini yazmaya gerek duymuyorum. Çok haklı nedenlerim var. Sizlerin de aynı duyguları yaşadığınızdan eminim. Yıllar önce, milli bayramlardaki etkinlikler bir hafta sürerdi. Türk halkı deşarj olur ülkelerinde yaşadığını anlarlardı.

Milli bayramlarımız şimdi kutlanıyor mu? Tabi ki kutlanıyor. Fakat yıllar öncesine uymuyor, çelişkili bir kutlama, aldatıcı, korkutucu, etkinliği olmayan sıradan kutlamalar.

Fakir fukara deyip de geçemeyiz. Onlar da insandır ve tüm insanlar gibi onuruyla, haysiyetiyle yaşamak en doğal haklarıdır. Ancak, bunlar sözle olmaz ve icraatla güncelleştirmek zarureti vardır. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı denilen kavramlar bulunmakta. Bunların ne olduğunu izah eden, neler olduğunu anlatan var mı? Bu pis politika, ocağımıza incir ağacı dikiyor, analar çocuklarına hüzünden yoksulluktan elbiseler dikiyor adeta.

Ülkede herkes kaderine rıza gösteriyor. Hani kutuplardaki penguenler gibi bir suskunluk içinde ve birbirimize benziyoruz. Ülkemiz resmen ikiye bölünmüştür Bu bölünmüşlük hiç kimseye fazla ilgilendirmiyor. En hazini olanı da bu olmalı diye düşünüyorum.

Dikkat ederseniz milli bayramlar hakkında söyleşmemiz gerekirken, bakın nerelere geldik. Birinin iki ayyaş dediği o muhteremler, bu milli bayramları Türk halkına hediye ettilerse, vardır bir nedeni.  Bu neden de bizleri düşünerekten başka bir şey değildir.

Ulusal maçlarda, yani 90 dakika içinde bile birlik olamıyoruz. Kimsenin aklından iyi şeyler geçmiyor. Şüphesiz bunun da bir siyasi ayağı vardır ya kimse bilmiyor ya da bilmek istemiyor.

Hâkimler, savcılar, valiler, kaymakamlar yani mülki amirler falan. Bunların açıklama bile yapması o kadar zor ki, anlatılması mümkün değil.

Ana Muhalefet Partisi Lideri şu ifadeyi kullanmıştır: “DELİKANLI BİR SAVCI ARIYORUM…” Ülkemizde binlerce savcı var ama delikanlı olup olmadıkları hakkında bir fikrim yok. Belki daha sonra delikanlılar çoğalır. Efendim, bütün milli bayramlarımızı kutlar, korkunun ecele faydası olmayacağını bütün kalbimle hatırlatırım.

Bunların gelmesine ben karar vermedim ama gidişleri muhteşem olacaktır. Şimdiden belirtmek isterim.

Mutlu olun, Mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Hem Hasret Hem de Yalnızlık

Değerli okurlarım, “Hasret ve Yalnızlık” dediğimiz bu iki önemli kavramı yaşayanlar var ya, daha doğrusu bunları alabildiğine yaşayanlar, okyanusun ortasında dalgalara kapılmış gemiler gibidir. Her an batmaya hazır, evleri yerle bir eden depremlere, bu afetlere her an göğüs geriyor demektir. Mevsimler gelir ve geçer. Ama felaketler iz bırakır, unutulmaz, ölüm gibidir ve belki de daha beteri…

En uzun mevsim olan baharı yaşadığımızda insanlar mutludur, sırtı birazcık ısınmıştır falan. Bunun sonu yaz deriz seviniriz. Kışın soğuğunda şey gibi titrerken, bahara az kaldı deyip kendimizi avuturuz. Yarınlar çok şeylere gebedir demeyi de ihmal etmeyiz.

Yarım asır önce birinin mutluluğunu tasvir etmek istiyorum… Bir sonbahar günü, çiseleyen yağmurun altında ve aheste-aheste O’nunla yürümek, ahmakıslatan da olsa, o yağmura meydan okumak. Yağmurun rahmet olduğunu unutup, O’nun renkli gözlerine, sarı saçlarına bakmak! O kişi sonbaharı çok seviyordur eminim.

Yarım asır önce yine bir sonbaharda O’nu toprağa vermiş. Sırtında pardösü ve kaşkol varken, O’nun üstünde sadece beyaz gelinlik gibi kefen. Eminim bu mevsimin ıslaklığını ve soğuğunu teninde hissediyordur O!

Bahar ya da sonbahar güzelde, hasret ve yalnızlıktan başka bir şey vermiyor o kişiye. Yanlış yapıyor denilemez. Bir şair konu ile ilgili şunları söylemiş…

Siz bu işin sonuna bakın / Yağmurlu günler yakın

Baharın şerrinden sakın / Susarım (!) aheste aheste…

Olanlar karşısında susmak zorunluluğu varsa, o cehennem ateşi gibi yakıcı acımasız duyguları yaşamamışsanız, üstelik çaresizseniz, acz içindeyseniz, derdinizi de kimselere de anlatamazsınız. Anlatmak da istemezsiniz. Bir muhteremin ruhu taciz olur diye.

Ayrıca, yukarıdaki de öyle olsun istemiş. Yazanın kalemi kırılsın diyeceğim ama günaha girmek de istemiyorum. Kader böyle imiş, eyvallah! Yine bir şair şöyle söylemiş…

Şu gökyüzünün keyfine bakın / Rahmet habercisidir kışın,

Yağmura karışmışsa gözyaşın / Çekerim, aheste-aheste…

Bu mısraların içeriğini hem yaşıyorsun ve hem de yazıyorsun. Şu insanlar çok ilginç mahlûklar. Nelere katlanmıyorlar ki? En zor koşullarda bile yaşama dört elle sarılıyorlar. Hasret ve yalnızlığı unutmaya çalışıyorlar. Hayret.

Çok yaşamak avantaj olarak kabul edilebilir belki. Çok mevsimler gelip geçti üzerimden ama son elli yılın baharı ve yağmuru beni ne ıslatabildi, ne de soğuğu üşüttü. Uzun yol dostu dediğiniz, can dostu dediğiniz O’ndan ayrı düşmüşseniz, yüreğinizin kanı durmuyorsa, hasret ve yalnızlık dengenizi bozuyorsa sonbahar ve akşamları dayanılmaz olur, kahrı çekilmez. Bu mevsimin akşamları çok şeyleri çağrıştırıyor. Feleğin acımasızlığı, dostların vefasızlığı, dertlerin insafsızlığı, gönül dostumun yokluğu! İşte sonbahar ve akşamları bana bunları çağrıştırıyor.

Bunun çözümü yok. Ya çekeceksin ya da çekeceksin!

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Bir Babanın Nasihati

Her gün oğluna muntazam harçlık veren bir baba, bir gün sorma gereği duyuyor. “-Oğlum verdiğim harçlıkları ne yapıyorsun?” “-Her gün nohut yemekten usandım. Dürüm alıyorum değişiklik oluyor. İyi değil mi?” “-Oğlum iyi de, o nohutları gönderenden ayıp olmaz mı? Bize değer verdiğinden gönderiyor.” “-Artan paranla ne yapıyorsun?” “-Onunla da bira içiyorum!” “-Aman oğlum bazı şeyler suç değildir ama bira içersen ahlaksız olursun. Aynı zamanda o ayakkabı kutularını hemen at. Paran olursa bankaya yatırırsın. Hiç ayakkabı kutusuna para konur mu?..” İşte bir babanın aklına böyle şeyler gelmiş ama benim aklıma hiç böyle şeyler gelmez. Hayret doğrusu.

Günün Sözü

Milli Bayramlar Tarihin Aynasıdır!

Öcal’dan İnciler

Milli Bayramlara Önem Vermeliyiz!

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here