Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Ekim ayı benim için özel bir ay hem bir sonbahar ayı olması hem de Cumhuriyetin kurulduğu ay olması nedeni ile. Ve benimde Cumhuriyet bayramında doğmuş olmamla ilgili tabi. Ve şu anda bando çalışmaları var. Bayrama hazırlık olarak sokağımızdaki ilköğretim okulunda… Bando müziğini her zaman sevmişimdir şimdi bu çalışmalar ve oturduğum yere kadar gelen sesler içimi kıpır, kıpır yapıyor. Bu kırptılar okuduğum yeni haberlerle yerini meraka bırakıyor bu nasıl bir şey diye… Belki ben futboldan futbolculardan bir şey anlamıyorum. Milli maçları izlediğim ve de özde Fenerbahçeli olduğum halde. Fenerbahçe’den ayrılan Alex’in yazılı ve görsel basındaki günlerce haftalarca süren haberleri neden bu kadar fazla diye düşünmeden edemiyorum.
Ve edindiğim kanı birçok kişi için sporun hemen her şeyden önemli olduğu babında. Sokağa çıkın sorun İskenderun’un büyük şehir kapsamında olduğunu yakında Antakya’nın büyük şehir İskenderun’da büyük ilçe olarak ömrünü geçireceğini ve bu uygulama ile İskenderun gelirinin ve mahallelerinin hatta yeni yapılan birçok sosyal kompleksin Antakya’ya geçeceğinden haberleri olup olmadığını, eminim çok bilgim yok diyeceklerdir. Çünkü benim bu soruyu yönelttiğim çok kişi bu yanıtı verdi ama Alex’i sorunca akan sular durdu. Herkesin bir fikri var bu konuda hatta çocukların bile. Benim bile ama yeni oluştu bu fikir. Yani, artık sağır, kör ve dilsiz olsam bile bu kadar yayından sonra bir bilgi sahibi olurum zahar. Tabi bu bir eleştiri değil bir tespit ve toplumun bir şekilde herhangi bir konuda bu kadar odaklaşması beni sevindiriyor. Düşünce bazı evlerde yaşanan büyük sorunları, en büyük sorun tarafların ortak bir payda bulamamaları konuşacak anlaşacak. Asgari de buluşamayan bu fertlerin yaşadığı sorunlar bitmek bilmiyor çünkü. Örneğin dün bütün geceyi karşı apartmanda oturan yeni evli çiftin kavga sesleri ile geçirmek zorunda kaldım bütün pencere ve kapıları sıkı sıkıya kapadığım halde oysa Alex gibi ortak bir noktada anlaşabilselerdi belki bu kadar kavga etmezleri ya da anlaştıkları için mi bunca kavgaya rağmen ayrılmamaları?
UYSAL BİR UŞAK GİBİ
Neyse Alex’i, savaş haberlerini, bölgemizdeki hareketliliği, inen çıkan helikopterleri ve İskenderun’un sorunlarını bir tarafa bırakmadan. Dönelim renklerin büyüsüne.
Her mevsimin kendine göre büyüleyen renkleri var. Bakmasını bilene o renklerin içine dalınca çıkmak istemediğiniz orada eriyip gitmek istediğiniz renkler. Her resim yapmaya oturduğumda unutma kızım en büyük ressam o kadar güzel boyamış ki dünyayı sen ancak onun aptal bir kopyasını çizebilirsin derim kendime ve çizebildiğim içinde şükrederim.
Sonbahar geldi yaşamdan çalınan dört ay hatta daha çok süren yaz mevsiminin ardından. Sonbaharın renkleri bence renklerim en, en, eni… Ve hüznü de en eni… Ve sizi bekler, gün batımı sahilde. Yeni yapılan yürüyüş yolunda. Ama siz çoğunlukla ona yüz vermezsiniz… Çünkü onu gölgede bırakan nefis bir tablonun içinde doğru yürüyorsunuzdur. Gökyüzü, içinde gezilecek geniş bir çam ormanı olmuş. Sizi içine çağırıyor. Oraya doğru ilerlersiniz. Salkım söğüt ormanı, mor kırmızı dağları ve dağlar üzerinde dolaşan beyaz, gri, siyah, lacivert bulutları, güneşin ışıkların ipileştiği uzun durgun nehirleri ile sizi içine çeker. Orada bulut kümelerinin meydan getirdiği geniş sedir ağacına kurulmuş salıncakta iki kıvırcık saçlı kız çocuğu sallanıyor, görüsünüz. Onlara dokunmak için hızlanır adımlarınız. Ve manzara her adımda hızla değişir yakalayamazsınız. Ne çocukları ne renkleri, zavallı hafızanız gereğinden çok çalışır algılamak ve hapsetmek için gördüklerini. Ve siz ilerlerken hüzün peşinizden ayrılmaz, ayaklarınıza dolanır falan bilir ki dönüş yolunda ona sarılacaksınız sıcacık bir battaniye gibi.
Ve geziniz devam ederken, çekilmeye başlar önce gökyüzündeki yer ayaklarınızın altından betona basıyorsunuzdur artık yumuşak bir şeye değil. Sonra ağaçlar birer, birer karanlığa karışır. Ardından akarsular ve bulutlar ve etraf birden kararır. Düşmüş gibi olursunuz o zaman cennetten dünyaya. Yeryüzü sert, ağaçlar kavruk. Deniz karanlık. Ani bir soğukluk kaplar sırtınızı. Ve derin bir yalnızlık. Acaba Adem’le Havva Cennetten yer yüzüne inince ne hissetmişlerdi. Böyle bir şey mi? Hüzün onları bekliyor muydu uysal bir uşak gibi kıraç toprakta?
& & & & &
LİMON AĞACI
Ve sevgili okuyucularım artık benimde bir limon ağacım var. Arkadaşımla ziraat bahçesinden fide aldık. Ziraat bahçesi harika bir yermiş ilk olarak gidiyorum. Aranızda görmeyen gitmeyen varsa gitsin tavsiye ederim meyveler çok ucuz fideler ve toprakta. Ailenizle gidin çay bahçesi var çay kahve bazlama falan ne isterseniz var yarı fiyatına. Ve bahçede gezebilirsiniz ağaçlar arasında ve alışveriş yapabilirsiniz.
Biz limon ağacı istiyoruz ve ne yazık ki gece alacağımız tuttu aklımıza düşer düşmez fikir. Ve biz limon ağacı deyince satıcı “yedi veren mi?” dedi. Efendim dedim ve ardından neşeyle gülmeye başladım, yedi veren bir ağacım olacak ha. Oysa yalnızca bir ağaç istemiştim bir ağaç… Birde yedimi verecek, bayıldım bu fikre. Ve ağacı karanlık ormandan çıkarıp geldi satıcı. Onu boynundan tutarak… Elektrik yokmuş kesilmiş yoksa her tarafı ışıklandırmışlar. Elimize verdi çocuk gibi büyük bir minnet ve sevinçle (sevinci anladım minnet nerden geldi anlayamadım?) aldık toprakla birlikte. Nasıl bir güzellik nasıl bir doyum anlatamam. Yukarda taraça da, her tarafı toprağa bulayarak ter içinde saksıya diktik suyunu verdik. Ve aramıza “hoş geldim genç” dedik. O artık ailemizin bir üyesi yeşil dik yapraklı nefis kokulu.
Yıllarca bir kuş ya da bir akvaryum almam için insanlar başımın etini yedi hiç o işlerle işim olmaz diye reddettim ama bu ağaç fikri veren o gidince ardından karalar bağlayacağımı bilen abimden çocukluğumuzda beraber büyüttüğümüz limon ağacını anımsamış olmalı. Sana arkadaş olur dedi fikrin üzerine atladım. Mandalina ve nar da isterim dedim. Tamam dedi sevinerek. Yakında onlarda gelecek. İşte benim istediğim buymuş aslında. Kim bilir belki böylece taraçayı bir bahçeye çevirip kendi bahçemi oluşturacağım? Şimdilik ilgim bu yönde inşallah değişmem. Ve size de öneriyorum çiçek yetiştirmekten biraz daha güzel bir şey bu sanki? Kendinize alın çocuklarınıza alın ve ağacı sevdirin eminim onları çok sevindireceksiniz.
Bizim çocukluğumuzu ağaçlalar ve renkler arasında geçirdik bu yüzden çevre bilinci ve ağaç sevgisi genlerimize işledi. Değişen yaşam koşulları ağaçları ve renklerini aldı yaşamımızdan ancak biz onları yeniden tek, tek yerine koyabiliriz diye düşünüyorum. Ağaç seven insan sever, insan seven hayvan sever hayvan seven doğayı sever doğayı seven doğayı yaradanı sever. Ve bu zincir uzar gider. Minnacık bir limon ağacı ile başlayıp. Yalnızca azıcık su ve sevgi ister onları unutmayın. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
Ağaç Diyor ki
Ağaç Diyor ki
Ben küçücük bir ağacım,
Yurdumun bir bahçesinde,
Topraklar tüterken görün,
Dallar da çiçeklensin de.
Her şeyimle yararlıyım,
İnsanoğluna dünyada,
Çiçeğim, yaprağım, gölgem
İri dallı zerdalimle.
Kuşlar mutlu şarkısını
Hep dalımda söylerler,
Şen arılar vızır vızır,
Kokuma koşup gelirler.
Sakın sakın dalımızı,
Çocuklar çekip kırmayın.
Çakınızla gövdemizde
Derin yaralar açmayın.
Halim YAĞCIOĞLU
Ceviz Ağacı
Başım köpük, köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak ,budak, serham ,serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında…
Nazım Hikmet
Günün Fıkrası
Temel, oğlu Hasan’ı ödüllendirmek için para vermiş ve sinemaya göndermiş. Hasan gişeden biletini almış ve salona girmiş ancak biraz sonra ağlayarak dışarı çıkmış Gişedeki kız Hasan’ın yanına gidip ne olduğunu sorunca Hasan da: “-Kapıtaki amica piletumi yirttu…”
Günün Sözü
Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür.
Goethe