Gevezelik Üzerine

0
45

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah uyandığımda gevezeliği yazacağımı bilmiyordum. Ama dün gevezelik yüzünden, kurabiyeleri  kıvamında pişiremedim, duşumu alamadım, kahvaltımı yapamadım, arkadaşımı ağırlayamadım… Tabi bütün bunları yapmadığım içinde kendimi çok kötü algıladım ve bütün gün bu kötü durumda dolaştım durdum.  Sevdiklerimi kırdım, abuk sabuk konuşup. -Bu ne diyor ya- dedirttim kendime.

Aslında çok kötü bir şey bu… Bütün günümü öldürdü demesem de  çok  etkiledi. Neden kimse kendinin ayrımında değil? Neden karşıdakinin canının sıkıldığını bir türlü anlamayız? Acaba bunun nedeni duyarsızlık mı? Psikolojik bir bozukluk mu? Yoksa  genlerinde gevezelik oranı çok mu yüksek? Çok ciddi olarak bunu düşünüyorum. Günümü rezil eden kişiyi yargılayıp -of yeter kes– demeden önce neden bu kadar konuştuğunu bilmek istiyorum. Belki o da kendinin farkında değildir! Çünkü aslında çok sevilen, yardımsever, kendinden vermeği bilen, sevgi dolu arkadaşımız o ama neden bazen bu kadar boğucu olabiliyor?

“HİÇBİR KANUN GEVEZE BİR KADINI KONUŞMAKTAN ALIKOYAMAZ” demiş bir zamanlar Remy de Gormond. Demek ki o da, geveze birinden muzdaripmiş ki bu sözü söyleme gereği duymuş. Ona canı yürekten hak veriyorum. Çünkü bende bu değişik işkence yönteminden kurtulmak için her yolu denediğim halde, sonunda “Tanrım lütfen canımı al, kurtulayım bu işkenceden” dediğim anlar olmuştur… Ancak son günlerde erkeklerin de en az hatta daha çok konuşkan olduklarını gördüm, çocuklarında, yani aslında Remy de Gormond’un “Hiçbir kanun geveze bir kadını konuşmaktan alıkoyamaz” sözünü  “hiçbir kanun geveze bir insanı konuşmaktan alıkoyamaz” diye değiştirmek istiyorum…

Belki abarttığımı düşüneceksiniz. Kesinlikle  abartmıyorum ama belki yalnızca katlanma katsayımın düşük olduğu zamanlarda gevezeliği ölümü isteyecek kadar kötü algılıyor olabilirim ama abartmıyorum. Bunu, bazen ben denize yani, şahsıma yapılmış bir haksızlık olarak algılıyorum ve isyan ediyorum. “Kimsenin kimseye böyle bir şey yapmağa hakkı yok” diye düşünüyorum.

Peki ama bu geveze diye nitelendirdiğimiz insanların gevezeliklerinde bizimde bir katkımız yok mu? Bilmiyorum! Gerçekten bilmiyorum. Kendi hesabıma konuşan bir insanı dinlemek konusunda kendimi özverili algılıyorum. Karşımdakini kırmak ve istemeden de olsa sıkıldığımı anlamasını istemem çünkü. Tabi bu insanların sıkıldığınızı anlama gibi bir lükslerinin olduğunu sanmıyorum, bu  yüzden çabam çoğu kez boşa çıkar. Surat asıp otursam bile, ayrımına varmazlar. Varsalar da kendilerinin neden olduğunu düşünemezler. Uzun gözlemlerden sonra sonuca vardığım birçok davranış biçimlerinden yalnızca biri bu, ayrımında olmayacaklarını bildiğim halde yinede surat asmamaya, sıkıldığımı belli etmemeye çalışırım.

Teke tek konuşma şansım olmadığından, kendimi korumaya alırım. Ve korunmanın tek yolu yorum yapmamak, soru sormamak. Ve yapabileceğiniz en uyduruk kıytırık işleri bulup onlarla oyalanıyor ve dinliyor gibi yapmak… Sakın ola yemek yapmağa, fırını kullanmağa ya da telefona yanıt vermeğe kalkmayınız o konuşurken mutfakta yanı başınızda. Çünkü  sonuçları çok üzücü olabilir. Örneğin telefonla konuşursanız hıncınızı karşıdakinden alabilirsiniz. Yemeği tuza boğar, kurabiyeleri yakabilirsiniz. Bu çok önemli bir uyarı unutmayalım. Ve bu sevgili geveze ancak geveze olduğunu bilmeyen arkadaşlarımız, gözümüzün içine, içine bakarak konuşarak el kol hareketi yaparlar çünkü böyle yapınca dinlendiklerini sanırlar. Ve ister istemez böylece ne yaparsak yapalım esirleri oluveririz artık…

Ben deniz dün hepsini unuttum… Kurabiyeleri yaktım, telefondakini kırdım. Günümü öldürdüm kısaca. Demek ki sıkıntıya katlanma katsayım düşükmüş. Ve önerilerimin, gözlemlerimin uçsuz bucaksız sabrımın tükendiği bir zamanda imişim!!

Her şeye rağmen ben bu gevezeyi seviyorum. Ve başka bir neden bulamadığım için gevezeliğini genlerine bağlıyorum. Bundan da o sorumlu tutulamaz ama değil mi? Hem de sabrımı onda deniyorum. Yani bir hayat tarzı ve felsefe geliştiriyorum.

Dilerim sizler mecbur kalmayın böyle bir öğretiye. Çok ta gerekli olduğunu düşünmüyorum zaten. Ve tatlı sohbetlerin, sevgi dolu gülüşlerin yaşamımızın her anında  olması dileği ile sevgili okuyucularım. Hep birlikte sağlık ve sevgiyle kalalım. Ve seversek ancak katlanırız. Bazen “TANRIM LÜTFEN CANIMI AL KURTULAYIM” çaresizliğinden… Yase

Not: 2006 Haziran yazısı…

& & & & &

Acının Gizlediği Armağan

Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ kurtulan adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.

Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah’a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden…

Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.

Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu.

Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. “Allah’ım, bunu bana nasıl yapabildin?” diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.

Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı! Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu; “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?”

Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: “Dumanla verdiğiniz işareti gördük!”

& & & & &

Canımızı sıkan, gözyaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de… İlk bakışta dayanılmaz gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.

Günün Şiiri

Çağımızın Şairlerine

Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim,

Hemen kalkışma tellerden şarkılar döktürmeye!

Sazı bir kere eline almaya göresin,

Bir görev yüklendin demektir, bilesin,

Çok ağır bir görev, ve belâlı.

Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim,

Yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse,

Bırak elinden o kutsal sazı,

Sana burada hiç kimse kulak asmaz.

Biz yaşamadayız bugün bir çölde, kardeşim,

Çok eskilerde bir Musa vardı hani,

İşte biz o Musa gibi yaşamadayız bugün;

Tanrı tekparça ateşten bir kılavuz vermişti ona,

O da ateşten kılavuzun peşinden gitmişti.

Bugün tanrı tekparça ateşten şaire ne der bak:

Sizsiniz halkı mutluluğa götüren yolu aydınlatacak.

Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola,

Alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz,

Hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan;

Alçaktır halkın bayrağını elinden düşüren de,

Şurada, geride, bir kenarda gizli-gizli,

Bir parça dinleneyim, diyen de alçak.

Halk bakacak, görecek, anlayacak,

Acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim,

Kim işi oluruna bırakmış,

Kim günü gün eden, kim şarlatan,

Kim korkak!

Peygamberler çıkacak, yalancı ve kurnaz,

Durun, diyecekler size, durun, ey insanlar,

İşte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak.

Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse,

Ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne de umutsuz yaşamak,

Haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan,

Hepsi yalan, diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.

Ne zaman eşit pay alırsak bolluk sepetinden,

Ne zaman hepimiz sırayla oturursak halk sofrasına,

Ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin,

Ne zaman pırıl-pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde,

İşte o zaman deriz, burada duralım, tamam,

İşte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak…

Biz o güne kadar, dur durak bilmeden

Sürdüreceğiz amansız savaşımızı,

Dağ taş demeden yürüyeceğiz,

Gözler çakmak-çakmak, yumruklar sımsıkı.

Sonunda, bütün bu çabalara karşılık

Hiçbir şey geçmeyebilir de elimize,

Yola çıkarken zaten biz bunu göze almıştık.

Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük,

Kaparsa usulcana göz kapaklarımızı,

Ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde

Alıp korsa bizi kara toprağa,

Bu bile yeter de artar bize.

Sándor PETOFİ / Çeviri: A. KADİR-Şerif HULÛSİ

ERİMEK

Erimek belirsizce her şey de
Karışmak sulara yıldızlara
Sinmek kokusuna mor menevşenin
Yanmak damar, damar nefes, nefes
Yaşamak tükene, tükene.

B.R. EYÜPOĞLU

Günün Sözü

Hiçbir Kanun Geveze Bir Kadını Konuşmaktan Alıkoyamaz.
Remy De GOURMOND

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here