Gülmek Güzel…

0
67

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bilgisayarım önümde, parmaklarım klavyenin harflerine basmaya hazır ama bendenizin, aklı fikri firarda aynen o şarkıda söylendiği gibi. Berke bakıyor, anlıyor  yazacak modda olmadığımı “Gül yazayım mı yerine?” diyor. Ve aniden aklıma sevgili Ayla Kutlu’nun “Zamanda Eskir” adlı kitabı geliyor. Ayla Kutlu da yazmaya, İskenderun’un ilk gazetesi olan İskenderun Gazetesinde yazan babasının köşesinde bazen babasının yerine  yazarak başlamış. Kitapta bunu çok güzel anlatmıştı. Karşılıklı konuşma olanağı bulduğumuzda da (Ferda Kitapevinde söyleşi) köşe yazılarının zorluğundan söz etmiştik. Özelikle günlük olanlarından…

Ve bu sabah Berke “Gül yerine yazayım mı?” dediğinde  birden  şimdi  sevgili  Ayla  Kutlu büyüğümün  o zamanki yaşında olan  Berke’ye yeni görmüş gibi baktım. Berke devam ediyor; “Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ve hoşça kalın sevgili okuyucularım kendinize iyi bakın” Yase diye yazarım olur biter diyor.

Aklım fikrim uzakta olmasına rağmen katılarak gülüyorum. Bu çocuk bir başka valla ya, espri yeteneği çok gelişmiş onun sayesinde ne kadar sıkıntılı olursak olalım günümüz  gülümsemeden hatta kahkaha atmadan geçmez. Gülümsemek güzel, gülmek daha güzel, kahkaha atmak daha da güzel… Bunları ilham eden ise hepsinden güzel… Milyon öpücük Berke’ye bütün bunlar için. Artık boyu 1.80 olduğu için kucaklayıp mıncık, mıncık öpemiyorum ama yinede milyon öpücüğü yollayabiliyorum. Ve eğilince bunları taksit, taksit   ödeyebiliyorum. Oh canıma değsin.

Ve aklım yerine dönmedi hala uykulu muyum bilmiyorum ama aklım ama  ruhum beni terk etmiş (O Kızılderili sözündeki gibi) ne zaman dönecek bilmiyorum ve 2006’dan bir nostalji yazısı ile hoşça kalalım sevgiyle sağlıkla hep birlikte diyorum sevgili okuyucularım.

& & & & &

Neler Değişmedi ki Dünya Dönerken

Neler değişmedi ki dünya dönerken kendi ekseni etrafında, dönebilene ne mutlu. GEOTHE

Bu sabah nedense Geothe’nin bu sözü takıldı aklıma. Bunu tartışabileceğim birileri olsun isterdim yanımda. Fakat ne yazık, yalnızca kendi yorumlarım olacak bu durumda. (bu arada bilgisayara bir şeyler oluyor, ya  da elekliklere, valla bu günlerde sabrım taşıyor hemen)

Değişiyoruz, değişiyoruz da gerçekten değişiyor mu dünya? Dünya, mevsimler değişmiyor her şey zamanında geliyor ve işlevini sürdürüp gidiyor. Fakat değişen, insanlar oluyor her halde oysa  benim anlayışıma göre pek değişmiyorlar. Hep aynı yerde kısır bir döngüde imiş gibi dönüp duruyorlar.

Şöyle bir çevreme baktığımda belgeseller izlediğimde ya da geçmişe ait bir eser okuduğumda değişen bir şeye rastlamıyorum yüz yıllar önce yaşananlar aynen yaşanıyor. İnançlar bütün din savaşlarına ve misyonerlere rağmen yine  yüzyıllar önceki inançlar ve tapınakları bazı yerlerde daha sürüyor ve sanırım sonsuza dek sürecek. Kanal iki de Tahiti adalarını izliyordum bu sabah ve Geothe’nin bu sözü takıldı usuma. Bora Bora adasını, geniş bir alan dikili taşlar, yüz yıllar öncesinden, Ortadaki dikili taşa ancak aileden olanların çıkıp oturması caiz imiş. Dünyanın her tarafından yılın belli aylarında buraları ziyaret edip tapınaklara  adak sunmağa gelirmiş insanlar hala. Eskiden adak olarak insanlar adanırmış ağaçlara asılarak hem savaş öncesi hem savaş sonrası tanrılara  armağan olarak.

Belki insanlar değişti devrimler yapıldı, büyük değişiklikler yaşandı fakat bence insan asla değişmedi. İsrail’deki kıyıma, Irak’taki vahşete, Hindistan’da yaşanan katliamlara bakınca ne yazık değişmedi diyebiliyorum değişmeyecekte.

Kendime bakıyorum dünya dönüyor fakat bende değişmiyorum. Büyüyorum olgunlaşıyorum fakat yine aynı şeylerden şikâyet ediyorum ve yalnız ben değil herkes aynı şeylerden şikâyet ediyor. Aslında Geothe de böyle mi düşündü ki bu söz çıktı ağzından? Bilmiyorum. Ünlü eseri “Werthel’in acılarını” yazarken bugün aynen böyle acılar yaşanmayacağını sanmış olabilir mi? Hayır bence. Sanırım oda değişikliğin çok güç olacağından yakınıyor “ne mutlu dönebilene” derken. Bu konuya dönmek üzere biraz daha düşünmek ve birileri ile tartışmak için burada kesiyorum.

Dünya dönüyor her şey değişebilir fakat sevgi değişmez eğer gerçekten varsa unutmayın. Sevgiyle  sağlıkla kalın sevgili okuyucucularım. Yase

& & & & &

İki Güzel Hikâye Okuyalım…

Herkesin Rızkını Veren Benim!

Bir zamanlar  zengin  bir emir varmış. Şehrin en  işlek yerinde bir  aş evi kurmuş.  O aş evinde  her gün onlarca yemek pişermiş gelen geçen herkes orda karnını doyururmuş. Hiçbir ücret ödemeden… Allah’a şükür edip gidermiş yollarına. Bir gün bir ateist  gelir aş evine. Üstü başı dökülerek sofraya oturur. Yemeğini yer suyunu içer sonrada  çantasını sırtlayıp kalkar giderken emir bu  selamsız şükürsüz adama çıkışır, ateist olduğunu öğrenince yemek verdiği için pişman olur. Ve adamı kovar. Tam o esnada bir ses duyar. “Sen ne hakla benim yaratığım kuluma hakaret edersin” der ses. “Benim rahmetim bütün yarattıklarımı kapsar senin ve herkesin rızkını veren benim. Ben kızmıyorum yüzüne çarpmıyorum da sen ne-den kızıyorsun?” der ses. Emirin başı yere düşer ve yap-tığından pişman olur…

Büyük İskender’in Vasiyeti

Büyük İskender bir gün vezirlerini toplamış ve onlara: “-Ben öldüğüm de cenaze merasimimi söylediğim gibi yapın” demiş!

“-Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın! Cenazemin önünden askerlerim yürüsünler silahlarıyla, Cenazemin sağından alimler yürüsünler kitaplarıyla, Cenazemin solundan zenginler yürüsünler mallarıyla, Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsünler gözyaşı ve dualarıyla!.. Sağ elime bir Altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın taa ki Mezara dek, demiş!”

Vezirler Büyük İskender’in bu söyledikleri karşısında şaşırmışlar ve “Bunu bilse-bilse Büyük İskender’in hocası Diyogen bilebilir” demişler ve Diyogen’e sormaya karar vermişler!..

Vezirleri dinleyen Diyogen demiş, “İskender’in Ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım” demiş ve ilave etmiş: “İskender sunu anlatmak istemiş: Cenazenin önünden yürüyen askerler ölümüne silahlarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin sağıdan yürüyen alimler ölümüne kitaplarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin solundan yürüyen zenginler ölümüne mallarıyla dahi engel olama-dılar ve Cenazenin arkasından yürüyen fakirler ve garipler ölümüne gözyaşı ve dualarıyla dahi engel olamadılar!..

Sağ elindeki altın küre ise bu dünyada sahip olabileceği her şeye sahip olduğunu, Sol elinin boş olması ise bu dünyadan ELİ BOŞ geldim ELİ BOŞ gidiyorum!… dediğini gösteriyor…”

Ve sevgili okuyucularım kim ne yaparsa kendine yapar hiç unutmayalım sağlık ve sevgiyle kalın. Yase

Günün Şiiri

Göçmen Çiçek

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde

Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan

Birdenbire patlayan

Bir çığlığım sessizliğinde

Ele-güne karşı seni utandıran.

Yaz günü palto giyerim

Ceplerim dolu dolu şiir

Gören beni deli sanır

Adım kaçığa çıkar

keşke kaçsam

Keşke kaçabilsem şu dünyadan.

Aykırı bir şiirim kitabının arasında

Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış

Sondan okumaya başla

Nokta koy her dizenin önüne

Anlamaya çalış..

Bedeninin bir noktasından dalıp

Yüreğini bulabilirim

Geceyse, başlar yastığa düşerse

Ve yorgunsa yüzün

Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip

Kandiller gibi başucuna koyabilirim..

Ey bütün tufanların ardında

Bulduğum dinginlik!

Göçmen çiçeği dünyanın

Kökleri ardı sıra sürükleyen çılgınlık!

Madem ki yaşam bu

Madem ki taşın taş olmaktan öte

bir umarı yok

Bir türkü söyle kadınım

Yürüsün dünyaya mutluluk…

Yağıyor incecik bir yağmur dışarıda

Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur

Islak toprak kokusu

Doluyor odama

Sıkılıyorum

Kitapların üstüme yıkılacağından

Korkuyorum şimdi

Yel esiyor

Söküyor duvardaki bir resmi

Yerine senin yüzünü koyuyor.

Yüzün şimdi karşımda

Yüzün akşam karanlığında

Toprağın üstüne bırakılmış

Bir demet çiçek gibi parlıyor..

O zaman açıyorum

Bütün perdeleri

O zaman yakıyorum

Bütün ışıkları

Camları darmadağın ediyorum

Yüzünü avuçlarıma alıyorum

Alnını öpüyorum

Dünyayı öper gibi…

Sana uzanamadığım gün

Ellerim yok sanıyorum

Senin bakışlarını yakalayamadığım gün

Gözlerim yok..

O zaman bir yumruk

bütün gücüyle vuruyor

Eski bir piyanonun tuşlarına

Binlerce martı

Kayalıklara çarparak ölüyor

Ay ışığı tutkal gibi

Yapışıyor pencereme

Açamıyorum perdeleri

Şiir yok artık

Türkü dindi..

Meyvelerini taşıyamayan

Ağaçlar gibiyim

Sularını taşıran ırmaklar gibi..

Bu kadar mutluluk çok bana

Onu günlere

Onu aylara bölmeliyim

Ve bir tek gülüşünü senin

Kutlamalıyım yıllarca…

 Sana yüreğimde bir sürgün yeri

Göçüp konacak

Bir toprak yaratsam

Kadınım, sarışınlığının bittiği anı

Gizli bir esmerliğe eklesem..

göçmen çiçek

Her yerin yabancısı

Yolların, yolların ötesinde

bize bir tek

Yarınlar kaldı

Göğün tükenip, denizin

Başladı yerde…

Ahmet ERHAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here