‘Günaydın Nasılsınız, Teşekkür Ederim’

0
39

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünüyorum yine (bol, bol zamanım var çünkü) düşünmeyi seviyorum ama konuşmayı da seviyorum; hatta özlüyorum öyle derin dolu, dolu bir muhabbeti. Bu günler benim için  nerdeyse yalnızca susma günleri olmaya başladı, kardeşim ve çocuklar gittiğinden beri. Ağzımdan kısa sözcükler çıkıyor yalnızca. Günaydın gibi, nasılsınız gibi, teşekkür ederim gibi? Havuzda, çarşıda, pazarda her yerde yalnızca bu sözcükler yetiyor artıyor bile. İşte biz insanlar böyleyiz. İstersek hiç konuşmadan da anlaşabiliriz, yaşayabiliriz ama olmaz. İlla ipe sapa gelmez şeyleri bir çırpıda konuşacağız. Hatta o kadar rahatız ki bu konuda  ağzımıza hiç ama hiç almamamız  gereken kötü sözleri de bir çırpıda  sıralayabiliriz. “Nasıl bir düşüncesizliktir bu bir türlü anlayamıyorum”

Düşünüyorum eğer doğru konuşmayı biliyor olsaydık belki başımıza gelen şeylerin onda biri bile gelmezdi başımıza. Örneğin  ben deniz gibi yalnızca iki sözcüğe mecbur kalmazdık. Örneğin daha sonra pişman olup özür dilemek zorunda kalmazdık, örneğin asla bir daha geri almayacağımız sözler yüzünden karşımızdakinin yüreğini parçalamazdık, ömür boyu sürecek kırgınlıklar ve araya dağları sokmazdık. Hatta bazımız cinayet işlemezdi belki boşanmazdı.

Ve belki hiç yalan söylemek zorunda kalmazdı ve bu örnekler daha uzar gider.

Ben deniz iki üç sözcüğe mahkum kaldım çünkü sorgulanmaktan,  hayatımın inciğinin  cıncığın sorulmasından hiç hoşlanmıyorum.  Özelikle deniz kenarında, havuzda ve durakta…

Kaç gündür havuzda bir rahatsızlık söz konusu. Birileri saçma sapan nedenlerden saçma sözlerle  birbirlerini iyice incitti araya girenler ve taraf olanlarda saçmalığı sürdürünce ve olayı sakinleştireceklerine işi tamamen çığırından çıkardılar. Hatta nerdeyse havuzu kapatacak duruma getirdiler. Site yöneticisini baya bir zor duruma düşürdüler.

Bu sabah öğrendim ki neden siyah bikinili tombul kızın zayıf ama şortla havuza girmek isteyen kendi yaşıtındaki kıza laf atması ile başlamış. Tombul ötesi siyah minik bikinili yeşil gözlü asabi kız, şortlu kıza “görüntünden rahatsız oluyorum” demiş olay büyümüş. Diğer kız “bende löpür, löpür  kilolarından rahatsız oluyorum” demiş ve başlamış kilo üzerine dünyanın en saçma  sapan konuşması tartışması ve hatta kavgası… Ben hiç farkında değilken. Daha sonra kavga devam etmiş. Erkekler girmiş araya ve yazmaktan utanıyorum. Birileri havuza pislik atmış havuz boşaltılmış yeniden dezenfekte olmuş yeniden doldurulmuş. Bu kadar ileri gitmişler yani. Havuza girmediğim iki günde olanlar bunlarmış. Nerdeyse savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarmış o kadar yani. Ve neden nedir? Saçma sapan bir söz ve tahammülsüzlük birbirine…

Hepimizin birbirine hoş gelemeyen tarafları vardır kuşkusuz. Ancak onları bu yüzden taciz etmek, sıkıştırmak, hakaret etmek çok ama  çok  zararlı bir şey ben denizin de şaşırdığı şey… Birisi sakin olun dememiş  taraf olmakla yetinmişler… Bu sabah havuzda hiç kimse yoktu sevindim. Ama çıkmak üzereyken zayıf şortlu kız geldi. Tombul kız hiç görünmedi. Dün akşamüzeri ise iki taraf, ayrı, ayrı yerlerde yüzmüşler anlatılanlara göre. İşte saçma sapan bir iki laf yüzünden sen ben olduk ve ikiye ayrıldık bu kadar kolay mı olmalı insanların birbirinden sözcükler sayesinde ayrılmaları? Zaten çokta normal olmayan bir zamanda yaşıyoruz en azından bu hanımların hadi kilolar hassas konu, belki hiç dokunmamak gerekirdi ama diğeri de o şık şorta laf atmamalıydı yani etki tepki oldu ve kırılan taraf diğer taraftan intikamını almak istedi acımasızca. İkisi de Mevlana’dan habersizdi ve bütün olaya şahit olanlar ve yakınlar “kırıldıysan kırdığın içindir” sözünden bi haberdi ki kimse eşine, kızına, kardeşine, arkadaşına bunu söylemedi. Ve arayı bulmadı aksine gruplara ayrıldılar. Havuz içinde bile!!

Bu minnacık bir örnek ama çok büyük anlam taşıyor kardeşliğe, birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan bu günlerde. Bu yüzden diyorum kıracağınıza hiç konuşmayın olsun bitsin. Ancak tabi herkes ben deniz gibi suskunluğa  en az açlık kadar tahammül edemez ki. Ama en azından, bir soluk alıp, ondan sonra sözünü tartarak konuşmaya çalışabilir değil mi ama. İnsanlar?

Ne demiş Hz. İsa; “Ağzına giren değil ağzından çıkandır önemli olan.”

Kendi hesabıma bu yüzden günaydın ve nasılsınız ve teşekkür ederim üçlemesi ile yetiniyorum artık, kimseyi kırmak, incitmek istemiyorum çünkü kendimi seviyorum ve asıl incinen ben olmak istemiyorum.

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım, her zaman diyerek yazımı noktalıyorum… Yase

Günün Şiiri

Fırtınadan Sonra

Hava, gelip geçen fırtınayla dolu.

Canlandı her şey, ve bir cennet ferahlığında solmakta

Leylak, bir tazelik akımını çekmede içine

Her yana dağılmış mor salkımlarıyla

Hava değişimi diriltti her şeyi,

Doldurmada çatı oluklarını yağmur;

Fakat gitgide aydınlığa doğru değişmede gök

Kara bulutların ötesi masmavi

Sanatçının eli daha bir güvenle

Arındırmada her şeyi tozundan, kirinden;

Yaşam, gerçeklik ve olup bitenler

Yepyeni çıkmada onun atölyesinden

Yaşanmış yarım yüzyılın anıları

Gelip geçen fırtınayla tersine dönmede şimdi,

Yüzyılımız çıktı vesayetinden onun

Geleceğe yol açmanın zamanı geldi

Yeni yaşamın yolunu arındıracak olan

Artık sarsıntılar ve dönüşümler değildir;

Bir şeylerle alevlenmiş ruhun

İçtenliği, fırtınaları ve cömertliğidir…

Boris PASTERNAK / Çeviren: Ataol BEHRAMOĞLU

Ağustos

Tam söz verdiği üzere

İlk sabah güneşi perdeler arasından içeri girdi

Ve safran renginde, meyilli bir çizgi

Sedire ulaşıverdi.

Güneşin sıcak cilası

Kapladı yakın ormanı, köy evlerini

Yatağımı, ıslak yastığımı

Ve kitaplarımın arkasındaki duvarı.

Yastığımın niçin ıslak olduğunu hatırlarım

Geleceğinizi görmüştüm düşümde

Birbiri ardısıra, ormanın içinden

Beni uğurlamaya.

Dağınık bir kalabalığın içinden yürüyordunuz

Sonra biriniz hatırlamıştı

Eski takvime göre

Bugün Ağustos’un altısı, Tecelli Yortusu’ydu.

Her zaman böyle bir gün Tabor dağından

Alevsiz bir ışık gelir

Ve sonbahar, bir levha gibi temiz

Tüm bakışlar ona yönelir.

Yürümüştünüz, küçük, dilenci çıplaklığında

Titreyen kızılağaç korusu içinden

Mezarlığın zencefil kızılı çalılığına

Ballı bir petek gibi parlayıp birden.

Gökyüzü ulu komşusuydu

Susmuş ağaç doruklarının

Ve uzaklık çağırıyordu uzaklıkları

Çoktan uyuklamış ötüşlerinde horozların.

Ağaçların arasında, kilise avlusunda

Mezbaha memuru gibi durmuştu ölüm

Ve bakmıştı solgun donuk yüzüme

Ölçmek için mezarım, büyüklüğüm.

Hepiniz işitebiliyordunuz net

Yakınınızdaki bitkin sesi

Benim yiten sesimdi o, peygamberane

Yok olmanın henüz el değmediği.

“Elveda gök mavisi ve altını

Tecelli Yortusu’nun

Bir kadının son okşayışlarıyla yumuşak

Ölüm saatimin acılığı.

Elveda süresiz yıllar

Ve alçalış uçurumlarına

Meydan okuyan kadın

Ben alanıydım savaşınızın.

Elveda gerilmiş kanatların köprüsü

Özgür inatçılığı uçuşun

Şekli dilde açıklanan dünya

Yaratıcılık, mucizelerin çalışma gücü.”

Boris PASTERNAK / Çeviren: Osman TÜRKAY

Günün Fıkrası

Temel boğazda tekneyle turist gezdiriyor. Bir gün bir Amerikalıyı alıyor başlıyorlar gezmeye… Amerikalı bir saray görüyor. “Bu ne kadar zamanda yapılmış” diyor. Temel:   5 yılda” diye cevap veriyor… Amerikalı: “Yazık bizde olsa 1 yılda yapılırdı.” Biraz sonra bir cami görüyor; “Bu ne kadar zamanda yapılmış” diye soruyor… Temel: “2 yıl” diye cevap veriyor. Amerikalı: “Yazık be bizde olsa 3 ayda biterdi” diyor. Temel uyuz oluyor duruma… Biraz sonra bir tarihi yapı daha görüyorlar.. Gene soruyor Amerikalı… Temel: “2 ay” diyor. Amerikalı yine: “Yazık be bizde olsa 1 haftada biterdi” diyor. Temel iyice kıllanıyor. Tam o sırada Boğaz Köprüsü’nün altına geliyorlar… Amerikalı yukarıyı göstererek: “Bu köprü ne kadar zamanda yapıldı” diyor. Temel şaşkın-şaşkın bakışlarla kafayı kaldırıp: “-Hangisi? Bu mu? Bu dün burada yoktu daa…”

Günün Sözü

İnsanlar arzularına son olmadığı için, bu arzuları tatmin edecek vasıtalara da son olmamasını isterler.
ARISTOTELES

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here