“Haklı olan mı güçlüdür, güçlü olan mı haklı?”
Gücü elinde tutanların, güce boyun eğmeye zorladıkları bir dönemde, korkusuzca uzattığı giyotinden başını kaldırıp “Güçlü olan haklı değildir, Haklı olan güçlüdür..” diyerek haykırıp “gücü değil hakkı kutsayan” kim? J.J Rousseau..
Tartışması güç olan bu soruyu, tartışmanın güç olduğu bir dönemde yazdığı “Toplum Sözleşmesi” adlı eserle güçlü ve yüksek bir sesle tartışmaya açan J.J Rousseau ne diyor? “Kabul edelim ki güç hak yaratmaz. İnsan ancak haklı güce boyun eğmelidir.” (J.J Rousseau, Toplum sözleşmesi, Çeviren Vedat Günyol, s,18 Adam Yayınları )
“Niyetim; insanları oldukları gibi, yasaları da olabilecekleri gibi ele alıp, toplum düzeninde güvenilir ve haklı bir yönetim kuralı bulunup bulunamayacağını araştırmaktır.”
J.J. Rousseau Toplum Sözleşmesi adlı kitabına bu niyetle başlıyor ve fakat henüz başlangıç cümlelerinde şu açıklamayı yapmak zorunluluğunu da duyuyor: “Sen kral mısın, yoksa yasacı mısın ki, politika üstüne yazıyorsun?” diye soracaklara vereceğim karşılık şudur: Ben ne kralım, ne de yasacı; onun için politika üstüne yazıyorum ya! Hükümdar ya da yasacı olsaydım ne demek gerektiğini söyleyip vaktimi boşuna harcamaz, ya yapacağımı yapar ya da susardım. Özgür bir devletin yurttaşı ve egemen varlığın bir üyesi olarak dünyaya geldiğim için, kamu işlerinde sözümün etkisi ne denli az da olsa, oy verme hakkım bu işleri öğrenmek görevini yüklenmeme elverir. Her ne zaman yönetim düzenleri üstünde düşünsem, araştırmalarımda kendi memleketimin yönetimini sevme konusunda yeni yeni nedenler bulup seviniyorum.” (s.13, Çeviren Vedat Günyol, Adam Yayınları, 1994, İstanbul)
J.J. Rousseau, araştırmalarını yoğunlaştırdığı mecazdan uzak yansız tanımı; “yönetim sanatı” olan politika üzerine yazdığı, söz konusu kitabının 25. sayfasında şöyle diyor: “Üyelerin her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın, hem de eskisi kadar özgür olsun. İşte toplum sözleşmesinin çözüm yolunu bulduğu ana sorun budur.”
Peki, Rousseau ve ardıllarının “öyle bir toplum biçimi” bulduklarını ve bunun da; “özgürlükçü yapı içerisinde, çoğulculuk ve katılımcılık ilkeli Batı tipi “liberal demokrasiler” olduğunu söyleyebilir miyiz? Biçimsel açıdan elbette.. Fakat ya, içeriksel açıdan? İçeriksel açıdan gerçeğin sadece biçimsel boyutta kaldığını, ve “neden yalnızca biçimsel boyutta kaldığını” bizatihi J.J. Rousseau ve ardıllarının izinde düşünce üreten “demokrasiye inanmış batılı aydınlar” söylüyor..
Mesela? Mesela: Batı Demokrasisinin “bunalım” içinde olduğunu belirten aydınlardan Claude Julıen’in “Demokrasilerin İntiharı” adlı kitabından referansla Server Tanilli, şu “gözlemlerini” aktarıyor: “Batı demokrasisi önce, iktisadi demokrasiyi, siyasal demokrasiye feda etmiştir. Oysa iktisadi özgürlük olmadan siyasal özgürlük olmaz. Siyasal demokrasi, sosyal demokrasiden vazgeçemez. Günlük yaşam koşulları, özgürlükleri, büyük yurttaş kitlesi için, çok kez “biçimsel” bir kavram haline getirmiştir. Zenginliklerin belli ellerde birikmesi, modern yayın tekniğinin de o ellerde olması nedeniyle, “kanaat yaratma” aslında belli bir azınlığın tekeline geçmiştir. Yani tekelci sermaye..” (Devlet ve Demokrasi Anayasa Hukukuna Giriş, s.38, Say Kitapları, İstanbul, 1981)
Yani güçlü olanlar!
“Güçlü olan haklı değildir, Haklı olan güçlüdür..”
J.J Rousseau, bu yargıyı “gücün hak yarattığı” savına karşı yaptığı güçlü bir sorgulamanın sonucu olarak yazıyor..
“Hakkı doğuran güç ise, etkiyle birlikte etken de değişir.. Bir öncekini alt eden güç, onun hakkını da elde eder.. Ceza görmeden başkaldırabildiniz mi, bu baş kaldırma bir hak olabilir. Madem güçlü her zaman haklıdır, öyleyse yapılacak şey, her zaman güçlü olmaya bakmaktır.. Güçlünün yok olmasıyla ortadan kalkan bir hakka, hak diyebilir miyiz? İnsan boyun eğecek olduktan sonra ödev dolayısıyla niye boyun eğsin? İnsan boyun eğmeye zorlanıyorsa boyun eğmek zorunda değil demektir.. Görülüyor ki hak sözü, güç’e hiçbir şey eklemiyor.. Bu bakımdan hiçbir anlamda taşımıyor. (J.J Rousseau, Toplum sözleşmesi s, 17)
“Güçlünün haklı olması geçersizdir..” yargısının doğruluğuna, ille de J.J. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” adlı kitabının tanıklığıyla kanıt aramak da günümüzde geçersizdir.. Niçin? Çünkü; “haksız bir güçle, güce boyun eğdirmeye çalışan küresel eşkıyalar” gözümüzden ırak değil..
Güçlü olan eşkıya, gücünün bir hak yarattığı varsayımından hareketle işgal etmemiş mi idi 1919’lu yıllarda Anadolu’yu.. Mustafa Kemal, “Haklı olanın güçlü olduğunu” biliyordu elbette.. Biliyordu “Hakk’a tapan milletindeki gücü..” Mehmet Akif de…
Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com