Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Bu sabah yine düşünüyorum. Bazı ortaya çıkmayan, anlatılmayan, anlatılmayınca unutulduğu sanılan, yaşanmadığı kabul edilen yaşanmışlıklar var ki, hiç ummadığınız bir anda birde bakmışsınız ki beyniniz onları kusuyor! Arka arkaya, birbirine dolana, dolana. Çoğunlukla yorgun bir günün ardından yatılan uykunun, sabaha karşı ilk saatlerinde olur bu kusma. Bazen bilgisayarımızın belleğini temizleriz, temizlerken bizden habersiz neler biriktirdiğini görünce de baya bir şaşarız. Biriktirdikleri bizim kaydetmediğimiz şeyler ve çöp kutusuna yolladığımız fazlalıklar. Biz onların silindiğini sanırız ancak onlar bellekte toplanmıştır. Silici bile onların hepsini birden silemiyor. Ve bizim belleğimizde böyle yapıyor. Silindiğini sandığımız anılar ve kaydedildiğinden haberimizin olmadığı bir sürü saçma sapan ruh sıkan olayları.
Ve bu kaydedilmediğini ya da çöp kutusuna attığımız sandığımız olaylar, anılar gecenin sabaha karşı olan saatlerinde ortaya dökülüyor bu günlerde. Neden, niçin bilemiyorum yada bildiğimi sanıyorum? Şöyle ki, farkına varamadığımız yorgunluklarımız bazen sabaha karşı normalde düşmesi gereken ateşi, su kaybından dolayı yükseltebiliyor. (su kaybının, vücudun yeterli suya sahip olmadığı ve yetersiz olan suyu da ter ve idrarla dışarı attığı zamanlar da oluştuğunu sanıyorum.) Ve biz bazen özelikle sokakta olduğumuz zamanlarda ve soğukta su içmeyi unutan insanlarız. Ya da, yalnızca bağışıklık sistemimizin yine yorgunluk nedeni ile zayıflamış olması da neden olabilir bu duruma!
Ancak ne olursa olsun olduğumuzu sandığımız boyuttan başka bir boyuta geçmek üstelik geçtiğimiz boyutun zamanı yok, mekanı yok, her anı ve olay birbirine dolanmış olarak yaşanıyor. Bu olaylar ve anılar çoğunlukla anımsamak istemediğiniz şeyler olunca yorgunluğunuz katlanıyor iki arada bir derede gidip geliyorsunuz. Bu yolculuktan hoşlanmadığınızı, yorulduğunuzu, üzüldüğünüzü biliyorsunuz. Ondan kurtulmaya çalışıyorsunuz, dış sesleri algılayabiliyor kalkmanız gerektiğini de biliyorsunuz ancak rüyada ya da başka bir yerde olduğunuzu da bilmiyorsunuz. Kısaca darmadağınık korkunç bir şey demeyim de rahatsızlık veren bir şey. Ve her defasında sersem gibi kalkmayı becerebilmekte hoş olmalı. Sanki uzak bir yerden gelmiş gibi dalgın yorgun ve dalgın olmanıza rağmen çok geçmeden kendinize geliyorsunuz. Çok şükür…
Yaşadığınız şeyler kesinlikle halüsinasyon gibi şeyler değil biliyorum… Çünkü Temel olarak halüsinasyonlar, çoğunlukla aslında var olmayan küçük ve hareket halindeki nesnelerin görünmesi durumudur. Ve bir ruh hastalığının habercisidir. Oysa bizim yaşadıklarımız unutmak istediklerimizin ve aklımızda olmasını istemediğimiz ancak bir şekilde belleğimizin yüklendiği olayları bir nedene dayalı olarak rüyamızda yaşamamız diye değerlendiriyorum. Nasıl ki hiç bilmediğimiz önemsemediğimiz bir şarkıyla uyanırız bazen. Öyle bir şey bu da… Örneğin kaç gündür ömrümde söylemediğim hatta dinlemediğim bir arabesk şarkıyla uyanıyorum… Kardeşim hayırdır diyor nerden çıktı bu? “demek bellek hafızlamış” diyorum “ve ruh halim dilime döküyor?” Kendim inanıyorum ve inandırıyorum başka açıklaması var mı bilmiyorum. Ama soracağım.
Bazı yine çok yorgun olduğunuz zamanlar sabaha karşı değil de, başımız yastığa düşer düşmez başlarsınız yaşadığınız günü yeniden yaşamaya. Bütün girinti çıkıntıları ile. Çok komik ya… Gün geceye taşınmış oluyor böylece. Uyanıp banyoya gitseniz bile değişen bir şey olmuyor, kesintisiz yaşamaya devam ediyorsunuz yaşadıklarınızı, bu kez gecenin koynunda.
Bazı arkadaşlarım bu olayları bazen çok sık yaşadıklarından, gündüz bir şeye konsantre olamadıklarından yakınıyorlar. Bende yorgun olduğum ve olayların etkisinde olduğumu sandığım zamanların gecesinde bazen yaşıyorum bu yaşananları. Ve nedenlerini bildiğim için çok önemsemiyorum ya da önemsemem gerek mi onu da sormam gerekiyor sanıyorum. Ve kendimce bulduğum nedenleri ortadan kaldırmaya çalışıyorum.
Eminim herkesin bir nedeni vardır kendi bildiği ve bu durum geçidir. Her şey gibi… Bu sabah başım ağrıyor, boğazımda akıntı var. Belli ki grip olmak üzereyim bağışıklık sistemim zayıflamak üzere. Hemen önlemimi almam gerekir, doğru beslenme, doğru su tüketme ve dışarıdan destek alarak. Ve biz insanlar çok kompleks yapı taşıyoruz girinti çıkıntılarımız, uçurumlarımız, dağlarımız çok. Bazen tsunami geçirir ruhumuz, sonradan huzuru bulur bazen yanardağı gibi patlar biriktirdiklerimiz. Sonunda asıl olan ayakta kalmaktır. Hata yapabilmektir bu çok zor değil insan nelere dayanabilir, aslında kendi de bundan habersizdir. Ama dayanamam dediği her şeye dayanmıştır bu mükemmel yaratılmış ama kendinin ayrımında olmayan zavallı yaratık.
Şimdi tsunami değil tarumar değil içim dışım, ama bir yanardağı patlıyor gecelerdir koynunda. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Yase
& & & & &
Üçlü Filtre Testi!!
Eski Yunan’da, Sokrat bilgiyi saklaması sebebiyle saygıdeğer bir ün yapmıştı… Bir gün bir tanıdık büyük filozofa rastladı ve dedi ki, “’Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?’’
Bir dakika bekle diye cevap verdi Sokrat… “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum… Buna üçlü filtre testi deniyor.” “Üçlü filtre???” “Doğru” diye devam etti Sokrat… “Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir. Buna 3 filtre testi dememin sebebi; Birinci filtre “Gerçek Filtresi” Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin???”
“Hayır” dedi adam. “Aslında bunu sadece duydum ve…”
“Tamam” dedi Sokrat. “Öyleyse sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci filtreyi deneyelim. “İyilik Filtresini” Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi???”
“Hayır tam tersi..”
“Öyleyse” diye devam etti Sokrat. “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yinede testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. “İşe Yararlılık Filtresi” Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı???”
“Hayır, gerçekten değil.”
“İyi” diye tamamladı Sokrat. “Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve yararlı, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”
Günün Şiiri
ALACAKARANLIĞIN SESLERİ
Sana sessizliği ben buldum diyorum yeniden
o usul ikindide, adın yakılınca
kömürleşince
büyük altın alevinde on dokuz yılının.
Sevgim alacakaranlığın bağlarını çözdü
yalnız senin fısıltına vermek için kendini,
beyaz odun alevinin o cam fısıltısına.
Anıların bir iğne batışıdır dudaklarıma,
hayatının masallarını kurdum bugün
bir elmanın ince kabuğunda.
Bu ara hep tedirginim,
bir pencerenin açılışını bekliyorum şimdi
arkandan gideyim
ya da parçalanayım diye üzgün kaldırımlarda.
Ama öylesine bir ses gelir ki dağlardan
acıdır uyumak, anmak ölümdür seni.
Ürkerek çekilir sessizlik,
yıldızsız gökyüzünden çekilir,
ağızlarımızın acelesinden,
solgun kamelyalardan, karanfillerden.
Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi;
düşün: alacakaranlık bizi anlıyor,
sarı fısıltısından gözlerinin
biliyor nasıl hoşlandığımı,
kollarının beyaz suyundan.
Açmamış çiçeklere söyleyelim şarkımızı,
ayı gözetlemeyen çocuklara.
Birbirimize bakmadan söyleyelim.
Yalancıdır onlar, şu kuşlar, saçaklar.
Birbirimizi sevmiyoruz artık, sevmemiştik de.
Tutkuyla geldik, tutkuyla gidiyoruz.
Alacakaranlığın sesindeyiz artık,
çılgınlığın yüreğinde.
Gel, rüzgâra anlatalım öpüşlerimizi,
şarkımızın acı yüklerine.
Aşk ne ateştir, ne de mermer.
Aşk bana duyduğun acımadır senin,
benim sana.
Efrain HUERTA
Günün Fıkrası
Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yaşayış ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem” der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: “Ben çekilirim.”
Günün Sözü
Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.
Selvi’yi hür bir halde yücelten kederi de sevinç haline sokabilir.
Mevlana