Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Gözden uzak, gönülden ırak” sözü gerçekten çok doğru diye düşünüyorum bu günlerde. Aslında bu söz bazen bir dilektir. “gitsin ve gözden uzak, gönülden de ırak olsun” dileği. Bazen de kaçış ve umut. Uzaklaşırsa ırak olmak istediği gönüllerden belki gerçekten ırak olabilir? Bazen de yalnızca bir tespittir bu söz. Gözden uzaklaşanın bir zaman sonra yürekten de uzaklaşacağını yaşanmışlıklardan dolayı bilinen tespiti… Ve bu durumda her halükarda eğer bir gönül de gerçekten yeri sağlam değilse, ilk gözden uzaklaşmada ırak olabilir insan.
Ve bunun gerçek olup olmadığını bilmek için dönüp gelmek gerekir. Kabul gördüğünüz yüreklerde özlemle kucaklanırsınız. Ki bu Semiha Yankı’nın “Seninle bir dakika” adlı şarkısındaki gibi “sevmek bir ömür sürer (sevişmek) kavuşmak bir dakika.” O bir dakikada sanki hiç ayrılmamış gibi olur insan. Ancak yinede alışmışlardır artık yokluğa ve eski duruma gelebilmek için sürekli göz önünde olmanız gerekebilir.
Bazı gönüllerde ise varlığınız yeterlidir. Hani “bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” diye bas, bas bağırarak söylediğimiz çocuk şarkısındaki gibi. Aynı köyde miyiz, bu yeterli. O eve gitmesek de görmesek de olur orda olduğunu bilelim yeter. Bu koşulsuz bir sevgi kuşkusuz…
Ve bu koşulsuz sevgiyi taçlandırmak için gitmek gelmek çok önemlidir aslında. Yani kendimden örnek versem hemen giderim hiç ihmal etmem. Çünkü ne zaman bir yere gideceğimi duysa teyzeciklerim ve sevdiklerim hemen karalar bağlarlar. Ve açık, açık “gelmesen de olur ama burada olduğunu bilmek bile yetiyor bize” derler. Onlar için gözün gördüğü değil artık önemli olan, önemli olan aynı ortamda olduğunun verdiği gönül huzurunu ve yalnız olmadığını bilmenin rahatlığını yaşamak. Bunu ilk büyük teyzemden duydum. “Sen gidiyorum dediğinde içim sıkılıyor her gün gelmesen de biliyorum ki buradasın” demişti… Koşulsuz sevildiğimi bilirdim ama bu kadarı içimi acıtmıştı. Bu yüzden önceliklerim her zaman onlardır. Ve hemen arandılar “işte geldim buradayım sizin ve sevginizin esiriyim” dendi…
Ve döndüğümde yine gitmemin nedeni bazı gönüllerden ırak olmak olduğu halde, birde baktım ki her şey aynı yerde. Ne dileğim olmuştu, ne de beklentim, yalnızca yaşanmışlıklara güveniyordum oysa giderken gözden uzak olmanın gönülden de ırak tutabileceğine olan inancım vardı elimde. Irak olmak yerine bazı gönüllerden isteğim gerçekleşmemiş aksine yokluğum kazınmış gönüllere…
Ve bazıları da alışmış yokluğuma dedim ya bu yüzden gerçek olmuş oldu. “gözden uzak gönülden ırak” sözü… Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık, sevgi, birlik ve beraberlikle hep birlikte kalalım diyorum. Ve gözden uzaklaşmayalım yoksa unutulmak işten bile uzak olmayacak. Yase
& & & & &
Ve Mevlana Mesnevisinden hikâyelerle devam ediyoruz…
Hayvanlar Konuşursa
Meraklı bir adam Hz. Süleyman’dan hayvanların dilini öğrenmek istedi. Büyük Peygamber bunun sakıncalarını anlattıysa da adam ısrar etti. Nihayet horozla köpeğin neler konuştuğunu anlayacak duruma geldi. Bir gün evin hanımı büyükçe bir ekmek parçasını köpeğin önüne atmış fakat horoz hızla atılıp ekmeği kapmıştı.
Köpek: “Niçin benim hakkıma göz dikiyorsun?” dedi.
Horoz: “Merak etme, yarın sahibimizin ineği ölecek, kendine bol bol ziyafet çekersin” diye cevap verdi.
Horozla köpeğin konuşmalarını duyan adam hemen koştu ve ineğini pazara çıkarıp sattı. Ertesi gün yine köpek ve horozun konuştuğunu duyup kulak kabarttı.
Köpek: “Sen yalan söylüyorsun diyordu horoza… Hani sahibimizin ineği ölecekti ve ben ziyafet çekecektim?”
Horoz: “Meraklanma dedi, sahibimiz kurnazlık yapıp ineğini sattı ama yarın da devesi ölecek, sen de bolca ete kavuşursun!..” Adam yine koşup devesini pazara götürdü. İyi bir para karşılığı onu sattıktan sonra evine dönerken ‘hayvanların dilini öğrenmek çok faydalı imiş, bir sürü zarardan kurtuldum’ diye seviniyordu.
Sabah olur olmaz yine bahçeye çıkıp horozla köpeğin konuşmalarına kulak kabarttı. Köpek dünkü gibi horoza çıkışıyor: “Hani deve? Hani bolca et?..” diye dert yanıyordu.
Horoz: “Canını sıkma dedi, yarın sahibimiz ölecek! Eş dost başına toplanır, bir sürü yemek pişirilir. Sen de kendine ziyafet çekersin…”
Adam horozun bu sözleri karşısında donup kaldı. Yüzü bembeyaz oldu. Elleri titremeye, kalbi küt küt çarpmaya başladı. Yarın öleceğini bilmek onu şaşkına çevirmişti. Daha fazla ayakta duramayıp bir külçe gibi yere yığıldı.
Avcının Hilesi
Bir avcı kuşları kolayca yakalayabilmek için kendini ağaç dalları, otlar ve yapraklarla gizleyip çayırlığa oturdu. Önüne bir tuzak kurup, bir avuç buğday attı. Hiç hareket etmeden beklemeye başladı. Bu sırada karnı iyice acıkmış bir kuş gelip, yakınına kondu. Onu böyle sessiz sedasız oturur görünce: “Sen ne yapıyorsun burada?” diye sordu.
Avcı: “Dünyadan elini eteğini çekmiş bir zahidim ben! diye cevap verdi. Hiç kimsenin işine karışmıyor, burada kendi halimde yaşıyorum…”
Kuş: “O buğdaylardan biraz yiyebilir miyim?” dedi. “Bilmem ki dedi avcı, bir yetimin emaneti bana… Ama karnın çok acıkmışsa gel ye!”
Kuş, avcının gizli niyetlerinden habersiz, onu iyi yürekli ve dünya işlerinden uzaklaşmış bir zahid kimse olarak kabul edip buğdaylara saldırınca, hileci avcının ellerine düştü. Aldatıldığını anladığında ise iş işten geçmiş, tuzakta binlerce feryada başlamıştı.
Avcı: “Görünüşe ve söylenen her söze inanırsan sonun böyle olur işte” diyordu. Tuzağa yakalandıktan sonra feryadın ne faydası var? Uygunsuz hırs ve hevesler canların düşmanıdır. Önemli olan tehlike gelmeden önce uyanık ve tedbirli olmaktır. Felaket tufanından sonra ağlayıp sızlamışsın neye yarar?
Günün Şiiri
Göçmen Çiçek
Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan
Birdenbire patlayan
Bir çığlığım sessizliğinde
Ele-güne karşı seni utandıran.
Yaz
günü palto giyerim
Ceplerim dolu dolu şiir
Gören beni deli sanır
Adım kaçığa çıkar
keşke kaçsam
Keşke kaçabilsem şu dünyadan.
Aykırı bir şiirim kitabının arasında
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış
Sondan okumaya başla
Nokta koy her dizenin önüne
Anlamaya calış..
Bedeninin bir noktasından dalıp
Yüreğini bulabilirim
Geceyse, başlar yastığa düşerse
Ve yorgunsa yüzün
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip
Kandiller gibi başucuna koyabilirim..
Ey bütün tufanların ardında
Bulduğum dinginlik!
Göçmen çiçeği dünyanın
Kökleri ardısıra sürükleyen çılgınlık!
Madem ki yaşam bu
Madem ki taşın taş olmaktan öte
bir umarı yok
Bir türkü söyle kadınım
Yürüsün dünyaya mutluluk…
Yağıyor incecik bir yağmur dışarda
Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur
Islak toprak kokusu
Doluyor odama
Sıkılıyorum
Kitapların üstüme yıkılacağından
Korkuyorum şimdi
Yel esiyor
Söküyor duvardaki bir resmi
Yerine senin yüzünü koyuyor.
Yüzün şimdi karşımda
Yüzün akşam karanlığında
Toprağın üstüne bırakılmış
Bir demet çiçek gibi parlıyor..
O zaman açıyorum
Bütün perdeleri
O zaman yakıyorum
Bütün ışıkları
Camları darmadağın ediyorum
Yüzünü avuçlarıma alıyorum
Alnını öpüyorum
Dünyayı öper gibi…
Sana uzanamadığım gün
Ellerim yok sanıyorum
Senin bakışlarını yakalayamadığım gün
Gözlerim yok..
O zaman bir yumruk
bütün gücüyle vuruyor
Eski bir piyanonun tuşlarına
Binlerce martı
Kayalıklara çarparak ölüyor
Ayışığı tutkal gibi
Yapışıyor pencereme
Açamıyorum perdeleri
Şiir yok artık
Türkü dindi..
Meyvelerini taşıyamayan
Ağaçlar gibiyim
Sularını taşıran ırmaklar gibi..
Bu kadar mutluluk çok bana
Onu günlere
Onu aylara bölmeliyim
Ve bir tek gülüşünü senin
Kutlamalıyım yıllarca…
Sana yüreğimde bir sürgün yeri
Göçüp konacak
Bir toprak yaratsam
Kadınım, sarışınlığının bittiği anı
Gizli bir esmerliğe eklesem..
göçmen çiçek
Her yerin yabancısı
Yolların, yolların ötesinde
bize bir tek
Yarınlar kaldı
Göğün tükenip, denizin
Başladı yerde…
Ahmet ERHAN