Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bilgisayarım önümde, parmaklarım klavyenin harflerine basmaya hazır ama bendenizin, aklı fikri firarda aynen o şarkıda söylendiği gibi. Berke bakıyor, anlıyor yazacak modda olmadığımı “Gül yazayım mı yerine?” diyor. Ve aniden aklıma sevgili Ayla Kutlu’nun “Zamanda Eskir” adlı kitabı geliyor. Ayla Kutlu da yazmaya, İskenderun’un ilk gazetesi olan İskenderun Gazetesinde yazan babasının köşesinde bazen babasının yerine yazarak başlamış. Kitapta bunu çok güzel anlatmıştı. Karşılıklı konuşma olanağı bulduğumuzda da (Ferda Kitapevinde söyleşi) köşe yazılarının zorluğundan söz etmiştik. Özelikle günlük olanlarından…
Ve bu sabah Berke “Gül yerine yazayım mı?” dediğinde birden şimdi sevgili Ayla Kutlu büyüğümün o zamanki yaşında olan Berke’ye yeni görmüş gibi baktım. Berke devam ediyor; “Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ve hoşça kalın sevgili okuyucularım kendinize iyi bakın” Yase diye yazarım olur biter diyor.
Aklım fikrim uzakta olmasına rağmen katılarak gülüyorum. Bu çocuk bir başka valla ya, espri yeteneği çok gelişmiş onun sayesinde ne kadar sıkıntılı olursak olalım günümüz gülümsemeden hatta kahkaha atmadan geçmez. Gülümsemek güzel, gülmek daha güzel, kahkaha atmak daha da güzel… Bunları ilham eden ise hepsinden güzel… Milyon öpücük Berke’ye bütün bunlar için. Artık boyu 1.80 olduğu için kucaklayıp mıncık, mıncık öpemiyorum ama yinede milyon öpücüğü yollayabiliyorum. Ve eğilince bunları taksit, taksit ödeyebiliyorum. Oh canıma değsin.
Ve aklım yerine dönmedi hala uykulu muyum bilmiyorum ama aklım ama ruhum beni terk etmiş (O Kızılderili sözündeki gibi) ne zaman dönecek bilmiyorum ve 2006’dan bir nostalji yazısı ile hoşça kalalım sevgiyle sağlıkla hep birlikte diyorum sevgili okuyucularım.
& & & & &
Neler Değişmedi ki Dünya Dönerken
Neler değişmedi ki dünya dönerken kendi ekseni etrafında, dönebilene ne mutlu. GEOTHE
Bu sabah nedense Geothe’nin bu sözü takıldı aklıma. Bunu tartışabileceğim birileri olsun isterdim yanımda. Fakat ne yazık, yalnızca kendi yorumlarım olacak bu durumda. (bu arada bilgisayara bir şeyler oluyor, ya da elekliklere, valla bu günlerde sabrım taşıyor hemen)
Değişiyoruz, değişiyoruz da gerçekten değişiyor mu dünya? Dünya, mevsimler değişmiyor her şey zamanında geliyor ve işlevini sürdürüp gidiyor. Fakat değişen, insanlar oluyor her halde oysa benim anlayışıma göre pek değişmiyorlar. Hep aynı yerde kısır bir döngüde imiş gibi dönüp duruyorlar.
Şöyle bir çevreme baktığımda belgeseller izlediğimde ya da geçmişe ait bir eser okuduğumda değişen bir şeye rastlamıyorum yüz yıllar önce yaşananlar aynen yaşanıyor. İnançlar bütün din savaşlarına ve misyonerlere rağmen yine yüzyıllar önceki inançlar ve tapınakları bazı yerlerde daha sürüyor ve sanırım sonsuza dek sürecek. Kanal iki de Tahiti adalarını izliyordum bu sabah ve Geothe’nin bu sözü takıldı usuma. Bora Bora adasını, geniş bir alan dikili taşlar, yüz yıllar öncesinden, Ortadaki dikili taşa ancak aileden olanların çıkıp oturması caiz imiş. Dünyanın her tarafından yılın belli aylarında buraları ziyaret edip tapınaklara adak sunmağa gelirmiş insanlar hala. Eskiden adak olarak insanlar adanırmış ağaçlara asılarak hem savaş öncesi hem savaş sonrası tanrılara armağan olarak.
Belki insanlar değişti devrimler yapıldı, büyük değişiklikler yaşandı fakat bence insan asla değişmedi. İsrail’deki kıyıma, Irak’taki vahşete, Hindistan’da yaşanan katliamlara bakınca ne yazık değişmedi diyebiliyorum değişmeyecekte.
Kendime bakıyorum dünya dönüyor fakat bende değişmiyorum. Büyüyorum olgunlaşıyorum fakat yine aynı şeylerden şikâyet ediyorum ve yalnız ben değil herkes aynı şeylerden şikâyet ediyor. Aslında Geothe de böyle mi düşündü ki bu söz çıktı ağzından? Bilmiyorum. Ünlü eseri “Werthel’in acılarını” yazarken bugün aynen böyle acılar yaşanmayacağını sanmış olabilir mi? Hayır bence. Sanırım oda değişikliğin çok güç olacağından yakınıyor “ne mutlu dönebilene” derken. Bu konuya dönmek üzere biraz daha düşünmek ve birileri ile tartışmak için burada kesiyorum.
Dünya dönüyor her şey değişebilir fakat sevgi değişmez eğer gerçekten varsa unutmayın. Sevgiyle sağlıkla kalın sevgili okuyucucularım. Yase
& & & & &
İki Güzel Hikâye Okuyalım…
Herkesin Rızkını Veren Benim!
Bir zamanlar zengin bir emir varmış. Şehrin en işlek yerinde bir aş evi kurmuş. O aş evinde her gün onlarca yemek pişermiş gelen geçen herkes orda karnını doyururmuş. Hiçbir ücret ödemeden… Allah’a şükür edip gidermiş yollarına. Bir gün bir ateist gelir aş evine. Üstü başı dökülerek sofraya oturur. Yemeğini yer suyunu içer sonrada çantasını sırtlayıp kalkar giderken emir bu selamsız şükürsüz adama çıkışır, ateist olduğunu öğrenince yemek verdiği için pişman olur. Ve adamı kovar. Tam o esnada bir ses duyar. “Sen ne hakla benim yaratığım kuluma hakaret edersin” der ses. “Benim rahmetim bütün yarattıklarımı kapsar senin ve herkesin rızkını veren benim. Ben kızmıyorum yüzüne çarpmıyorum da sen ne-den kızıyorsun?” der ses. Emirin başı yere düşer ve yap-tığından pişman olur…
Büyük İskender’in Vasiyeti
Büyük İskender bir gün vezirlerini toplamış ve onlara: “-Ben öldüğüm de cenaze merasimimi söylediğim gibi yapın” demiş!
“-Ülkemin dört bir yanından tebaamdan olan insanları çağırın! Cenazemin önünden askerlerim yürüsünler silahlarıyla, Cenazemin sağından alimler yürüsünler kitaplarıyla, Cenazemin solundan zenginler yürüsünler mallarıyla, Cenazemin arkasından ise fakirler ve garipler yürüsünler gözyaşı ve dualarıyla!.. Sağ elime bir Altın küre verin, sol elimi ise boş bırakın taa ki Mezara dek, demiş!”
Vezirler Büyük İskender’in bu söyledikleri karşısında şaşırmışlar ve “Bunu bilse-bilse Büyük İskender’in hocası Diyogen bilebilir” demişler ve Diyogen’e sormaya karar vermişler!..
Vezirleri dinleyen Diyogen demiş, “İskender’in Ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anladım” demiş ve ilave etmiş: “İskender sunu anlatmak istemiş: Cenazenin önünden yürüyen askerler ölümüne silahlarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin sağıdan yürüyen alimler ölümüne kitaplarıyla dahi engel olamadılar, Cenazenin solundan yürüyen zenginler ölümüne mallarıyla dahi engel olama-dılar ve Cenazenin arkasından yürüyen fakirler ve garipler ölümüne gözyaşı ve dualarıyla dahi engel olamadılar!..
Sağ elindeki altın küre ise bu dünyada sahip olabileceği her şeye sahip olduğunu, Sol elinin boş olması ise bu dünyadan ELİ BOŞ geldim ELİ BOŞ gidiyorum!… dediğini gösteriyor…”
Ve sevgili okuyucularım kim ne yaparsa kendine yapar hiç unutmayalım sağlık ve sevgiyle kalın. Yase
Günün Şiiri
Göçmen Çiçek
Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birdenbire patlayan
Bir çığlığım sessizliğinde
Ele-güne karşı seni utandıran.
Yaz günü palto giyerim
Ceplerim dolu dolu şiir
Gören beni deli sanır
Adım kaçığa çıkar
keşke kaçsam
Keşke kaçabilsem şu dünyadan.
Aykırı bir şiirim kitabının arasında
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış
Sondan okumaya başla
Nokta koy her dizenin önüne
Anlamaya çalış..
Bedeninin bir noktasından dalıp
Yüreğini bulabilirim
Geceyse, başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip
Kandiller gibi başucuna koyabilirim..
Ey bütün tufanların ardında
Bulduğum dinginlik!
Göçmen çiçeği dünyanın
Kökleri ardı sıra sürükleyen çılgınlık!
Madem ki yaşam bu
Madem ki taşın taş olmaktan öte
bir umarı yok
Bir türkü söyle kadınım
Yürüsün dünyaya mutluluk…
Yağıyor incecik bir yağmur dışarıda
Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur
Islak toprak kokusu
Doluyor odama
Sıkılıyorum
Kitapların üstüme yıkılacağından
Korkuyorum şimdi
Yel esiyor
Söküyor duvardaki bir resmi
Yerine senin yüzünü koyuyor.
Yüzün şimdi karşımda
Yüzün akşam karanlığında
Toprağın üstüne bırakılmış
Bir demet çiçek gibi parlıyor..
O zaman açıyorum
Bütün perdeleri
O zaman yakıyorum
Bütün ışıkları
Camları darmadağın ediyorum
Yüzünü avuçlarıma alıyorum
Alnını öpüyorum
Dünyayı öper gibi…
Sana uzanamadığım gün
Ellerim yok sanıyorum
Senin bakışlarını yakalayamadığım gün
Gözlerim yok..
O zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
Eski bir piyanonun tuşlarına
Binlerce martı
Kayalıklara çarparak ölüyor
Ay ışığı tutkal gibi
Yapışıyor pencereme
Açamıyorum perdeleri
Şiir yok artık
Türkü dindi..
Meyvelerini taşıyamayan
Ağaçlar gibiyim
Sularını taşıran ırmaklar gibi..
Bu kadar mutluluk çok bana
Onu günlere
Onu aylara bölmeliyim
Ve bir tek gülüşünü senin
Kutlamalıyım yıllarca…
Sana yüreğimde bir sürgün yeri
Göçüp konacak
Bir toprak yaratsam
Kadınım, sarışınlığının bittiği anı
Gizli bir esmerliğe eklesem..
göçmen çiçek
Her yerin yabancısı
Yolların, yolların ötesinde
bize bir tek
Yarınlar kaldı
Göğün tükenip, denizin
Başladı yerde…
Ahmet ERHAN